Sporun insan hayatındaki yeri her dönemde çok özel olmuştur. İlk çağlardan günümüze kadar uzanan bu rekabet ve mücadele duygusu, kimi zaman savaşların yerini almış, kimi zaman şehirlerin, milletlerin ve tribünlerin ortak ruhunu oluşturmuştur. Futbol, basketbol, voleybol veya atletizm… insan için spor önce bir heyecandır. Bir maç günü, birçok taraftar için rutin hayatın dışına çıkmaktır. Tribünde, evde veya bir kafede milyonlar aynı anda ekrana kitlenir. O anın verdiği heyecan, kişinin ruhunu yeniler; insan kendini çocuk gibi hisseder.


Aidiyet ve Birliktelik

Fakat sporun bir diğer yüzü vardır: sosyalleşme. Bir futbol maçı, tribünde binlerce insanı, ekranda milyonları bir araya getirir. Orada sınıf yoktur, unvan yoktur, sosyal statü yoktur. Aynı renge gönül veren her insan, birbirinin kardeşidir. Bir gol atıldığında yanındaki hiç tanımadığın insanla sarılırsın. Aynı sevince ortak olursun, aynı haksızlığa hep birlikte tepki verirsin. Spor bu yönüyle büyük bir toplumsal bağ kurar. Bu nedenle spor kulüpleri sadece takımlar değil; toplumsal aidiyet merkezleridir.


Tartışmalı Hakem Kararları

Ancak son yıllarda spor, masumiyetini yitirmiş gibi görünmektedir. Hakem hataları artık bir tesadüf olarak görülmemekte, tekrar eden, birbirine benzeyen kararlar büyük şüpheler yaratmaktadır. Verilmeyen penaltılar, olmayan penaltıların verilmesi, bazı takımlar için es geçen kırmızı kartlar, en küçük temaslarda çıkarılan kırmızılar artık birer istisna değil, örüntü seviyesine ulaşmıştır. Hele ki VAR sistemi devreye girdikten sonra, adalet duygusunun düzelmesi gerekirken daha da büyüyen bir güvensizlik oluşmuştur.

Taraftarlar artık “hakem hata yaptı” demiyor; “acaba bu bir tercih miydi?” diye soruyor. Çünkü sporun temel taşı adalettir. Adalet duygusu bozulduğunda, oyunun tüm ruhu sarsılır. Spor sahada oynanıyormuş gibi görünse de, perde arkasında farklı senaryoların yazıldığı izlenimi oluştuğunda, milyonlar kendisini bir tiyatronun seyircisi gibi hissetmeye başlıyor. Bu duygu, sporun en temel güzelliğini zedeliyor: rekabetin masumiyetini.


Bahis Endüstrisinin Gölgesi

Son yıllarda sporun etrafını kuşatan en büyük gölge ise bahis endüstrisidir. Artık bir maç sadece maç değildir. Bir oyuncunun kart görmesi, bir takımın ilk yarıda köşe vuruşu sayısı, bir penaltı, bir skor… hepsi uluslararası bahis havuzlarındaki paranın yönünü etkileyen unsurlardır. Bu nedenle insanlar ister istemez şu soruyu soruyor:


“Bu maç sahada mı kazanıldı, yoksa borsada mı?”

Bu soru belki herkesin yüksek sesle sormaya cesaret edemediği ama içinden geçirdiği bir sorudur. Spor masumiyetini kaybederse, taraftar oyunun kendisine değil, tesadüf gibi görünen pozisyonlara odaklanır. Bir hakem kararı artık sadece bir karar değildir; bazı taraftarlar için ekonomik ve politik bir anlam taşır hâle gelir.


Gerçek Spor Hâlâ Tribünde Yaşanıyor

Fakat bütün bu sis bulutunun içinde spor hâlâ güzeldir. Çünkü gerçek spor tribünde yaşanır. Çocuğunu alıp maça gidiyorsan, formayı giyip sevdiğin renklerin heyecanını yaşıyorsan, rakip takım taraftarıyla birlikte aynı atmosferi soluyorsan, spor hâlâ adaleti hissettirir. Çünkü gerçek spor, televizyonda değil, tribünde, sahada ve insanların ruhunda vardır.


Adaletin gücü, sporun ruhunu belirler

Belki sahadaki oyun zaman zaman kirlenmiştir, belki perde arkasında görünmeyen hesaplar vardır, belki hakem kararları milyonlarca insanın vicdanında yer bulmamaktadır. Ama spor, insan ruhunun rekabet, mücadele, dayanışma ve aidiyet ihtiyacının en güçlü temsilidir. Bu nedenle spor hiçbir zaman ölmez. Çünkü tribünde nefes alan milyonlar vardır.

Ve unutulmamalıdır ki: sporun asıl değeri sonuçlarda değil, yaşanan duygudadır. Golün sevincini, tribünde tanımadığın insanla sarılma hissiyle ölçersin. Bir yenilgi bile, eğer adil oynandıysa insana gurur verir. Çünkü kaybetmek de mücadele kadar değerlidir. Adaletin hissedildiği bir spor müsabakası, insan ruhunun en asil duygularını yaşatır. Oysa adalet duygusu yıpranmışsa, sonuç ne olursa olsun sahnelenen şey oyundan çok tiyatroya benzer.


Sorun hata değil, güven erozyonudur

Sporu bitiren şey hata değildir. İnsan hata yapar, hakem hata yapar. Sorun hata değildir; sorun art arda tekrar eden ve güveni erozyona uğratan tercihlerdir. Eğer bir pozisyonu milyonlar izliyor ve herkesin gördüğünü sahada göremeyen bir mekanizma varsa, orada sporun masumiyetinden söz etmek güçtür.


Sporun Korunması Bir Toplumsal Görevdir

Bu nedenle sporun korunması şarttır. Çünkü spor, toplumların birlikte yaşama kültürünü güçlendiren en özel alanlardan biridir. Çocuklara saygıyı, paylaşmayı, rekabeti, dayanışmayı, kazanmayı ve kaybetmeyi öğretir. Sahada kazanan kadar tribünde omuz omuza duranların ruhu da kazanır.


Spor Yaşar, Çünkü Taraftar Yaşar

Son söz şudur: Spor ne olursa olsun yaşamaya devam eder. Çünkü sporun en büyük gücü sahadaki oyuncular değil, tribündeki taraftarlardır. Renkler değişir, skorlar değişir, hakemler değişir… ama taraftarın kalbindeki sevgi değişmez. En büyük tiyatrolar bile bir gün biter, fakat spor toplumun ruhuyla bütünleşmişse, asla bitmez.