Evrenin akışında bir zerre kadar yer kaplamayan insan türü, 10 bin yılda dünyayı tüketme noktasına getirdi. Ancak aynı insan, bilimin ışığında yeniden doğuşun da kapısını aralayabilir. Çünkü gerçek gelecek, otokratların değil; birbirini anlayan, bilimi, barışı ve sevgiyi ortak dil haline getiren insanların elinde şekillenecek.

Dünya’da pek çok insan, ne yazık ki sadece günün karmaşasına bakmakla yetiniyor. Halklar hep cari dönemin değişimlerine bakmakla, sebeplerini anlamaya çalışmakla ve buna göre geleceğin nasıl şekillenebileceğini hesaplamakla meşguller. Öte yanda ise yarınlarımızı kendi kafasına göre belirlemeye hakkı olduğunu sanan, kendisini gezegenin sahibi sanan, hatta yetinmeyip bunu kibirle haykıran ve uygulayan otokrat örnekleri de giderek artıyor. İnsan olup da, bu gibilerin çalımına bakıp etkilenmemek zor elbette. Algı yaratmakta ustalar. İsrail mesela 200 bin ton bomba atmış iki yılda Gazze’ye, yani ABD o savaşın devamı sağlayan olmuş aslında. Trump vermeseydi o bombaları, 70 bin insan ölmeyecekti, 500 bin konut yıkılmayacaktı, Filistin’in havası, suyu ve toprağı zehirlenmeyecekti. Yani istese çoktan bitirirdi o soykırımı bugün barış havarisi kesilen Trump.! Bilerek, isteyerek savaşı sürürmüşler ortaklaşa. Üstelik şimdi “barış” dedikleri şeyin altında ne tuzaklar yattığı da meçhul halen.

***

O nedenle “insanım” diyen herkes, resmin bütününe bakmalı artık. “Zamanın ruhu” denilen algı dalgalarına direnmenin ve gerçeği görmenin yolu buradan geçiyor. Zira “zaman” koca bir nehir gibi akıp gidiyor hiç bir şeye aldırmadan, üstelik evrenin reel zamanını bilme şansımız da yok. İnsan türü, kendine göre bir tasarım yapıp, saat, gün, hafta, ay, yıl, yüzyıl, binyıl gibi ölçüler koymuş zamana. Fakat evren bu ölçülerin epeyce dışında elbette. Tasarlanmış bir değer aslında zaman denilen, milyarlarca yıl önce olduğu gibi bugün de azametle akıp gidiyor, hiç bir şeye ve hiç kimseye de aldırmıyor. Biz insanlar ise, bu evrenin ve zamanın sanki farkında değilmişiz gibi ve her şeyin merkezinde olduğumuza katı bir inançla sarılarak, yaşamaya ve başka insanların da yaşamlarını etkilemeye devam ediyoruz. Oysa hiç de merkezde değiliz ve ömür denilen armağanın çoğu kez beyhude çabalar için israf edildiğini bile fark edemeyecek kadar zavallıyız gerçekte.

***

Başka bir açıdan bakarsak, bilim insanları yaptıkları gözlemler ve hesaplamalarla, şu anda bilinen evrende 400 milyar adet galaksi olduğunu söylüyorlar. Güneş sisteminin de içinde olduğu Samanyolu Galaksisi, işte bu 400 milyar galaksiden sadece biri. Samanyolu’nda ise 50 milyona yakın gezegenin varlığı hesaplanıyor. Küçük, mavi gezegenimiz Dünya, bunlardan yalnızca biri. Lütfen şimdi bir an için, bu devasa zaman ve mekan büyüklükleri ile her gün yaşamakta olduğumuz küçük, minik işleri yan yana düşünmeyi bir dener misiniz?

