15 Temmuz bugün artık hafta sonuyla da birleştirilince dört günlük bir tatil oluyor ama dokuz yıl önce, ne yazık ki berbat bir askeri darbe girişimiydi. O zamanlar, iktidarın ortağıymış gibi görünüp devletin içine sızan Amerikancı bir dinci çete, yönetimi eline geçirmek için orduyu da kısmen kullanarak bir darbeye kalkıştı ama ayağına dolandı her şey. Orduya tümüyle hakim olamadı, güvenlik personeli ve vatandaşların da aktif direnişi sayesinde püskürtüldü. Fakat ülkemiz bu olaydan gerekli dersleri çıkarttı mı derseniz, orası hala biraz tartışmalı.
“Kandırıldık” demek yeterli olamadı, zira bugün hala başka dinci yapılanmalar cirit atıyorlar devletin içinde. Bunlar gizli birer gündem taşıyorlar mı, orası da bilinmiyor. Yine de 15 Temmuz’un yıldönümü, yaşananlar, can verenler, yaralananlar her yıl anılıyor, “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” resmi törenle anılıyor ülkemizde. Fakat dokuz yıl sonra bile, FETÖ’ye yönelik tutuklamalar devam ediyor. Hatta toplu tutuklamalar, tam da 15 Temmuz arifesine denk getiriliyor. “Bir bitmediler bunlar” dedirtiliyor kamuoyuna.
Bir yanda demokrasi nutukları, bir yanda tutuklamalar...
Şimdi gelelim madalyonun öteki yüzüne. Bu 15 Temmuz’da bir yandan demokrasi için nutukları atıldı yine her yerde ama diğer yandan seçilmiş belediye başkanları, meclis üyeleri ve belediye bürokratlarıyla dolmaya devam etti hapishaneler? Demir parmaklıkların ardında, gözaltında veya tutuklu, o kadar çok muhalif siyasetçi var ki bugün. Pek çok belediyede ise başkanın yerinde şimdi atanmış bir kayyum oturuyor. Bunların içinde yakın zamana kadar, tutuklu DEM Parti’li belediye başkanları ve Meclis üyeleri çoğunluktaydı.
Fakat bu son “süreç” sayesinde onlara yönelik gayret aniden bitti. Şimdi hedefte CHP’li belediyeler var. Tutuklama gayreti onlara döndü. Hatta ilk gözaltına alınan CHP’li belediye başkanına da önce “Kürt” diye yüklenildi. Sonra “PKK’yla iltisaklı” gerekçesine dönüldü, nihayet rüşvet, ihale yolsuzluğu noktasına kaydı suçlamalar. Ahmet Özer dört ay tutuklu kaldıktan sonra nihayet örgüt işinden aklandı. Zira artık PKK’nın tasfiyesi açıklanmış, sembolik olarak silahlar da yakılmıştı. Fakat bu kez de, başkanın tutukluluğu “itirafçı ve her şeye tanık” işadamı görünümlü birinin tek lafıyla devam ettiriliyor. Yani bazı süreçler normal yürüyor ama “hadi evine dön, makamını ve itibarını da geri verdik” durumu da yok henüz ufukta. DEM Parti’li Kürt ile CHP’li Kürt’e de sanki farklı bakılıyor bugün. On senede ne büyük bir değişim değil mi? İlla ki birilerini şeytanlaştıran, vaktiyle öteki kıldığını da normalleştiren bir siyasi akıl hepimizin sabrını test ediyor sanki.
Osmanlı Rüyası ve Ümmet Edebiyatı
Son günlerin gelişmeleri gösteriyor ki, şimdilerde çıkıp “tekrar seçtirmeyeceğiz” diyen ile vaktiyle “seni başkan yaptırmayacağız” diyenin hiç bir farkı yok AKP’nin gözünde. Hatta öncekiler birkaç AİHM kararına rağmen hala içeride kalmaya devam ediyorlar. Sanki “bakın onlara da, istikbalinizi görün” mü deniliyor nedir, anlamak zor gerçekten. Zaten bu süreç işinin gidişatını da bugünden kestirmek çok zor. Çünkü hem içeride, hem de yakın coğrafyamızda birbirini etkileyen pek çok süreç birlikte devam ediyor. Bu yüzden tam “anladım artık yapılanları” derken, hop değişiyor her şey.
