Bahçe… Anadolu insanı için yalnızca toprağa tohum ekilen bir yer değildir; bir kültürün, bir sabrın ve bir inancın yansımasıdır. Her avlunun bir kokusu, her köyün bir rengi, her bahçenin kendine özgü bir sesi vardı. Fakat bugün, apartmanların beton duvarları arasında o ses neredeyse tamamen sustu.


TOPRAĞIN DİLİNİ BİLMEK…

Eskiden Anadolu’da bahçecilik, doğanın takvimine göre yapılırdı. Takvim yapraklarına değil, gökyüzüne ve rüzgâra bakılırdı. Mart rüzgârı esti mi bilinir, “artık tohum zamanı” denirdi. Toprak yalnızca üretim için değil, bereketle bir bağ kurmanın yolu olarak görülürdü.

Her evin önünde mutlaka birkaç kök nane, reyhan ya da fesleğen olurdu. Misafir gelince önce kapıdan yayılan o koku karşılar, ev sahibinin gönül zenginliğini anlatırdı.


BAHÇELERİN KADİM SAKİNLERİ

Bugün adını bile unuttuğumuz pek çok bitki, bir zamanlar Anadolu bahçelerinin vazgeçilmeziydi.

Kına (Lawsonia inermis): Yalnızca süslenmek için değil, kötülüklerden koruduğuna inanıldığı için de ekilirdi.

Aş otu (Anadolu kişnişi): Yemeklere lezzet katmanın ötesinde, mideyi rahatlatır, bereketin simgesi sayılırdı.

Kokulu menekşe ve karanfil: Genç kızların duvaklarına takılır, baharın gelişiyle birlikte umudu temsil ederdi.

Alkanna (Havacıva) ve hatmi çiçeği: Ev ilaçlarının baş tacıydı; öksürüğe, yanığa, ruha şifa niyetine…

Her bitkinin bir hikâyesi, her kokunun bir duası vardı. Fakat modern şehirleşme ve hızlı tüketim kültürüyle birlikte bu sessiz dostlarımız birer birer gözden kayboldu.


BETONLARIN ARASINDA KAYBOLAN GÜZELLİKLER

Bugün “bahçe” kelimesi çoğu insan için peyzaj şirketlerinin kataloglarındaki dekoratif düzenlemelerden ibaret. Oysa Anadolu bahçesi bir süs değil, bir yaşam biçimiydi. Çocuğun oyun alanı, annenin terapi yeri, dedenin anı defteriydi.

Bir zamanlar bahçede yetişen domatesin kokusu, sofrada “yaz geldi” demekti. Şimdi market raflarında mevsimsiz ürünler var ama o koku yok.


KÜLTÜREL HAFIZA

Yine de umut var. Son yıllarda bazı köylerde ve kentlerin kenar mahallelerinde “atalık tohum” hareketleri, “yerel bitki bahçeleri” yeniden canlanıyor. Gençler büyükannelerinin tohum sandıklarını bulup yeniden ekiyor. Çünkü anladık ki, tohum kaybolduğunda sadece bir bitki değil, bir hikâye de yok oluyor.

Belki de yeniden başlamanın yolu, küçük bir saksıya nane dikmek kadar basittir. O saksı, geçmişle geleceği birbirine bağlayan minik bir köprü olur.