1990’ların başında Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Balkanlar’da kanlı bir dönem başladı. Bosna-Hersek’in bağımsızlığını ilan etmesi, çoğunluğu Müslüman olan Boşnak halkı için adeta ölüm fermanı gibi görüldü. Sırp milliyetçiliğinin körüklediği saldırılar kısa sürede vahşi bir etnik temizliğe dönüştü. Köyler yakıldı, camiler yıkıldı, kadınlar tecavüze uğradı, erkekler toplama kamplarında kurşuna dizildi. Avrupa’nın ortasında, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük insanlık trajedisi yaşanıyordu.
Savaş boyunca yaklaşık 100 bin insan hayatını kaybetti, 2,2 milyondan fazla kişi yerinden edildi. 1995 Temmuz’unda Srebrenica’da yaşanan katliamda 8 binden fazla erkek ve çocuk topluca öldürüldü. Birleşmiş Milletler’in “güvenli bölge” dediği yer, aslında toplu mezarların adresi oldu.
Beyaz Üniformaların Sembolü
Bu zulüm karşısında Bosna halkı sessiz kalmadı. İlk başta dağınık olan küçük gruplar zamanla birleşti, Bosna-Hersek Ordusu çatısı altında örgütlendi. Halk arasında “Beyaz Üniformalılar” olarak anılan genç direnişçiler, beyaz kıyafetleriyle savaş meydanlarında sembolleşti.
Beyaz, aynı anda iki şeyi simgeliyordu: Kefen, yani ölümü göze almak; ve umut, yani özgürlüğü hayal etmek. Çoğu zaman ellerinde av tüfekleri, bazen hiç silahları olmadan; ama yüreklerinde dimdik bir inançla savaştılar. Onların bu görüntüsü, katliamcı güçlere verilen en sert cevaplardan biriydi: “Biz buradayız, bizi yok edemezsiniz.”
Türkiye’den Uzanan El
Bosna’daki direniş, yalnızca Balkanların Müslümanlarını değil, Türkiye’yi de derinden etkiledi. Televizyonlardan izlenen vahşet, Anadolu’da milyonlarca insanın kalbine ateş gibi düştü. Türkiye’den bazı cesur gönüllüler, o ateşi yalnızca seyretmek istemedi; Bosna’ya gidip savaşa katıldılar.
Kimi üniversite öğrencisiydi, kimi Balkan kökenli bir ailenin çocuğu, kimi de Anadolu’nun herhangi bir köyünden çıkıp gelen bir delikanlı. Onlar için Bosna, sadece bir başka ülke değil; ortak tarih, ortak kader, ortak inançtı. Kimileri şehit oldu, kimileri yaralı döndü, kimileri de ömür boyu savaşın hatırasını sırtında taşıdı. Ama hepsi, “Bosna yalnız değildir” mesajını dünyaya haykırdı.
İnsan Hikâyeleri
- Srebrenica’nın Son Sabahı: Temmuz 1995’te binlerce insan ormanlara kaçmaya çalışırken, çoğu ateş altında kaldı. Kaçabilenler günlerce aç susuz yürüdü; kaçamayanlar ise toplu mezarlara gömüldü. O sabah anneler oğullarını son kez gördü, çocuklar babasız büyüdü.
- Goražde’de Bir Baba: Şehri savunmak için gönüllü olan bir baba, her sabah çocuğunu okula gönderdikten sonra cepheye koştu. Bir saldırıda yaralandı, ama şehri düşmekten kurtaranlar arasındaydı. Oğlu yıllar sonra, “Babamın yarası Bosna’nın onurudur” diyecekti.
- Mücahitlerin Hikâyesi: Bosna’ya dünyanın dört bir yanından gelen Müslüman gönüllüler oldu. Onlardan biri, kefen gibi beyaz kıyafetiyle savaşırken yaralandı. Yerel halk onu gizlice taşıyıp kurtardı. O gün, Bosnalılar ve yabancı gönüllüler arasındaki kardeşliğin simgesi olarak hafızalara kazındı.
Direnişin Mirası
Savaş boyunca Bosna Ordusu’nun 5. Kolordusu bile tek başına 3 binden fazla şehit verdi, on binlerce yaralıyla mücadele etti. Ama sonunda Bosna-Hersek ayakta kaldı. Bugün Saraybosna sokaklarında oynayan çocuklar, beyaz üniformalı yiğitlerin ve onların yanında savaşan gönüllülerin fedakârlığı sayesinde nefes alıyor.
Bosna Savaşı bize bir hakikati hatırlatıyor: Zulüm ne kadar güçlü olursa olsun, özgürlük arzusunun önünde duramaz. Beyaz Üniformalılar, sadece askeri bir direniş değil; insanlığın onurunu ayakta tutan bir semboldür.
Avrupa’nın göbeğinde işlenen bu utanç, hafızalardan silinmeyecek. Ama aynı zamanda Bosna’nın sessiz çığlığı, beyaz üniformalı gençlerin cesareti, Türkiye’den uzanan kardeşlik eli ve insanlığın direnci de hep hatırlanacak. Çünkü tarih bize şunu fısıldıyor:
“Beyaz bir kefenle bile dirense, insan onuru asla teslim olmaz.”