Eskiden sosyal medya basitti. İnsan işten gelir, telefonunu açar, birkaç komik video izler, arkadaşlarının fotoğraflarına bakar geçerdi. Kimse “acaba beni nasıl görüyorlar?” diye düşünmezdi.

Ne filtre vardı ne kusursuz bir profil çabası. Sadece eğlenmek ve paylaşmak isteyen gerçek insanlar vardı.

Şimdi?
Aynı uygulamalar, bambaşka bir ruh hâline dönüştü.
Sanki herkes görünmez bir sahnede eline megafonu almış, yüksek sesle “Ben buyum!” diye haykırıyor. Üstelik söyledikleri çoğu zaman gerçeği değil, vitrine konulmuş ideal bir versiyonu.

Artık kişinin günlük hayatıyla sosyal medya profili arasında dev bir uçurum var. Filtrelerin parlatıp kusurları gizlediği yüzler… Defalarca çekilip en güzeli seçilen fotoğraflar… Üzerinde uzun uzun düşünülen cümleler… Hepsi aslında aynı şeyin işareti:
Gerçekte olduğumuzdan daha başarılı, daha mutlu, daha iyi görünme çabası.

Bu çaba sosyal medyayı eğlenceden çok bir kimlik savaşına dönüştürdü.
Kim daha iyi görünüyor?
Kim daha havalı bir tatilde?
Kimin kahvesi daha estetik duruyor?
Kim daha fazla beğeni aldı?

Sonu olmayan tuhaf bir yarışın içindeymişiz gibi.
Hızlanıyorsun, içerik üretiyorsun, paylaşıyorsun…
Ama yine de bir türlü “tamam, bu yeterli” hissi gelmiyor.

Belki de en yorucu tarafı bu.
İnsan kendini kanıtlama derdine düştüğünde, gerçek hayatı yaşadığını unutuyor.
Bir bakıyorsun, anı yaşamak yerine anı “yakalamaya” çalışıyorsun.

Artık fotoğraf çekilmeyen anlar değersiz gibi.
Bir kahve içmek bile “storylik mi acaba?” diye düşünülüyor.
Hayat, paylaşılmak için yaşanan bir etkinliğe dönüşüyor.

Sosyal medya bizi bir aynaya bakar gibi yaptırıyor ama o aynanın yansıması gerçek değil; kırılmış, düzenlenmiş, cilalanmış bir görüntü. Zamanla insan kendi gerçek kimliğiyle arasında mesafe koymaya başlıyor.
Bir yanda olduğun kişi,
bir yanda başkalarının görmek istediği kişi…
Arada sıkışıp kalan koca bir kalabalık var artık.

Bu savaşın galibi yok.
Beğeniler geçici.
Popülerlik kırılgan.
Dikkat süresi kısa.
Bugün herkes seni konuşur, yarın kimse timeline’da görmez.

Bu yüzden sosyal medyaya kimlik yüklemek, kumdan kale yapmak gibi.
Bir dalga gelir, hepsini alır gider.

Aslında hatırlamamız gereken şey çok basit:
Sosyal medya bir sahne değil. Biz de sürekli rol yapmak zorunda değiliz.

İster eğleniriz, ister öğreniriz, ister sadece izleriz.
Ama kim olduğumuzu beğeni sayılarıyla ispatlamak zorunda değiliz.

Çünkü kimlik; fotoğraflara, filtrelere, takipçi sayılarına sığmayacak kadar büyük bir şeydir.
Gerçek kimliği belirleyen ekran değil, insanın içindeki sestir.