Hani seyirci reytingine göre sürekli değişip duran dizi film senaryoları var ya, aynen ondaki gibi ilerliyor işler. Demek ki bu coğrafyada tümüyle kesinleşmiş bir plan falan yok. Niyetler var sadece. Kartlar sürekli karılıp duruyor. Eski teröristten devlet başkanı yaratan güçler, bizde de Öcalan’ın tekrar rol almasını hatta Bahçeli’ye methiyeler düzmesini sağlıyor. Büyükelçi diye gelip güven mektubu sunan kişi ise, Suriye özel temsilcisi de oluverince, yeni düzen için Osmanlı’yı önermekte sakınca bile görmüyor. Dünya bunca değişti, sınırlar defalarca ve nice kanlar dökülerek çizildi ama Osmanlı sistemi ne kadar kıymetli bir yönetimmiş meğer? “O zaman siz de bırakın eyalet sistemini de, etnik ve dini topluluklar sistemine geçin” diyesi geliyor insanın. Sanki “Cumhuriyet olmayın da ne olursanız olun” demeye çalışıyorlar bize. Ümmet lafları da buradan çıkıyor sonuçta.
Gazze, hâlâ bir kasabın elinde can çekişiyor!
Bana kalsa arkama yaslanır, Amerikalının ayağının nasıl taşa takıldığını seyrederim. Tamam paraları çok, orduları büyük ama o kadar yanış yerden giriyorlar ki konuya. Ancak öyle çok aktör var ki bu coğrafyada, illa birileri çıkıyor ortaya “ben varım” diye. Şimdi “o vuracak da ayağını, ona uyanlar ne olacak?” derseniz, kaderleri aynı olacak muhtemelen derim tabii ki. Kiminle iş tuttuğuna bakmazsan, adam malı ve parayı yüklenip gider, sen de dört duvar bir dükkanla kalırsın bu gibi ortaklıklarda. Tarih çok öğreticidir aslında bu konularda. İyi okumak, dikkatle incelemek lazım. Birisi çıkıp “Osmanlı” bahsini açıyor diye bir anda gevşemenin de alemi yok. Hele “Türk, Kürt, Arap” sözlerini iyice düşünmekte büyük fayda var. Ümmet edebiyatının 21. yüzyılda yeri olabilir mi? Olsaydı mesela Filistinlilerin de bir dolu dostu olmaz mıydı? Hani nerede onlar? Gazze hala bir kasabın elinde can çekişiyor bugün.
Hatırlayın lütfen, bir koyup beş almak isteyen de çoktu bizim yakın geçmişimizde. Olmadı. Sonra adamlar gelip bizden “örnek bir ılımlı İslam ülkesi” olmamızı istediler. Atladık hemen üstüne bu önerinin. Fakat onlar tuttu iki İslam devletini parçalayıp içine yeni bir IŞİD devleti yerleştirmeye kalktılar. Onu da yuttuk ve sınırlarımız elek gibi oldu.
ABD'nin Hesapları, Türkiye’nin Deneyimleri
Geçiş ülkesiydi Türkiye o zaman. Dünyanın her yerinden siyasal İslamcılar toplanıp bu çekim alanına yığıldı. Meğer ABD ve ortakları kendi ülkelerinden fanatik İslamcıları çıkartıp Ortadoğu’da toplayıp orada boğmak için bir hikaye yaratmışlar. Biz burada İslam devleti komşumuz olacak diye beklerken, adamlar Kürtler ile ittifak yaptılar bu sefer ve onlara kırdırdılar IŞİD’i. Hala da gardiyanlık yaptırıyorlar ama mümkün olursa bir yandan da El Şara’ya biat ettirmeye çalışıyorlar. El Şara, ABD ve İsrail’in oyuncağıyken, ona güvenenlere ne olur acaba? Al sana bir karışıklık daha. Irak da bu arada tümüyle parçalanmadı ama hala dertleri devam ediyor. Bir yanı İran’la birlikte olmak istiyor, bir yanı Kürt yönetiminde. Arap kökenliler ne yapacağını bilemiyor, eskiye de dönemiyor. Şimdi bir de çıkıp “Suriye federasyon olmaz” diyor ABD’nin elçisi ama her taraftan “emin misin” sesleri geliyor hemen. El Şara’nın bile kaç ay, kaç yıl dayanacağı belli değil Suriye’de.
