Hasan Aycın, doğuştan yürüme yeteneği olmadığı için çok zor yıllar geçirdi. Ailesi, tarlaya giderken, onu bıraktığı evin bahçesindeki dut ağacının altında sabahtan akşama dek küçük dünyasında yaşamla yüzleşti. Ona bakmaya gelen köyün yaşlı kadınlarını beklerken, rüzgarın sesini, doğadaki varlıkları, gökyüzündeki bulutları, yağmurun yağışını, karıncaların çalışmasını izledi. Aslıhantepecik Köyündeki ninelerden, masallar, destanlar, yaşama dair olup bitenleri dinledi. İlkokul 2’inci sınıftayken, yürümeye başladı. Kimsenin yardımı olmadan yürüyebilmek, onun dünyasına yeni umutlar, yeni bilgiler kattı. Dünyaya değişik bir pencereden bakarken, imam hatip okulunu ve Bursa İktisadi Ticari İlimler Akademisini bitirdi. Ortaokul çağındayken okuldaki tiyatrolarda sahne dekorları yapmaya başladı. Geçimini sürdürmek için tabelacılık yaptı. Bursa Merinos Fabrikasında çalışırken ilk karikatürü Yenidevir Gazetesinde yayımlanınca yaşamı değişti. Anlamlı çizgileri onu aranır hale getirdi, makaleler, öyküler yazmaya başladı. İstiklal Marşı, 40 Hadis, Ramazanname ve Yunus Emre şiirlerinin yayımlandığı kitaplara tematik çizimlerle dünyadaki ilkleri gerçekleştirdi. 30’un üzerinde kitap yazdı. Hasan Aycın hala çalışmalarını sürdürürken, yaşamı, karikatürleri ve romanları hakkında Politika okurlarına merak edilenleri anlattı.

H 1

Hasan Aycın kimdir?

1955 yılında Balıkesir’in Aslıhantepecik Köyünde dünyaya geldim. Doğduğum günden 8 yaşına gelene kadar yürüyemiyordum. Teyzemin benden 3 yaş büyük oğlu sırtında taşıyıp okula götürüp getirdi. Böylelikle köyümün ilkokulundan mezun oldum. Babam İmam Hatip okuluna gitmemi istiyordu. Dedemin ikamet ettiği Balıkesir Muharrem Hasbi Koray Lisesi yakınında, Altay Caddesindeki evine geldim. 1966 yılında İmam Hatip Okulunun sınavlarına girdim. Doğru dürüst okuma yazma bilmiyordum. Bu nedenle sınavları kazanamadığım gibi yedekler arasına dahi giremedim. Köye dönecektim. Sınav sonuçlarını bildirdiğimde dedem elimden tutup beni İmam Hatip Okuluna götürdü. Okul müdürü Abdullah Fındık ile görüştüler ve ben kayıt yaptırmayan yedeklerin yerine okula girdim. 7 yıllık okulu 8 yılda bitirdim. Üniversite sınavlarına girdim. O yıllarda imam hatip okulu mezunlarını her üniversite almıyor. Erzurum Atatürk Üniversitesi’ni kazandım. Babam göndermedi çünkü liseyi bitirdikten sonra evlenmiştim. Necatibey Eğitim Enstitüsüne puanım tutuyor, imam hatipliler alınmıyordu. Balıkesir’de de okuyamayacaktım. Sonrasında Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisine girip 1980 yılında mezun oldum. Askerliğimi Menemen’de kısa dönem olarak tamamladım. Bursa’da bir fabrikada grafiker olarak 8 yıl çalıştıktan sonra işi bıraktım, bir süre pazarcılık yaptıktan sonra İstanbul’a yerleştim. İlk karikatürüm 3 Şubat 1978 yılında Yenidevir Gazetesi’nde yayımlandı. Günümüze gelene kadar karikatürlerim pek çok gazete ve dergilerde yer aldı. Albümlerim ve 30’un üzerindedir

K2-1

İktisadi ticari ilimler akademisini bitirmiş birey olarak neden kendi dalınızda çalışmalar yapmadınız? Karikatür ve yazarlığı seçme nedeniniz nedir? Çocukluğunuzun bunda bir etkisi var mı?