***

Evrenin yaşı ise bilim insanlarınca hesaplandığında 13,8 milyar yıl ifade ediliyor. Bir başka deyişle "Bigbang" denilen o tesadüfi varoluş kıvılcımı, günümüzden bu kadar yıl önce meydana gelmiş. Samanyolu Galaksisi içindeki Güneş Sistemi'nin ve Dünya ile diğer gezegenlerin ise 4,5 milyar yaşında olduğu hesaplanıyor. Gaz ve toz bulutu halinde bir oluşumdan, kütlesel bir yapıya dönüşen Dünya'da, bilinen en eski canlılar ise 3 milyar yaşındaki fosilleşmiş bakteriler. Atmosferimizi bunların evrime borçluyuz. Siyanobakteriler tarafından fotosentez yapılarak, Dünya atmosferinin oksijenlenmesi 2,4 milyar yıl önce gerçekleşmiş. Bu ortamda çok hücreli canlılar 1,7 milyar yıl önce, omurgalılar ise 505 milyon yıl önce ortaya çıkmış. Lakin bugün bildiğimiz memelilerin hızla artışı, ancak o kocaman dinozorların yok olmalarından sonra mümkün olabilmiş.

Dinozorların yok olmalarını ise, bir başka gök cisminin Dünya'mıza tesadüfen çarpmasına borçluyuz. Bu son tesadüfün ürünlerinden birisi de, ayakta durabilen insanımsı maymunların 5,6 milyon yıl önce görünmeleri olmuş. İlk insan atanın evrimleşmesi 2,3 milyon yıl önce, Homo erectus (omurgası dik)'un görülmesi 2 milyon yıl önce, Homo sapiens (akıllı, bilge)'in görülmesi 200 bin yıl önce ve Homo sapiens sapiens'in görülmesi ise 50 bin yıl önce gerçekleşmiş. Aile ve küçük topluluklar halindeki insan türü, önce avcı ve toplayıcı olarak yaşayıp, sonra da toplu yaşamın bir gereği olarak 10 bin yıl önce tarımsal üretimi başlatmışlar. İşte özet bir şekilde “bizim zamanımızın tarihi” de bu kadar. Lütfen bir an için bütün bunlarla, her gün yaşadığımız küçük, minik işleri de yan yana koymayı dener misiniz?

***

Dünya'da olanlar ise bu aşamadan sonra hızlanmış adeta. Toplumsal üretim ve tarımın başlamasını takiben, zaman değil elbette ama gelişmeler birden koşmaya başlamış. Mülkiyet kavramı çıkmış ortaya, ki kadın cinsini de bunun içine koymuş insan türü. Silah çıkmış, savaş çıkmış ortaya. Köle emeğinin sömürülmesi ile başlayan kahredici bir düzen, şekil değiştirerek günümüze kadar sürmüş. Ülkeler, sınırlar, devletler çıkmış ortaya. İnsan topluluklarında bölünmenin gerekçesi olarak diller, dinler, milletler ortaya çıkmış. Kazanç, kar hırsı çıkmış ortaya. Yarına dair hiç bir borcu olmadığını düşünenlerin, gezegenin bütün nimetlerine karşı yoğun ve sistemli saldırıları, yağmaları çıkmış. Dağı, denizi, toprağı, ırmağı, ormanı talan eden; ötekinin elindekini almak için savaşan, çatışan, doymak bilmeyen bir hale gelmiş insan türü. Bu işlerin hepsini de işte 10 bin yılda yapmış, bu kısa süreye sığdırmış. Sonuçta 4,5 milyar yaşındaki Dünya'yı epeyce ve fena halde tüketmişiz.

