TERÖRLE MÜCADELEDEN MAZLUMLARIN UMUDUNA

Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda karşımıza büyük bir dönüşüm çıkar. Bundan sadece 20–25 yıl önce, ülkemizin gündemi ağırlıklı olarak iç güvenlik, terörle mücadele, sınır ötesi tehditler ve ekonomik kırılganlıklar idi. Toplumun duyarlılığı, devlete olan beklentiler ve devletin güvenlik perspektifi büyük ölçüde iç tehditlerle şekilleniyordu. Ülke enerjisinin çok önemli bir kısmı; siyasi istikrarı korumaya, terörü sınırlandırmaya, güvenlikçi reflekslerle düzen sağlamaya harcanıyordu.

Bugün geldiğimiz noktadaysa Türkiye, sadece kendi sınırlarını koruyan bir ülke değil; Afrika’dan Orta Doğu’ya, Kafkasya’dan Balkanlara kadar geniş bir bölgede mazlum toplumların hakkını savunan, diplomatik ağırlığı ve insani kapasitesi tartışmasız olan bir aktör hâline geldi. Bu dönüşüm bir günde olmadı; jeopolitik zorunlulukların, ekonomik yükselişin, askeri kabiliyetin, insani diplomasi vizyonunun birleşiminden doğdu.


***

GÜVENLİKÇİ TÜRKİYE, İÇ TEHDİTLERE ODAKLANAN DÖNEM (1984–2000)

Bu dönemde Türkiye’nin devlet refleksi büyük ölçüde iç güvenlik üzerine kuruludur. PKK terörü, bölgesel istikrarsızlık, sınırlarımızda kontrolü zor tehditler ülkenin ana gündemidir. Devlet enerjisinin büyük bölümünü Terörle mücadeleye, Sınır ötesi operasyonlara, İstihbarat ve iç güvenlik yapılanmasına harcamıştır.

Bu dönemde Türkiye’nin dış politika araçları sınırlıdır. Ekonomik bağımsızlık zayıf, savunma sanayisi dışa bağımlı, uluslararası diplomaside iddialı bir mimari görünmez. Türkiye büyük bir devlettir, ancak kapasiteleri iç tehditleri absorbe etmeye odaklanmıştır.


***

SINIR ÖTESİ GÜVENLİK, BÖLGESEL GÜÇ ZORUNLULUĞU (2001–2016)

2000’li yıllar, Türkiye için iç güvenliğin dış güvenlikten ayrılmasının imkânsız hale geldiği dönem olmuştur. Irak ve Suriye’deki devlet çökmeleri, sınır bölgelerinden gelen tehditler, göç akımları, radikal yapılar, Türkiye’yi doğal olarak sınırlarının ötesine taşan bir güvenlik doktrinine yöneltmiştir.

Bu süreçte İHA ve SİHA’lar geliştirildi, Milli savunma sanayisi güçlendi, İstihbarat yapısı yeniden dizayn edildi, Kara ve hava operasyonları kalıcı refleks haline geldi.

Türkiye artık sadece sınırlarını korumayı değil, sınır ötesi jeopolitiği şekillendirmeyi öğrendi.


***

MAZLUMLARI SAVUNAN TÜRKİYE, KÜRESEL İNSANİ AKTÖR (2016–GÜNÜMÜZ)

Terör minimize edilmiş, iç istikrar güçlenmiş, savunma sanayi millileşmişti. Bu koşullar Türkiye’ye büyük jeopolitik serbestlik kazandırdı. Türkiye ilk kez sadece “güvenlikçi devlet” değil, insani diplomasi yapan küresel vicdan devleti rolüne yükseldi.

Bugün Türkiye Somali’de açlıkla mücadele ediyor. Etiyopya ve Nijer’de kalkınma projeleri yürütüyor. Arakanlı Müslümanlara yardım ulaştırıyor. Gazze’de mazlumları savunuyor. Karabağ’da adaletin yanında yer alıyor. Pakistan’dan Lübnan’a afet yardımı taşıyor

Bu insani kapasitenin kurumsal karşılığı TİKA, AFAD, Kızılay ve dış yardım misyonlarıdır.

Türkiye artık sadece devletler için değil, halklar için güven veren bir ülke hâline gelmiştir.


***

DÖNÜŞÜMÜN SIRRI NEDİR?

İç güvenliğin sağlanması. Terör minimize edilmeden dış politika kapasitesi doğmaz.

Savunma sanayisinin millileşmesi. Kendi silahını yapan ülke, kendi dış politikasını üretir.

İnsani diplomasinin kurumsallaşması. Spor, eğitim, sağlık, yardım ve kalkınma projeleri ile halk tabanlı güven oluştu.

Küresel boşluğun doldurulması. Mazlum coğrafyaların sorunlarına Batı ilgisiz kaldı; Türkiye bu ahlaki boşluğu doldurdu.

***

Mazlum halklar için Türkiye’nin anlamı artık şudur: “Bize yardım eden değil, bizim onurumuzu savunan ülke.”

Bu, sadece jeopolitik başarı değil; vicdanî liderliktir.

Ve unutulmamalıdır:

Güven, askeri güçten daha kalıcıdır.