8 yaşına gelinceye dek yürüyemedim. İlkokul öncesinden, çocukluğumdan itibaren varoluşsal diyebileceğimiz çocuk zihnimde sorular baskındı. Ben kendimi o soruların peşinde buldum aklım erdikçe. Köy yaşamımda makinesiz, doğal seslerin hakim olduğu, insan gücüne dayalı bir hayat var. Börtü böcek sesleri, ağaç kurtlarının seslerine kadar bütün sesler doğal. İnsan sesleri, rüzgarın sesi, ağaçların hışırtısı, böyle bir çocukluk dönemi ve hareketsiz bir dönem. Arka bahçemize oturtuluyordum. Herkes işine gücüne giderken, büyük bir dut ağacının altında anne babamın eve dönmesini beklerdim. Balıkesir Ovası'na batı ufuklarına bakan bir yaşamım var. Evimiz köyün batısında değil doğusunda olsaydı, bütün hayat serüvenimi etkileyecek haletiruhiyem başka olurdu. Çocukluğunda gün batımlarını kaçırmadan izlemiş bir başka insan var mıdır? Böyle bir soru soruyorum ve herhalde yoktur diyorum. Yalnızlığın getirdiği kendi içinize dönük bir yaşamınız, dinlediğiniz geçmişin haberleri, geçmişin hikayeleri var. İki komşu kadın vardı mahalle ninesi. Birisi çok güzel hayatın içinden masal anlatırdı, diğeri de melekleri, ahireti, peygamberlerden söz ederdi. Anlattıkları hala benim temelimi oluşturuyor. Yeri sahiplenme, konum edinme, evrenin içinde çocukken bunları hazır bulmuş oluyorum. Çünkü oturtulduğum o köşeden dünyaya baktım ve bunlar bir temel oluşturuyor. İster istemez hayatımda ne varsa bu temel üstüne bina oluyor. Kendi doğal akışı içinde ilk sesleri orada duyuyorum. İnsan sesleri, varlık seslerinin ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. Çünkü yalnızlığımı kuşatan onlar oluyor. Benim dışımda karıncalar hareket ediyor, kuşlar uçuyor, uçaklar bir leke gibi gelip geçiyor, bir ben hareket edemiyorum. Her şeyi gözlemliyorum, ben kendimi hasta hissetmiyorum, çünkü o benim doğalım. Başkaları bana o gözle bakıyorlar. Ben yürümeye başladığımda 8 yaşındaydım, ilkokul öğrencisiyim, ilk defa bacaklarımı kullanıyorum. Çocuklar, insanlar yürümeye başladıkları zaman evden dışarıya yürürler, ben köy meydanından eve yürüdüm. Yürümeye başladığımda yürümenin büyük bir nimet olduğunu anladım. Etrafımda konuşan köylülerin bundan haberi yok. Kendi yürüyüşünün, kendi ilk adımlarının tanığı kaç kişi olmuştur? Ayrışmıyorsunuz ama ayrı bir gelişiniz var. O sizi hayatın içine, kalabalıkların, insanlığın, yoğun serüvenlerin içine soktuğu zaman siz ondan kopuyorsunuz. Kendine özgü bir yalnızlık ama şikayet edilecek bir durum değil. Şair Arif Ay’ın adı Hasan Aycın şiiri vardır. Bir mısraında, “Elinde karıncaların sözlüğü” der. Aslında ben onu hakikaten elimde hazır buldum. Harfleri tanımadan önce, ayrıntıları, görüş alanınıza giren, ufkun ötesine, göğün derinliklerine kadar, ne kadar ayrıntı varsa önce onlar yer etmiş. Hayatın içine karıştıkça sadece çizmesi kalmış bir serüven oldu. Çizerlik ruhumda vardı.