***

Peki hiç mi güzel işler yapılmamış? Elbette yapılmış, hem de pek çok. Omurgasını dikleştirdiği günden bu yana, doymak bilmez bir öğrenme isteğinin peşinde koşan insan türü, öyle çok şey keşfetmiş ki. Ayağını basmadığı yer bırakmamış Dünya'da, hatta Ay’a bile çıkartmış ayak izlerini. Keşifler, bilimsel buluşlar hayatı tümüyle değiştirmiş, kolaylaştırmış. Sadece nehirlerin önünü çevirmekle, denizlerin üzerinde ve içinde yol almakla, hava taşıtlarıyla uçmakla kalmamış, kendi bedeninin DNA’sını ve kromozom dizilimini bile çözmüş. Hastalıkları yenmiş, yapma organlar dahi üretir olmuş. Lakin bunları herkesin huzuru ve mutluluğu için kullanmak yerine, güç ve servet sahiplerinin emrine verip, daha da büyük servetler kazanmalarını sağlamayı tercih etmiş. Ki zaten bu tercih de bizatihi, Dünya'nın mahvedilişinin temelini oluşturmuş sonuçta. Birkaç yüz ailenin mülkiyetine geçmiş neredeyse koskoca Dünya. Aşırı tüketimle kirletilmiş, kaynaklar yok edilmiş, giderek ısınmaya başlamış.

***

Ama bilimsel buluşlar, icatlar durmuyor elbette. Kazanç güdüsüyle de olsa, sonsuz bir hızla devam ediyor insan zekasının yaratıcılığı. Mesela bunlardan sonuncusu, aynı anda 40 dilde simultane çeviri yapabilen bir aletin icadı oldu değil mi? Türkçe de var o diller içinde ama mesela Batı Samoa dili veya Katalanca yok. Çünkü o diller ticari değiller. Zaten mevcut dünya düzeni kapitalizm, ticari olmayan dillerin de tıpkı insanlar ve diğer canlılar gibi varlığının devamında bir yarar görmüyor. “Katalanca bir ninni olmasa da olur” diyor. Hatta bunların yok olmalarını da "doğal" karşılıyor. Bu ayrı bir bahis. Ancak böyle bir aletin icadı ile artık dil eğitimi, dil bilerek hayatını kazanma, dil ile sağlanan tüm diğer menfaatler, dil farkı nedeniyle anlaşamama da dahil, dile dair her konu, her ayrım, sonsuza kadar yok olacak haliyle. Bu çok müthiş bir devrim Dünya ve insan türü için. Sınırlarla ayrılmış ve birbirlerini ötekileştirmiş insanlar, müthiş bir değişim gösterecekler böylece. Uluslar, devletler, sınırlar kendiliğinden yok olmaya başlayacak. Tek dilli olmayan, renkli ve çeşitli ama birbirini anlayan, iletişim kurabilen insanlar olacak tüm Dünya'da. Peki böyle bir Dünya, artık birkaç yüz mültimilyarder ailenin yönettiği bir Dünya olabilir mi hala? Anlaşabilen, konuşabilen insanlar, eskisi kadar kamplara ayrılıp savaştırılabilir mi? Dünya sadece Trump, Netanyahu, Putin ve Şi gibilere bırakılabilir mi? Dünya'nın kaynakları bu kadar kolay talan edilebilir mi? Elbette “hayır” olur bu soruların cevabı.

***

Sanırım, insan türü sadece 10 bin yılda tüketme noktasına getirdiği Dünya'yı, bu kez pozitif bilim sayesinde tekrar yaşanabilir bir yer haline getirmeyi de başaracaktır. Dilleri farklı olsa bile anlaşabilen insanlar, elbette ortak tek dilin “barış, sevgi ve özgürlük” olduğunu da keşfedecektir sonuçta. Bu keşif ise, sadece kendi aralarında değil, devasa evren ve zamanla da barışık yaşamalarını sağlayacaktır. Ne dersiniz, gelecekten umutsuz olmaya, otokratlar karşısında sinmeye ve gerilemeye gerek var mı bu durumda? Bizim bir ömre sığdırdığımız iflah olmaz iyimserliğimizin temeli de bilim değil mi aslında? Zorbalar korksunlar asıl, çünkü ayaklarının altındaki zemin giderek yok olacak, bu dünya onlara ve acınası hesaplarına kalmayacak.

Lütfen bir an için bunları düşünüp, geleceğimize inançla, güvenle, aşkla bakmaya yönelir misiniz dostlar?