Trump’ın gelmesiyle bir kere daha karışan Ortadoğu coğrafyası, daha o kadar çok şeye de gebe ki. Şimdiden oturup doğmamış çocuğa don biçmenin, buna veya şuna taraf olmanın bize bir faydası yok. Bütün bu gelişmeleri “yeni bir dünya kuruluyor, bu da otokratların dünyası olacak” diye okumak da çok akılcı değil. Trump otokratlara hayran, onları seviyor, onlar gibi olmaya çalışıyor ama Putin’le anlaşamıyor mesela. İki güç merkezi aynı hedefe yönelirse, kişisel beğenilerin değeri kalmaz. Çatışmaya kadar gider iş, zira dünyadaki mevcut sistemde sempati değil çıkarlar karar nedenidir. Aynı şey Erdoğan, Netanyahu, Modi veya herhangi bir başkan için de geçerli. Şimdi de ABD-AB ittifakı dönüp bize Ortadoğu’da “birlikte yaşamaya örnek ülke olun” diyor ise vardır bir çıkarları, niçin hemen atlıyoruz ki? Demokrasi rafa kalkacak, etki alanı genişlemesi olacak, Kürtler ve Araplar peşimize takılacak, hepsine biz mal satacağız, Osmanlı gibi yöneteceğiz falan. Kabul edenler parmak kaldırsın bu rüyayı.
Toplumsal barış ve demokrasi birlikteliği
İçeride de otokrasi pek özenilecek bir tarz değil. Birileri çıkıp “dünya kötüye gidiyor, o zaman çobanımızın arkasında toplanalım, o bizi korur” diyorlarsa, başka durumlara da bakmak lazım. Tamam korundun ama daha fakirsin, daha güçsüzsün, sözün daha az dinleniyor. O zaman ne olacak?
Aslında yegane çözüm demokrasidir sadece. Her iktidar döneminde yanına bir payanda bulan AKP, bu sefer de Kürt siyasetiyle yol arkadaşı olabileceğini düşünüyor. Fakat onlar da iyice öğrendiler artık bu siyaset işini. Burada beraber oluruz ama şurada konuşmak için daha çok erken diyorlar hemen. Yürünecek yolda yeni Anayasa’nın temel konu olacağı ve pazarlıklara dayanacağı da hemen anlaşılıyor. Fakat AKP kendine payanda bulmak kadar, düşman taraf yaratma işinde de maharetlidir. CHP belediyelerinin, kamuoyunun ikna olmadığı suçlamalarla içeriye atılmasının nedeni de bu. “DEM yanımda, CHP ise hapiste olsun” dayatması Türkiye’de ve dünyada anlamlı bir karşılık bulamaz. Barışmak ise elbette iyidir ama toplumsal barışla demokrasi birlikte olursa anlamlıdır sadece.
Dışarıdaki gelişmeler bakıp, bunları fırsat görerek içeride hapishaneleri doldurmanın ne gereği, ne de yararı var. Trump gibiler, içerideki sıkıntıya aldırmazlar. Fakat onlar işini yürütürken, içeride toplumu germenin, daha da fakirleşmenin, dert çekmenin bize bir faydası da yok. Koltuk uğruna yapılmaz ki bu işler, bir karşılığı olur mutlaka. Oysa biz kendimiz gibi olsak bu durumda, adaleti, huzuru, eşitliği, barışı sağlayıp huzur içinde yaşayarak dünyaya örnek olsak, çok daha güzel olmaz mı?