Her yıl 29 Ekim geldiğinde, sokaklarımız kırmızı beyazla donanır, çocukların gözlerinde pırıl pırıl bir heyecan belirir.
Bayraklar, marşlar, törenler… Ama belki de hepsinden öte, içimizde derin bir gurur uyanır. Çünkü 29 Ekim sadece bir tarih değil; bir ulusun küllerinden yeniden doğduğu, kendi kaderini eline aldığı gündür.
Cumhuriyet: Bir Milletin Kendi Ayakları Üzerine Kalkışı
Cumhuriyet, aslında bir zihniyet devrimidir. Osmanlı’nın yorgun son döneminden, işgallerin karanlığından çıkıp yepyeni bir umutla kurulan bir rejim. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü sadece bir cümle değil, aynı zamanda yüzyıllardır süren bir mücadelenin özeti.
Atatürk ve silah arkadaşları, yalnızca bir savaş kazanmadılar; halkına “artık sen söz sahibisin” deme cesaretini de gösterdiler. Cumhuriyet, bu yüzden bir rejimden çok, bir bilinç halidir. Özgürlüğü, eşitliği, bilimi ve aklı esas alır.
Her 29 Ekim’de Yeniden Hatırlamak
Bugün Cumhuriyet’i kutlamak, sadece geçmişe saygı göstermek değil; geleceğe karşı da bir sorumluluktur.
Atatürk’ün “Benim en büyük eserim Cumhuriyettir” sözü, bu sorumluluğu bize hatırlatır. Cumhuriyet, her kuşakta yeniden yaşatılmalı, korunmalı, geliştirilmelidir. Çünkü bir ülkenin bağımsızlığı sadece silahla değil; düşünceyle, eğitimle, üretimle, bilimle korunur.
Kutlamak Yetmez, Yaşatmak Gerek
Cumhuriyet Bayramı, sadece resmi geçitlerle değil, o ruhu yaşatmakla anlam kazanır.
Çocuklarımıza Cumhuriyet’in değerlerini anlatmak, kadınlara verilen hakları, eğitime açılan yolu, fırsat eşitliğini hatırlatmak gerekir. Çünkü Cumhuriyet, bir armağandır ama aynı zamanda bir emanettir. Her nesil bu emaneti korumakla yükümlüdür.
29 Ekim, bu topraklarda “ulus olma” bilincinin doğduğu gündür. Her 29 Ekim’de, aynı gururla şunu söyleriz:
Ne mutlu Türküm diyene!