Bazen büyük hikâyeler, en sade yerlerde yazılır. Avşa Adası da bana bunu hatırlatıyor.

Türkiye'de tatil denince akla ilk gelen yerler çoğu zaman kalabalık, gürültülü ve yüksek ritimli olur. Ama kimi zaman insanın aradığı, bir otelin sonsuz açık büfesi ya da sosyal medya pozları değildir. Sessizlik isteriz. Doğa isteriz. Bir kadeh yerli şarapla gün batımını izlemek, eski taş evlerin gölgesinde zamanın ağır aksak akışına şahit olmak isteriz. İşte böyle anların coğrafyasıdır Avşa Adası.

Balıkesir'in Marmara Denizi’ne bıraktığı mütevazı ama karakterli bu ada, bana göre sadece bir tatil rotası değil, bir ruh hali. Yazın altın kumlarla buluşmak, koylarda yüzmek, geceleri ay ışığında rakı şişesine değil, yıldızlara bakmak isteyenler için bir kaçış noktası.

Ama Avşa, yalnızca deniz tatili değildir. “Ada Karası” üzümünün buram buram koktuğu bağlar arasında yürümek, yerel üreticilerin geleneksel yöntemlerle ürettiği şarapları tatmak, Avşa’yı Avşa yapan şeydir. Şarapçılık burada bir turistik atraksiyon değil; bir kültür, bir yaşam biçimidir. Ve ne mutlu ki bu kültür hâlâ yaşıyor, gelişiyor, kök salıyor.

Bir adaya, onu sadece “güzel denizi var” diye övüp geçmek haksızlık olur. Avşa Adası’nın geçmişi, binlerce yıl öncesine, Antik Çağ’a kadar gidiyor. Aphousia adıyla tarih sahnesine çıkan bu kara parçası, Roma'dan Bizans’a, Osmanlı'dan mübadele dönemine kadar her dönemde iz bırakmış. Üstelik ada halkı, bu tarihi sadece kitaplardan okumuyor; onu sokaklarında, evlerinin taş duvarlarında, geleneksel sofralarında yaşıyor.

Kimi koylarında hâlâ hiçbir tesis yok. Ama işte o “yokluk”, aslında bir zenginlik. Avşa’da Mavi Koy’a uğrayıp sadece denizin sesini dinlediğinizde, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ya da bir sabah erken saatlerde Yiğitler Köyü’nde yürürken, eski Rum evlerinin gölgesinde yudumladığınız kahveyle.

Tabii ki Avşa'nın gastronomisi de bir o kadar özel. Ege'nin otlarıyla Marmara'nın balıkları bir araya geliyor. Kalamarı, ada zeytinyağıyla yapılmış mezeleri, ev yapımı reçelleri… Her lokma, adanın toprağından, geçmişinden bir şey anlatıyor. Ve tüm bu deneyimi taçlandıran şey: Bağbozumu. Her Eylül, sadece üzüm değil, aynı zamanda o yılın ruhu da toplanıyor bağlardan.

Bazen büyük hikâyeler, en sade yerlerde yazılır. Avşa Adası da bana bunu hatırlatıyor. Şatafattan uzak, ama anlamla dolu. Gidip bir otelde kalın, bir şarap tadımı yapın, belki sadece sahilde yürüyün… Ama ne yaparsanız yapın, bu adadan dönerken biraz daha “hafiflemiş” olacağınıza eminim.

Çünkü Avşa, sadece tatil değil; farkında olmadan kendinizi bulduğunuz bir adadır.