K1-1

Yazarsınız, karikatüristsiniz, edebiyat ve sanatın içindesiniz, çocukluktan gelen gözlem yeteneğiniz var. Üniversite eğitimi için neden iktisadi ticari ilimleri tercih ettiniz?

İlkokul ve imam hatip sonrası İlk kez Balıkesir'in de dışına çıkıyorum. Şimdiki gibi üniversite sınavları yine var ama sistem biraz farklıydı. Üniversite sınavları her yerde yapılmıyor. Kolera salgınının olduğu yılda İstanbul Sağmalcılar Ortaokulu’nda sınava gireceğim. Bizim dönemimizde, özel ders almak yok, dershaneler yok, sizi çalıştıracak büyükler yok. Her yıl bütünlemelerle geçen birisi olarak benim için zor bir sınavdı. Yazılı imtihanlara alışık olan ben ilk kez test usulü sınav görüyorum. Sınava girmeden önce, kalem, kalemtıraş ve Altıgen, silindirik silgi almıştım. Sınav salonunda tek tek oturttular, sınav kitapçıkları ve cevap anahtarı dağıtıldı. Cevap anahtarında soruların yanıtları A, B, C, D, E, olarak 5 şıklıydı. Sorular zordu, ilk kez test sınavına girecektim. Pratik çözümü kısa sürede buldum. Altıgen silginin 5 yüzeyini birden 5’e kadar kurşun kalemin ucuyla deldim. Soruların karşılığını yuvarladığım silgide gelen rakamlara göre işaretliyordum. O sırada görevli gözcü geldi ne yaptığımı sordu. Soruları yanıtlıyorum dedim. Sınav sorumlusunu çağırdı. O da aynı soruyu sordu. Silgi döndürmenin kopya olmadığını söyleyip çekip gitti. Kısa sürede sınavı bitirip görevliye teslim ettim. Üniversite sınav sonuçları açıklandı iyi bir puan geldi. O yıllarda Erzurum Atatürk Üniversitesi imam hatip mezunlarını alıyordu. Tüm fakültelere puanım tutmasına rağmen, babam orada okumama izin vermedi. Hacettepe Üniversitesi’nin 2 yıllık bölümleri de imam hatip mezunlarına hak tanıyordu, oraya gittim Girebileceğim bölümler arasında, elektrik elektronik teknisyenliği, diş teknisyenliği, işletme gibi bölümler vardı. En yüksek puanla alan işletmeye kaydımı yaptırdım. Çalışmam gerektiği için gidemedim. En büyük oğul ben olduğum için işler bana kalmıştı. Sonra arkadaşlarla buluştuğum bir gece Bursa İktisadi Ticari ilimler Akademisi’nde kontenjan açığı olduğunu öğrendim ve başvurunun son günü kaydımı oraya yaptırdım. Güzel sanatlar fakültesine gitmek istiyordum ama benim tercihim zorunluluktan kaynaklandı.

