2025 Aralık ayının 18. günündeyiz. Takvim kış diyor ama dışarısı sonbahar. Ne kar var ne ayaz…
Arada sırada yağan yağmur da bir Aralık yağmuru gibi değil; sanki gecikmiş bir Ekim hüznü.
Gömlek, ceket yetiyor. Palto hâlâ dolapta. İnsan farkında olmadan eksik bir şey varmış gibi hissediyor.
Kış gelmesi gereken yere uğramamış sanki.
Bu havada insan ister istemez durup düşünüyor: Mevsimler mi şaştı, yoksa biz mi yerimizi kaybettik?
Bizim zamanımızda Aralık başka bir duyguydu. Soğuk gelirdi, sokaklar sessizleşirdi.
Evler daha sıcak olurdu ama sadece kaloriferden değil; sohbetten, beklemekten, yavaşlamaktan.
Hayat kışın frene basardı. Şimdi ise her şey gazda. Durmak yok. Beklemek yok.
Düşünmek neredeyse lüks.
78 kuşağı olarak biz zamanı daha ağır yaşadık. Kar yağdığında gerçekten kar yağardı.
Okuldan çıkıp eve yürürken ayaklarımız üşürdü ama içimiz sıcaktı.
Akşam olunca sokak boşalırdı, herkes evine çekilirdi.
Şimdi sokaklar dolu ama insanlar boş. Kalabalık var, temas yok. Gürültü var, ses yok.
Belki de mesele sadece iklim değildir. Belki doğa bize ayna tutuyordur.
Sürekli tüketen, acele eden, sabrı unutan bir insanlık…
Her şeye yetişmeye çalışan ama hiçbir şeye gerçekten dokunamayan bir hayat.
İnsan dengeden çıkınca, tabiat susmaz. Mevsimler de şaşar, ritimler de bozulur.
Kışın gelmemesi insan ruhunu da dinlendirmiyor. Kış; durmak demekti.
İçe dönmek, hesaplaşmak, sessizleşmek demekti.
Şimdi ruhumuz hiç durmuyor. Herkes yorgun ama kimse neden yorgun olduğunu bilmiyor.
Sinirliyiz, tahammülsüzüz, çabuk kırılıyoruz.
Küçük meseleler büyük yaralara dönüşüyor.
Çünkü içimizde yaşanmamış mevsimler birikiyor.
Kar yağmayınca duygular da eksik kalıyor. Şiir biraz yarım, şarkılar biraz gürültülü ama ruhsuz.
Eskiden bir kar yağışı çocukluğumuzu getirirdi.
Şimdi çocukluk bile sanki başka birine aitmiş gibi uzak.
Yan yanayız ama birbirimize değmiyoruz.
Aynı sofradayız ama başka dünyalardayız.
Bazen düşünüyorum… Takvim doğru olabilir ama biz yanlış bir yerdeyiz.
Aralık gelmiş ama insanın içindeki kış gelmemiş.
Soğuk yok diye şikâyet etmiyorum aslında.
Sessizlik yok diye, yavaşlama yok diye, durup “ben neredeyim?” diye soracak zaman kalmadığı için içim burkuluyor.
Kimileri hâlâ otuzlarında, kırklarında “dünyayı ben yarattım” yaşında.
Biz ise her geçen gün biraz daha şunu söylüyoruz: Sağlık yeter, nefes yeter. Gerisi boş.
Zaman çok hızlı geçiyor. Çok ama çok hızlı.
Gidenler geri gelmiyor, kalanlar da sessizce eksiliyor.
Belki de sorun mevsimlerin değişmesi değil.
Belki asıl sorun, insanın kendine uğramayı unutması.
Ve korkarım ki mesele karın yağmaması değil…
İçimize yağmur bile düşmediği için bu kadar kuruyuz.