NAZİF İLBOZ

Doğanın mütevazı şifacısı: Semizotu

Semizotu... Çoğumuzun çocukken bahçede, tarlada rastladığı, belki farkında bile olmadan üzerinden geçtiği; kimi zaman salatada, kimi zaman yoğurtla karşımıza çıkan o sessiz kahraman. Ne çok övünür, ne de ortalığı kasıp kavurur. Ama gelin görün ki doğa, bu mütevazı yeşillikte büyük bir hazine saklamış.


Topraktan gelen mucize

Semizotu (Portulaca oleracea), Latince adını duyunca kulağa egzotik gelen ama Anadolu topraklarının neredeyse her karışında kendiliğinden yetişebilen bir bitki. Anavatanı Hindistan ve Orta Doğu olarak bilinse de, bugün dünyanın hemen her yerinde yetişiyor. İstilacı bir tür olarak görülmesine rağmen, aslında tam bir ekolojik kahraman: Kuraklığa dayanıklı, toprak seçmeyen, hızlı büyüyen ve pek çok canlıya besin kaynağı olan bir bitki.


Lezzet mi arıyorsunuz? Buyurun!

Semizotunun tadını tanımlamak gerekirse; hafif ekşimsi, ferahlatıcı ve çıtır bir dokusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu özellikleriyle salatalarda, yoğurtlu mezelerde ve zeytinyağlı yemeklerde adeta parlıyor. Ege mutfağında özellikle yoğurtla hazırlanan semizotu salatası yaz sofralarının baş tacıdır.

Ancak sadece soğuk tüketilmek zorunda değil. Zeytinyağlı semizotu yemeği, kıymalı pişirme yöntemi, hatta yumurtalı semizotu kavurması gibi sıcak seçeneklerle de gönülleri fetheder.


Bir bitkiden fazlası: Omega-3 kaynağı

Semizotu, içeriğiyle adeta yeşil bir eczane. Özellikle bitkisel Omega-3 yağ asidi olan alfa-linolenik asit (ALA) bakımından en zengin yeşil yapraklı bitkilerden biri. Kalp sağlığını korur, kolesterolü dengeler, beyin fonksiyonlarını destekler.

Bununla da kalmıyor:

C vitamini yönünden zengin,

A ve E vitaminleri ile güçlü bir antioksidan,

Demir, potasyum, kalsiyum ve magnezyum gibi minerallerle tam bir mikrobesin deposu.

Kilo vermek isteyenler için de ayrı bir nimet. Kalorisi düşük, lif oranı yüksek. Yani tok tutar, sindirimi destekler.


Ataların Sofrasından Bugüne

Eskiden "fakir yemeği" diye küçümsenen semizotu, bugün şeflerin mutfağında baş köşeye oturuyor. Çünkü artık sağlıklı beslenmenin lüks değil, zorunluluk olduğunu anladık. Doğal olanın, yerel olanın, mevsimlik olanın yeniden değer kazandığı bir dönemdeyiz. Ve semizotu bu dönüşümün en sade ama en güçlü temsilcilerinden biri.


Kırsaldan gelen bilgelik

Birçok köyde hâlâ tarlaların kenarından toplanır semizotu. Tohuma kaçmadan, taze taze toplanan bu otlar, sabah kahvaltılarına kadar girer. Annelerimiz yoğurtla karıştırır, biraz sarımsak ekler – bir tabak sağlık olur çıkar önümüze. Bu bilgelik kaybolmasın diye yeniden hatırlamalı, semizotuna hak ettiği değeri vermeliyiz.


Semizotu alırken nelere dikkat edilmeli?

Canlı yeşil renkte olmalı,

Yaprakları taze, diri ve lekesiz olmalı,

Eğer çiçek açmışsa, artık tohuma kaçmıştır ve besin değeri azalmış olabilir.

Her zaman gözümüz yükseklerde olmasın. Kimi zaman ayaklarımızın altına bakmak gerek; çünkü doğa en kıymetli hazinelerini çoğu zaman en sade halleriyle sunar. Semizotu da bunun en güzel örneği.

Bir dahaki pazarda gözünüz semizotuna takılsın. Sepetinize birkaç demet atın. Sofranız şenlensin, bedeniniz şifa bulsun.

“Doğaya kulak ver, sofrana sağlık gelsin.”