K6

Karikatür çizmeye makale yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

Balıkesir İmam Hatip okulunda oturduğum sıraların hepsinde kazıdığım, tükenmezle çizdiğim resimler vardı. Kim görse burada Hasan Aycın oturmuş derdi. Son yıl okulun resim atölyesinin anahtarı atölye sorumlusu olarak bendeydi. Okul piyeslerinin dekorlarını, sahneyi ben hazırlıyordum. Amatör olarak, çarşıda, eşe, dosta, tanıdıklara, tabelalar, dükkan camları, yazıyordum. Orta kısımdayken okulun matbu basılan Bizim Sesimiz adlı sınıf gazetesine fıkra yazıyor, sınıfın duvar gazetesine karikatür çiziyordum. Karikatüristliğim ve yazarlığım böyle başladı. Üniversite yıllarında, profesyonel olarak Yenidevir Gazetesi’nde karikatür çizmeye başladım. O günden bu yana hala çiziyorum. Haliyle gözüm hep Beşiktaş'taki güzel sanatlar akademisindeydi. O zaman da Türkiye'de bir tek o okul vardı. Bursa İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden mezun olurken Bursa Uludağ Üniversitesi kuruldu ve oraya bağlandı. Bursa Merinos Fabrikası’nda işe başladım. 5 bin kişi çalışıyordu. 8 yıl grafikerlik yaptım. Fabrikanın tek grafikeri tasfiye olunca grafiker olma şansı elde ettim. Çalıştığım yıllarda Yenidevir gazetesi vardı. Entelektüel katsayısı yüksek dergi gibi bir gazeteydi. Mehmet Duru genel yayın yönetmeniydi. İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Rasim Özdenören köşe yazmaya başladılar. Aynı tarihlerde ben de çizmeye başladım. Düşünce sayfasında çiziyordum. Mavera Ankara'da yayımlanıyor Cahit Bey’in isteğiyle Mavera’ya da karikatür göndermeye başladım. Bursa'da Marmara Gazetesi’nde arkadaşlarla birlikte sanat edebiyat eki çıkarttık, karikatürlerim orada da yayınlanmaya başladı. Ekin yönetimini Osman Bayraktar yapıyordu. Benden hikaye yazmamı da istedi. İki hikaye yazdım. Peyderpey başka dergiler gazeteler derken, yurt dışına kadar pek çok mecrada yazıp çizmeye geldim.

K12

İlham Perisi geldi” diyorlar. Böyle bir olgu var mı? Siz eserlerinizi nasıl oluşturuyorsunuz?

Benim düşünce çizgisi ağırlıklı 25 albümüm yayımlandı. Dünyada bu kadar düşünce çizgisi üreten ve yayımlayan sanatçı pek yok. Daha doğrusu. 2-3 tane albümü olanlar ortada zaten. Albümlerimin her biri aşağı yukarı 120 çizgiyi kapsıyor. Bu güne dek çizdiklerimin sayısını bilmiyorum. Albümlere girmeyen daha nice çizgim var. “Bu konuda pratik miyim?” diye sorarsanız, çocukluğumdan gelen birikim var. Yürüyemediğiniz günler göğe bakıyorsunuz, ufuklara bakıyorsunuz, göz kamaşmaları yaşıyorsunuz. Göz alanına giren her ayrıntıyı algılıyorsunuz. Bu size ufuk açıyor. Algıladıklarım öğretmensiz, muallimsiz kendi kendine bir eğitimdi. Her şeyi görüyorsunuz ama neye odaklanmışsanız o kalıyor. Hepsini duyuyorsunuz ama kulağınız hangisine odaklandıysa sadece onu duyuyorsunuz. Ötekiler parazit, gürültü. Dolayısıyla görüntünün arkasına odaklandığınız an görselin ötesine geçiyorsunuz. Yürümediğim zamanlarda aslında insanların ayak basmadığı alemlere gidip, gelmişim. herkes sizi yürümüyor bilse de siz yürümüş, ne tecrübeler edinmiş oluyorsunuz. Bunun farkına sonra varıyorsunuz. Yaşananlar mutlaka çizgiye yansıyor. Bu kadar çok çizilir mi diyorlar. Çizilir tabi.

K3

Sizin 40 Hadis ve İstiklal Marşı ile ilgili tematik çalışmalarınız var. Nasıl ortaya çıktı bu çalışmalar?

