Türkiye’de e-spor son yıllarda büyük bir ivme kazandı. Twitch yayıncılarının yükselişi, üniversite ligleri, yerel turnuvalar ve Riot’un TCL gibi organizasyonları sayesinde espor artık sadece gençlerin kendi aralarında oynadığı bir eğlence olmaktan çıktı.

Ancak sık sık karşıma çıkan temel bir soru var: Bu takımlar aslında nasıl ayakta duruyor?


Kâğıt üzerinde espor takımları, futbol ya da basketbol kulüplerine benziyor. Oyuncu transferleri yapıyorlar, turnuvalara katılıyorlar, taraftar kitlesi oluşturuyorlar. Ama işin ekonomik kısmı hâlâ çok kırılgan. Türkiye’deki çoğu takımın ana gelir kaynağı, neredeyse tamamen sponsorluklar. Bankalar, teknoloji firmaları, hatta gıda markaları… Genç kitleye ulaşmak isteyen markalar, esporu doğal bir reklam kanalı olarak görüyor. Fakat burada ciddi bir dengesizlik var. Birkaç büyük takım (örneğin BBL ya da Papara SuperMassive gibi) güçlü sponsorluk anlaşmalarıyla bütçesini güvence altına alabiliyor; diğerleri ise kısa vadeli desteklerle günü kurtarıyor.


Bir diğer gelir kaynağı, yayın hakları ve içerik üretimi. Takımların Twitch veya YouTube üzerinden içerik çıkarması, oyuncuların bireysel yayın yapması, aslında kulübün bütçesine doğrudan katkı sağlıyor. Fakat bu da sürdürülebilir bir model değil; çünkü Türkiye’de espor izlenmeleri yüksek olsa bile reklam gelirleri hâlâ Avrupa’nın çok gerisinde. Kısacası, aynı izlenme rakamına sahip bir Türk takımı ile bir Alman takımı arasında ciddi bir kazanç farkı var.


Oyuncu maaşları ise işin en sancılı kısmı. Bazı takımlar, Avrupa standartlarında maaş veremediği için genç yeteneklerini elde tutamıyor. Nitekim son yıllarda Türkiye’den Avrupa liglerine giden oyuncuların artışı, bir yandan gurur verici olsa da, diğer yandan “biz elimizdeki yıldızları tutamıyoruz” gerçeğini de gözler önüne seriyor. Yani burada bir beyin göçü var; sadece yazılım ya da mühendislikte değil, e-sporda da aynı tabloyu görüyoruz.


Tüm bu tabloya rağmen Türkiye’de esporun canlı kalmasını sağlayan şey, aslında tutku. Oyuncular, izleyiciler ve genç kitle, bu sahnenin varlığına inanıyor. Taraftarlar, sosyal medyada takımlarına destek veriyor; öğrenciler internet kafe kültüründen arenalara uzanan bu yolculuğu sahipleniyor. Yani ekonomik açıdan zorluklar olsa da, kültürel olarak espor Türkiye’de kendine sağlam bir yer edinmiş durumda.


Sonuç olarak Türkiye’de espor ekonomisi, henüz tam anlamıyla oturmuş bir yapı değil. Sponsorluklar ve yayın gelirleri üzerine kurulu kırılgan bir model söz konusu. Ama aynı zamanda bu kırılganlığın içinde büyük bir potansiyel var. Eğer federasyon, kulüpler ve markalar daha uzun vadeli yatırımlara yönelirse, Türkiye’nin espor sahnesi sadece oyuncu yetiştiren değil, aynı zamanda kendi markalarını yaratan bir ekosistem haline gelebilir. O zaman belki “nasıl ayakta duruyorlar?” sorusu yerine “ne kadar ileri gidebilirler?” sorusunu sormaya başlayacağız.


Benim fikrim şu: Türkiye’de esporu ayakta tutan en büyük güç hâlâ gençlerin tutkusu. Bütçeler sınırlı olabilir, sponsorlar gelip gidebilir, ama bu tutkuyu kaybetmediğimiz sürece sahne her zaman ışığını koruyacak.