Siyaset, toplumların kaderini şekillendiren en güçlü toplumsal araçtır. Ancak bu aracın nasıl kullanıldığı, hangi ahlaki ve kurumsal temellere dayandığı, ülkelerin istikametini belirler. Türkiye’de özellikle son 40 yılda siyaset, biçimsel olarak değişmekle kalmadı; değer ekseninde de büyük bir kırılma yaşadı. Liyakatten çok sadakatin, ortak akıldan çok kişisel menfaatin öne çıktığı bir yapı, demokrasinin tabanına zarar verir hale geldi.

Eskiden siyasi teşkilatlar yalnızca seçim zamanı sahneye çıkan değil, yılın 365 günü halkın arasında olan yapılardı. Adaylık süreçleri teşkilat içinden, halkla iç içe şekillenir; siyasi temsil, gerçekten emek verilerek kazanılırdı. 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda siyasetin ruhu; mücadele, fedakârlık ve tabandan gelen birikimle yoğruluyordu. Bugün ise bir koltuğa oturmak için en çok çaba harcanan yerin, halk değil merkezler olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Ben bu dönüşümün tam ortasında yer aldım. Siyaseti dışarıdan değil, içeriden yaşayarak öğrendim. Anavatan Partisi’nde başlayıp birleşen Demokrat Parti’de devam eden yolculuğumda, 11 yıl boyunca Genel Başkan Yardımcılığı, Merkez Karar Yürütme Kurulu ve Genel İdare Kurulu üyeliklerinde bulundum. Öncesinde ise iki dönem Anavatan Partisi Balıkesir İl Başkanlığı yaptım. Siyasetin en alt basamağından genel merkez yönetimine kadar uzanan bu yolculuk bana bir şey öğretti: Siyaset, yalnızca kazanmak değil; iz bırakmaktır.

Üstelik siyaset yalnızca partilerde yapılmaz. Bugün iş dünyasında, derneklerde, sendikalarda, üniversitelerde, vakıflarda ve hatta spor kulüplerinde dahi bir “koltuk mücadelesi” yaşanmakta. Siyaset adeta kamusal hayatın her köşesine sirayet etmiş durumda. Hatta aile içi ilişkilerde bile zaman zaman küçük dengeler, stratejik kararlar ve çıkar çatışmaları siyasetin mikro düzeydeki yansımalarıdır. Bu nedenle siyaset artık sadece sandıkla sınırlı olmayan, yaşamın merkezine yerleşmiş bir olgudur.

Ancak siyaseti sadece çıkar kavgası, rekabet ya da kutuplaşma olarak görmek yanıltıcı olur. Asıl siyaset, akıl ve sorumlulukla yapıldığında birleştirici bir güçtür. Gerçek siyasetçi; bir araya getiren, farklılıkları ortak hedefte buluşturan kişidir. “Birlikten kuvvet doğar” anlayışı, sadece bir atasözü değil; toplumsal kalkınmanın ve demokratik ilerlemenin temelidir. Toplumu yönetmek isteyenler önce toplumun tüm kesimlerini dinlemeyi, anlamayı ve dahil etmeyi bilmelidir. Aksi halde yapılan her şey, içi boş bir gösteriden öteye geçemez.

Bugün ülkemizin en büyük ihtiyacı; çatışma üzerinden değil, uzlaşma üzerinden inşa edilen bir siyaset anlayışıdır. Kutuplaşmayla gelen zaferler geçicidir, ama ortak akılla alınan kararlar kalıcıdır. Siyaseti makam uğruna değil, memleket uğruna yapanlar ancak kalplerde yer edinir.

Tecrübe, Sözden Güçlüdür

Yıllarımı siyasetin her kademesinde geçirmiş biri olarak biliyorum ki; kalıcı olan, arkada bırakılan koltuklar değil, geride kalan izlerdir. Siyasetçiler gelip geçer, ancak kimseye kötülüğü dokunmamış; aksine başkalarının önünü açmış, köprüler kurmuş insanlar hep hatırlanır. Gerçek siyasetçi; alkışa değil duaya talip olandır. Eserle konuşan, tevazusuyla hatırlanan, gölgesiyle değil göğsüyle yol açandır.

Çünkü siyaset, günü kurtarmak değil; geleceği inşa etmektir. Makamlar geçer, unvanlar silinir, tabelalar değişir. Ama kimsenin arkasından kötü konuşmadığı bir isim bırakmak, en büyük başarıdır. Ben yolumu bu inançla yürüdüm, hâlâ da o yolda dimdik yürümeye devam ediyorum.