Tematik çalışmalarım talep üzerine oldu. Bir dönem Milli Eğitim bürokratlarından olan Alpaslan Durmuş‘un danışmanlığı, eğitim merkezi var. Çocuklar için Birdirbir Dergisini çıkarıyorlardı. İlahiyatçı bir grup oluşturuyorlar. Çocuklara dönük hadis seçkisi yapıyorlar. Onların teklifi, isteğiyle böyle bir tematik çalışma ortaya çıktı. Kırk hadisten sonra Diyanet TV için 30 ramazan hadisleri içeren Ramazanname çalışmasını gerçekleştirdim. İki çalışmanın arasında İstiklal Marşı'yla ilgili bir tematik çalışma daha yaptım. Her mısraya bir çizgi, 41 mısra 41 çizgi adıyla ilk baskısı yapıldı. Korkma adlı bu yapıt da dünyada İstiklal Marşı ile ilgili yapılan ilk çalışmadır. Yunus Emre Enstitüsü, Yunus'un divanıyla ilgili seçkin bir çizgi albüm yapmak istedi. 60 şiirlik bir albüm çalışmasını enstitü için gerçekleştirdim. Bu eseri yabancı ülkelerde sergilemek üzere talep etmişlerdi. Albüm halinde önümüzdeki yıl yayınlanacak. Balıkesir Üniversitesi’nde de akademisyenlik yapmış, Prof. Dr. Kadir Canatan ile yine bir tematik çalışma planladık. Prof. Dr. Canatan Kur'an sureleri ile ilgi makale yazıyor, ben de bir çizgi ile eşlik ediyorum. Müşterek kitabımızı yılbaşına kadar bitirmeyi planladık. Sanıyorum bu da dünyada ilk eserler arasında yer bulacak. Bütün albümlerim besmeleyle başlar. Benim karikatür ve albüm anlayışım budur.

K8

Karikatürlerinizde bir tipleme var mı?

İmam hatip okulunda sınıf gazetesinde çizerken, Mürteza adlı bir karakterim vardı. Bant çiziyordum, Disiplin kurulu başkanı, müdür yardımcısı Dursun Işık tarih dersine gelir, önce karikatürlere bakardı. Mürteza karakterini çok severdi. “Bir gün seni gazetelerde görürsek şaşırmayacağız” derdi. Tesadüfi çocukça çizgilerdi. Profesyonel yaşamda özel bir karakter çizmedim. İyi ki öyle yapmamışım. Çizerliğimin henüz ikinci, üçüncü ayıydı. İlk defa ismet Özel ile karşılaştık. Aynı gazetede, aynı sayfada köşesi vardı. Bana bir uyarısı oldu; “Gazetede boşluk olmasın diye simgesel çizip gönderiyorsun. Boş ver boşlukları patron düşünsün. Sen kendi çizgini çiz” dedi. Çizgilerim ondan sonra kendini bulmaya, oluşmaya başladı. Sonra yalın insan tipi çizmeye başladım ve çok kabul gördü. Bu yalın insan, rütbesi, hatta cinsiyeti bile ortaya çıkmayan, giysileri, şunları bunları olmayan ihtiyaç duymadıkça kıyafet ayrıntılarına girmeyen yalın insan. Kuran'ın haber verdiği yalın insan. Benim çizgilerimde ünlem, soru işareti çoktur. Çünkü sorumluluk hep devam ediyordur. Yazarlığıma gelince; “Ademin Yeri” başlığı attığım bir roman yazdım deftere. En çok üzüldüğüm şeylerden biri ben o defteri kaybettim. Çocukça yazdığım şiirlerim vardı bir defterde, o defteri de yitirdim. Köyden geldiğimizde Oruç Gazi Mahallesinde dedemin evinin bitişiğinde otururduk. İnşaatını yapıp tamamladığımız eve taşınırken o defterleri kaybettim. Ama onlardan hep bir şeyler kaldı Balıkesir’den İstanbul’a gideceğim dönemde rahmetli Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştım. Dedem Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Hasan Basri Çantay, Gönenli Mehmet Efendi Mehmet Zahit Kotku, Abdurrahman Gürses, Ömer Nasuhi Bilmen’den çok bahsederdi. Ben de onları dedemin arkadaşları zannederdim. Yıllar sonra kimileriyle yolumuz kesişti, tanıştık, Necip Fazıl ile görüşmemizden sonra ruhumda bambaşka ufuklar açıldı. Bende önceden bir potansiyel var. Nasıl mücadele edeceksiniz? Bunu nasıl dile dökeceksiniz bilmiyorsunuz. Bir üslup, bir tarz, gerekir. Necip Fazıl'ın sanatla neler yapabildiğini görünce çok şey değişti. Bende karşılıklarını bulmaya başladıkça, yazmak ve çizmek konusunda kendimi frenleyemiyordum.

