İKİ gündür hastanelerdeyiz yine. Ne zaman kapıdan içeri girsek, “Allah eksik etmesin, ama kimseleri buraya düşürmesin” duası da dilimizdedir.
Kim ister hasta olmayı?
Bazen de yataklı tedaviye muhtaç halde olsak bile, “geçer” deriz, gitmeyiz.
Bir bardak nane limon; içine zencefil, zerdeçal, bir kaşık bal.. İçtin mi bi şeyciğin kalmaz yani!
Ama yara bere, kırık çıkık nane limonla şifa bulmuyor!
Pek çok hastalığa alternatif tıpla müdahale edilse de, bilimsel tıbbi yöntemler tercih ediliyor.
Gidiyoruz mecburen.
***
HASTANE denince, Balıkesir’de tarih olan hastaneler de gelir aklımıza.
Sigorta Hastanesi meselâ; artık yok. SSK Hastaneleri diye bir kurum kalmadı. İsmi bile unutuldu.
Göğüs Hastalıkları Hastanesi; eski adıyla Verem Hastanesi.. Artık yok!
Doğumevi yok.
Devlet Hastanesi yıkıldı, yeniden yapılıyor. Yenilenen acil servis, eskiye göre daha modern bir ortama dönüştü. Ama hastanenin tamamlanıp sağlık hizmeti verebilmesi zaman alacak.
Bir Şehir Hastanemiz var şimdi, bir de Üniversite Hastanesi.
Adım atacak yer yok! Poliklinikler tıklım tıklım. Boş oda bulmak ne mümkün!
Koridorlarda iğne atsan yere düşmez. MR, tomografi, rontgen ünitelerinin önü mahşer yeri.
Hem zaten görüntüleme işiniz için aylar sonraya randevu alabiliyorsunuz.
Ayrıca doktor randevusu almak artık neredeyse imkansız; milletvekillerini falan devreye sokuyorsunuz. Zaten artık sadece bu işe yarıyorlar...
Özel hastaneye gitsen.. Muayene ücreti anasının nikahı.. Üstüne görüntüleme, tahlil falan derken, neredeyse maaşı bırakıyorsunuz hastane veznesine.
Bu ve benzeri sebepler yüzünden, motor tık diyene kadar gitmemeye gayret ediyoruz.
***
GİDİŞİMİZİN nedeni zorunlu hâl. Bizim valide yolda düşmüş; çevredeki vatandaşlar 112’ye haber vermişler. Devlet Hastanesi’ne götürecekler.
Koşarak gittik.. Acil kapısından ambulansla aynı anda içeri girdik.
112 ekibi çok kibar; sizli bizli konuşuyorlar. Sedyeyle hasta taşımalarındaki inceliğe şapka çıkardık. Herhangi bir yeri incinmesin diye çok hassas davrandı çocuklar.
Sarsmadan acil servise taşıdılar. Gözlüklü, güleç yüzlü, hastalar ve refakatçileriyle gayet saygılı konuşan; hastalarla pazarda rastladığı komsuşuyla ayaküstü mahalle dedikodusu yapıyormuş gibi sohbet eden, işini iyi yaptığını izlediğim kadın doktorun tavrı da hoşumuza gitti doğrusu.
Bir önceki gidişimizde, göz polikliniğinde anneme bas bas bağıran kadın doktorun tavrı geldi aklıma.
Sırayı kaçırmışız; içeriye girdik, “ne yapalım, bekleyelim mi gidelim mi” diye soracağız. “Çık dışarı” diye öyle bir bağırdı ki, hastane içinde duymayan kalmadı!
Gören duyan da şiddet uyguladık zannedecek... Halbuki şiddete maruz kalan bizdik. Neyse.
Bu durumu Tabip Odası’na ilettik ama, kuru bir özür bile gelmedi.
Tabi bu davranış farklılıkları kişinin kendi yapısıyla, karakteriyle falan ilgili. Demek ki bize bağıran doktor “artık yeter, daha fazla dayanamayacağım” moduna geçmiş. Bırak o zaman, git emekli ol.
Acil servisteki genç doktor ise yolun başında. Belli ki işini seviyor. Hasta motivasyonuna da dikkat etmesi, moral veren gülümsemeleri, “keşke hepsi böyle olsa” dedirtiyor insana.
Hepsi öyle olmuyor tabi.
***
MR için aylarca sıra bekliyorsunuz ya.. Acil’e geldiniz mi, sıra mıra yok. Direkt görüntüleme merkezine...
Tomografisi, röntgeni, kan tahlilleri, şusu busu.. Hepsi sırayla, hem de sizi hiç üzmeden hallediliyor.
Hastane personeli kâh sedyeyle, kâh tekerlekli sandalyeyle her yere taşıyor sizi.
Hemşireler ve diğer sağlık görevlileri de çoğunlukla güler yüzlü.
Sedyeyle nöroloji polikliniğine kadar taşıdılar bizim valideyi.. Sonuçlara baktı doktor; “beyindeki kılcal damarlardan birinde tıkanma fark etti. “Çok önemli bir şey değil; kan sulandırıcıya devam” deyip taburcu edebilirdi.
Şehir Hastanesi’ne sevk etti.
Biz, “yine mi hastane” diye söylenirken, 112 ekibi geldi; sedyeye bindirip ambulansla Şehir Hastanesi’ne taşıyıverdi hemen.
***
ŞEHİR Hastanesi git git bitmeyen, uzun ve labirenti andıran koridorları, aradığını bulamayan hastaların birbirine adres sormaları, poliklinik önlerindeki birikmeler, araba park edecek yer bulamamanın verdiği sinirli hallerle hafızamızda hep.
Yine aynı manzara.
Ama bu kez Acil’den giriş yapıyoruz. İlgi, ihtimam müthiş.
Nörolojide ilk kontrol, sonrasında yataklı tedavi kararı.
Servise çıkıyoruz; görevli hemşireler ve öteki personel gayet kibar. Yatış işlemleriyle ilgili bürokratik uygulamaları anlatırken o kadar nazik ve tatlı dille konuşuyor ki hemşire; söylediklerini duymuyorum, sadece konuşma tarzına odaklanıyorum.
Çoğunlukla sert mizaçlı, tebessümsüz yüzlerle karşılaşmanın tezahürü; hasta ile yakın dostuymuş havasında konuşan bir sağlık çalışanını görmek şaşırtıyor.
Poliklinikler yoğunluk nedeniyle hijyenden uzak görünse de.. Servislerdeki temizlik hoşumuza gidiyor.
Şehir Hastanesi, Üniversite Hastanesi’ne göre daha temiz, daha bakımlı.
Asıl handikap, aradığın uzman doktoru bulamaman... Bulsan da randevu alamaman...
Doktor yetersizliği, Balıkesir’in eskiden beri talihsizliği zaten.
Atamalarda üç beş uzman doktor, gerisi pratisyenlerden oluşan bir liste... Siyasilerimiz, “şu sayıda doktor ataması yapıldı, Balıkesir’e bu kadar doktor kazandırıldı” diye hava atıyor ama..
Çok ihtiyaç duyulan bölümlerdeki uzman eksikliğine çözüm bulunamıyor.
***
HER halükârda gerek Devlet Hastanesi Acil Servis’i, gerekse Şehir Hastanesi’ndeki izlenimlerimiz, hastane travmalarımızın iyileşmesine yardımcı olan olumlu görüntülerdi.
Sağlık camiasına selam ederim.