İnsanlarımız, sanki bir masal dünyasında, bir sinema filmi içerisinde yaşıyormuş gibi... Sanki o sinema filmi kendileri için yapılmış ve çevresindeki her şey; sokaklar, binalar, diğer insanlar, sadece kendisinin rol aldığı film için yapılmış dekorlardan, bir film platosundan ibaret. Öylesine umursamaz, çevresel iletişimden ve etkileşimden, farkındalıktan ve aidiyetten, sahiplenme duygusundan, nezaketten yoksun...
Ülkemiz gündelik hayatı, yanlışları doğru gibi bellemiş, ezberlenmiş, kalıplaşmış davranışlar halinde tekrarlanıp durulan, adeta psikolojik takıntılarımız haline gelmiş, doğru olup olmadığı hiç sorgulanmayan davranışlarla dolu ve bu davranışlar toplumsal karakterimiz olmuş...
Bu davranış kalıpları ve biçimleri, bazen sinir bozucu, bazen anlam verilemez, bazen komik, bazen trajikomik, çoğunlukla da düşüncesizce, bazen de; "Tam Aziz Nesinlik..." denilen türden...
Toplumsal karakterimiz haline gelmiş, tam da bizi tanımlayan, çok özgün(!) davranışlarımızdan bir demet sunmaya gayret edeyim...
HALK BİLİNÇSİZ
Sokakta, kafede, kahvehanede yapılan sohbetlerde, konuşmalarda geçen kalıplaşmış en ünlü cümle budur; "Halk bilinçsiz!" Bu cümleyi kuran herkes, kendisini dışarıda bırakır. Herkes bilinçli olan kişi tarafındadır.
Bu durum bana Aziz Nesin'in "Türk halkının yüzde 60’ı aptaldır!" sözüne gösterilen tepkiyi hatırlatır.
Aziz Nesin, bu sözüne büyük bir tepki gösterilince şöyle demiştir: "Türk halkının yüzde 40’ı zekidir deseydim hiç sorun olmayacaktı. O zaman herkes kendisinin yüzde 40’lık kesim içinde olduğunu düşünecekti." diyerek bu anlayışa, toplumun 'kıvırma payına' dikkat çekiyordu.
Acaba asıl sorun ikiyüzlülük mü?
SOKAĞA TÜKÜRMEK
Bu davranış da, ünlü(!) özelliklerimizdendir. Ulu orta, pervasızca ve ustalıkla yapılır bu eylem. Herhalde henüz kent hayatına alışamadık(!)
İZMARİTLERİ SOKAĞA ATMAK
Bu bizim medarıiftiharımızdır(!) Toplumun o kadar geniş bir kesimi tarafından kabul görmüştür ki; zengin, fakir, okumuş ya da cahil olmak çok fazla bir fark yaratmaz.
'Atmak' dedim de, bir de 'fırlatmak' var. İzmariti işaret parmağınızı mancınık(!) gibi kullanarak fırlatmak marifet ister(!)
Fırlatırken en uzağa ulaştırmak ise ayrı bir beceri ister ve ayrı bir özelliktir(!) Dükkanın önüne izmarit atan esnafa ne demeli?
Fırlattığınız izmarit, birisinin bir yerine gelirse özür dilerseniz olur biter!
BİLMEDİĞİMİZ ADRESİ TARİF ETMEK
Bizim başka bir milli özelliğimizdir(!)
Birisi bir adres sorarsa 'bilmiyorum' demeyiz! Kendisine adres sorulan bir kimse, bir takım tahminler yaparak adresi anlatmaya çalışırken karşısındaki kişiyi yanlış da yönlendirebilir. Adresi tarif etmeye çalışıp da bilmeyen kişi, yalnız değildir, ona adresi bilmeyen başkaları da katılıp destek olur.
KARŞIDAN GELEN KİŞİNİN
ÜZERİNE ÜZERİNE YÜRÜMEK
Bu durum galiba son yıllarda daha da arttı ve belirginleşti. Yolda yürürken karşınızdan biri geliyorsa siz yokmuşsunuz gibi davranıyor. Yanınızdan geçerken elini kolunu hiç sakınmıyor; üstelik elinde yanan bir sigarası olduğu halde...
Karşıdan gelenin kadın ya da erkek olması pek bir şey fark ettirmiyor, hatta kadınlar sanki daha da özensiz. Oysa yaya trafiğinin de bir kuralı, nezaketi olmalı ve vardı...
Şimdi mesela siz duvar ya da vitrin tarafından yürüyorsunuz ve duvarla aranızda 40-50 cm var. Karşıdan gelen kişi sizin solunuzdan geçmesi gerekirken, ısrarla duvarla sizin aranızdan geçmeye çalışıyor!? Karşıdan gelen kişiye bunun yanlış olduğunu anlatmak ne kadar zor!
Oysa bize yolda yürürken nasıl davranacağımız daha ilkokulda öğretmişlerdi. Sanırım artık böyle bir 'eğitim' konusu okullardan kaldırılmış.
CEVABI BİLİNEN SORUYU SORMAK
Bu da çok ünlü(!) bir alışkanlığımızdır. Mesela herhangi bir yerde sırada beklerken sormuş olmak için sorulur...
Bunun versiyonları da vardır; "Uyudun mu?", "Sen mi geldin?" gibi.
Belki de en masum arızalarımızdandır bu. Belki de bir iletişim başlatma çabası...
BÜTÜN BİR MENÜYÜ SAYDIRIP
KURU-PİLAV YEMEK
Genellikle esnaf lokantalarında görülen bir durumdur. Garson müşteriye ne istediğini sorar, garson da bütün menüyü bir çırpıda sayar. Müşteri de, kuru-pilav ister.
Bu durumda garson ne düşünür bilmem.
Bu neden böyledir?
Ekonomik şartlarımızı belli etmeye çekinmekten mi yoksa ne istediğimizi bilmemekten mi?
Bütün bu tuhaflıklar dizisinin sebebi, düşünme tembelliğimiz midir? Asıl meselemiz bu mudur?