K10

Yayımlanmış kaç kitabınız var?

Yayınlanmış 3’ü roman 34 kitabım var. Romanlarım Esrarname, Sahipkıran: Nam-ı diğer Hamzaname ve Battalname. Bu konularda belli bir otorite olan Ahmet Özalp, Esrarname için bir eleştirisinde “Amak-ı Hayalden sonra bu topraklarda yazılan ilk yerli roman” diye takdimde bulunmuştu. Esrarname’ den sonra Sahipkıran’ı yazdım. 500 küsur sayfalık bir romandır ve edebiyatta, hatta dünya edebiyatında İslami destan geleneğinin ilk örneği sayılan Hamzaname'nin romanlaştırılmış halidir. Hamzaname’nin basılmışı yoktur. Bende, yaklaşık 200 yıllık geçmişe sahip el yazması defter vardı. Hazreti Hamza üzerinden Türki bir destan, Müslüman muhayyilesinin kahramanlık destanıdır. Daha çok Yeniçeri Ocakları'nda şifahi olarak anlatılagelmiş, her anlatan tarafından yeniden üretilmiş bir destan. Dedemden bana intikal eden el yazması bir defterdi. Birileri bir tarihte sayfalardan birisine mühür basmış, o mühür öncesinden bir tarihe sahip. Yapı Kredi Yayınları basmak istedi fakat sonuçlanmadı, sonuçlandırılamadı. Kütüphanelerde başka var mı diye araştırdım, maalesef çıkmadı. Özellikle Süleymaniye Kütüphanesi el yazmalarında birkaç fasikül bulundu fakat çok eksikti. Çok kişilerden basmasını istedim. Olumlu sonuca ulaşamayınca kendim yazmak durumunda kaldım. Kitapta Müslüman muhayyilesinin engin bir düşüncesi var. Orada görüyoruz ki Kaf Dağı bir masal dağı değil. Aslında sanal alem dediğimiz, reel olmayan, reelin ötesinde bir alem, duyular alemi, ne derseniz deyin. Yeniçeri ocaklarında anlatılan Müslüman tipi kahramanın, reel dünyada adaleti sağlamakla yükümlü olduğunu, duyular aleminde de yani Kaf Dağı'nda da sorumlu olduğunu anlatan muhayyel bir yapı var. Aynı tarz, aynı üslup Battalname'de de devam ediyor. Biz o zamana kadar Yeşilçam versiyonlarından Battalgazi'yi biliyoruz. Cüneyt Arkın'ın başrol oyuncusu olduğu filmlerde öylesine maddi ya da kasıtlı şeyler var ki, sonraki anlatımlarda ister istemez bunların düzeltilmesi lazım diyorsunuz. Birisi çıkıp bunu yapmalı diyorsunuz. Herkül, He man benzeri filmler tepkisiyle Battal Gaziyi yazmak bana kaldı. Battal Gazi Destanı, Mescidi Nebevi'de başlar. Battalname’yi bu toprakların İslamlaşmasının romanı olarak yazdım. Destan bu toprakların İslamlaşmasının destanıdır.

Neden Karikatürü seçtiniz?

K7

Ne yazmak, ne karikatür, ne resim, benim aslında öyle bir derdim yok. Benim çocukluğumda hazır bulduğum sorular var. Sesiniz yoksa sesli ifadeyi nasıl yapacaksınız? Elinizde yetenek yoksa nasıl çizeceksiniz? Neden resim yaparken bir takım aparatlara ihtiyacınız var? Yardımcı malzemelerle neyapacaksınız? Sesiniz yoksa konuşamazsınız, terennüm edemezsiniz, müzik yapamazsınız. Elinizde yetenek yoksa nasıl çizeceksiniz? Bana daha önce yazmanın mı, çizmenin mi imkanları daha yüksektir diye sordular. İkisini de tecrübe etmişim. Ama ben önce çizgiyle başladım. Okula başladığımda yazı yazmasını bilmiyordum. İmam Hatip Okulu Müdürü Abdullah Bey 1966 yılı Eylül ayında tam da o gün orada olmasaydı benim hayatım bambaşka seyredecekti. Köyüme dönüp çiftçi kalacaktım. Necip Fazıl'la karşılaşmasaydım da başka biriyle karşılaşsaydım? İnsanlar insanlardan etkilenir. Her halükarda yazı olsun, çizgi olsun benim hep işime yaradı. Kendimi ifade ederken ilişkilerimde işe yaradı. Çizgi üstünden bütün dünyayla ilişki kuruyorsunuz. Şimdi ikisini de tecrübe ediyorum. Yazdım romanlarım, kitaplarım var. Yazmaya devam ediyorum. Bu günlerde inşallah son romanımı da bitiririm. Romanı Türkçe yazıyorum, herkese ulaştırmak istesem de ancak Türkçe bilenler okur. Birileri bunu başka bir dilde insanlara ulaştırmak gerekir derse tercüme edilmesi lazım. Artık o başkalarının inisiyatifinde. Çizgi öyle değil. Dünyadaki hiçbir dilin inisiyatifinde değil. Gücü varsa herkese ulaşıyor ve gücü varsa, ömrü olacaksa benim çizgilerim kıyametteki son insana kadar ulaşacak demektir. Önü açık. Çizgiyle ifade edemedikleriniz vardır. Bir yerdedir, onu bir şey yapan imkanlar farklıdır. İşte Ona yazıyla imkan bulursunuz, yazıyla ifade edersiniz. Yazıyla ifade ettiğinizi yeniden çizgiyle ifade etmezsiniz. Çünkü iki alanı da kullanıyorsunuz. Kendimde önce çizgiyi buldum. Yaşamım boyunca çizgiyle tuttuğum notlar, yazıyla aldığım notlardan çok fazladır. Yeri geldiğinde yazıyı çizgi yerine geçirmem. Kendi hayatımda çizgiyi de yazının yerine geçirmem. İkisi de farklı bir imkan. Üçüncü bir imkanım olsaydı onu da yaşamıma katardım.

R2

Yapıtları: Bocurgat (1989), Gece Yürüyüşü (1994), Asâ (1998), Kulbar (2003), Kırk Hadis, Kırk Çizgi (2007), Gözgü (2007), Ahzan (2008), Nun (2009), Zılal (2009), Kudüs Ey Ey (İbrahim Demirci ile birlikte) (2009), Sayha (2011), Üns (2012), Hub (2013), Sarp Geçit (2014), Eyse (2015), İftah (2016), Şâr (2017), Berk (2018), Sidre (2019), Sehergâh (2020), 41 Mısra 41 Çizgi (2021), Urve (2021), Kılağı (2023), Işk (2024), Ramazannâme (2025), Katre (2025),

Roman: Esrarnâme (2003), Sâhipkırân -Nam-ı Diğer Hamzaname- (2007), Bin Hüseyin -Nam-ı Diğer Battalname- (2012), Mekke’yi Sarsan Ses (2020).

Anı yazı: Müşahedat -Hayata Merhaba- (2007)

Söyleşi: Güneşin Altında -Söyleşiler- (2007)

Masal: Keloğlan -Alpembecik Gülpembecik- (2004)

Halk edebiyatı: Risâletü’n-Nushiyye ve Divan -Yunus Emre- (2023)