ISLAK ve soğuk bir kış gününde bizim arka bahçede çıkıvermiştin karşımıza.
Ayakta duramıyordun.. Bir deri bir kemik kalmış halde; bitkin, yorgun haldeydin.
Arka bacaklarının üstünde duramıyordun.
Belliydi her halinden günlerdir aç olduğun.
Kim bilir hangi sefil yaratık savurdu attı seni oralara. Senin gibi nicesini attılar zaten.
Dişi köpeğe eyvallahı yok, hayvanı mal ve köle gören zihniyetin!
Öyle ya; günün birinde aynı sefil yaratıklardan biri de bahçeye silkeledi çuvalla beş dişi yavruyu...
Vicdan yok, acıma duygusu yok.. Yaşamı kazanmak ve doymaktan ibaret görenlerin dünyasında size yer yok... Bize de yok aslında!
Hayvanı sevebilmeleri için önce sevgi kavramıyla tanışmış olmaları gerekiyor. Doğurandan, doğurtandan görmediyse, öğrenmediyse, ne hayvana sevgiyle yaklaşır bunlar, ne insan sevgisi kırıntısı vardır içlerinde.
***
TEMİZLEDİK, pakladık, doyurduk seni. Bir kulübecik yaptık, üşüme diye. Her gün şehirden köye taşındık; aman aç kalmasın!
Bulduğumuzda henüz küçüktün. Havlamayı bile beceremiyordun; sesin çıkmıyordu!
Biz seni sevdikçe, sen de bizi sevdin, ısındın. Kaynaştık birbirimize.
Orası evindi artık; biz de ailen!
Bilmezsin; kaç kere bahsettim bu köşeyi okuyanlara senden. İsmin çokça geçti gazetenin sayfalarında.
Sosyal medyada fotoğrafların var; bahçede oynaşırken çektiğimiz.
Sonra büyüdün.. Kısırlaştırsak mı, doğal haline mi bıraksak diye düşündük hep. Geç kaldık karar vermekte. Her canlının tabiatı gereği, gittin; bilinmedik bir köpekle çiftleştin.
Hamileliğinin çilesini de çektik. “Köpek aşerir mi” diye dalga geçiyorlardı bizimle.. Kavun, karpuz, domates, biber. salatalık yiyordun.
Belki de açlığın, yokluğun, perişanlığın ne olduğunu bildiğindendi. Doğduğu günden beri açlık hissi yaşamayan bir canlı, ne bilecek karın gurultusunu?
Sen biliyordun işte.
***
GÖZDEN kaybolduğun bir gün meraklandık.. Sesin soluğun çıkmayınca, başına bir şey mi geldi diye kuşkulandık. Otobüs durağının yanında yerde kanlar içinde yatarken bulduk seni. Nefes almakta zorlanıyordun, gözlerin sisli ve yaşlı. Veteriner arkadaşlar geldi, aldı götürdü seni.
Ertesi gün haber geldi; insanlığını yitirmiş yaratıklar canını yakmış.. Vücudundan saçmalar çıkarmışlar.. Kuyruk sokumunda cam parçaları bulmuşlar!
Tedavi ettiler seni.. İyileştin.
Hem ortam değişikliği olsun, hem de bizim işleri sürekli sallayıp duran Marangoz Celal’e baskı oluştursun diye, iki ay süreyle falan marangozhanenin bahçesine taşıdıydık ikametgahını.
Her sabah Ağır Sanayi’deydik artık. Mamalar taşıdık sana haftalarca, her sabah kakalarını temizledik bahçeden.
Bizi görünce nasıl da seviniyordun!
Pazarları dükkan kapalıydı.. Seni göremiyorduk. Bir günlük hasret bile perişan ediyordu bizi. Sen de çok çok özlüyordun, biliyorum.
Bağlanmayı sevmezdin. Özgür ruhluydun. Kaç kere tasma taktık boynuna, sahipli olduğu anlaşılsın diye.. Onları bile ne yaptın ettin boynundan çıkardın.
Köydeki odunluğa bırakmıştık seni.. Hava soğuk, buz gibi.. Üşümesin istedik; hapsetmek gibi bir niyetimiz olmadığını biliyor olmalıydın.
Demir kapıyı dişlerinle, pençelerinle kanırtıp çıkmışsın dışarıya.. O derece özgürlüğüne düşkündün yani.
Bir seferinde bahçedeki badem ağacına bağlamıştım ya; henüz senin karakterini keşfetmeden önce.. Ağacın dalını kırıp çıkmıştın.
***
KISKANÇLIĞIN bazen kızgınlığımız, bazen neşemiz oluyordu. O denli kıskançtın ki, başka bir köpeğin başını okşamamıza asla izin vermiyordun. Dogi bu yüzden çok çekti; bizim Kocaman Kız seni görünce uzaklaşırdı. Oysa onun yarısı kadardın; bir pençe savursa sakatlardı muhtemelen.
Dogicik hiç öyle şeyler yapmadı.. Sen hırladığında hep kenara çekildi, boyun eğdi.
Ama senin bebişlerine de Dogi baktı yani; kol kanat gerdi, sahiplendi.
Kendi çocukları gibi sevdi hep.
Beş çocuğundan geriye kalan ikisi: Badem ve Berduş.. Dogi’yle daha çok zaman geçirdi.
Beş çocuk dedim de.. Otobüs durağının arkasındaki metruk evde doğurduydun, bizden gizli.
Bite, pireye, börtü böceğe, yılana çıyana aldırmadan girdim her gün içeri.. Sana yiyecek getirdim. Bebişleri seveyim dediğimde dişlerini gösteriyordun. Annelik içgüdüsü tabi.
İki ay kadar hiç çıkarmadın dışarıya.. Sütün çok olsun, bebişler doysun diye neler yedirdik.
Sonra birgün peşine taktın beş bebişi, bizim eve doğru tek sıra... Bahçeye girdikleri an, yepyeni bir dünyanın kapısı açılmıştı onlara.
***
KARAMEL renkli iki yavruya araba çarptı. Biri olay yerinde, diğeri tedavide hayattan koptu yolun başında.
Geriye üç yavru kaldı; birini komşu köyden istediler, sürüye katmak için; verdik. İkisi kaldı; Badem ve Berduş. Bugün iki yaşını dolduracaklar artık.
***
BİZİM köyün bekçisi sendin. Hem evi, hem köyü sana emanet edip dönerdik şehre. Her akşam tembihliyordum; “buralar sana emanet, gözünü dört aç!”
Demir kapıyı kilitleyip ayrılırken köyden.. Hemen yolun karşısındaki kayalık zemine yerleşirdin; orası bekçi kulübendi senin. Ne çakal sürüsü inebiliyordu artık tepelerden, ne öteki başı boş köpekler!
Köyün bir başından öteki başına kadar tüm alanın emniyeti senden soruluyordu. Bizim Dogi, Badem ve Berduş sana tabiydi artık...
Hani büyükçe beyaz bir köpek vardı aşağı mahalleden gelip giden. Önceleri istemiyordun, kovalıyordun, kavga ediyordun. Sonra arkadaşlık etmeye başladınız. Biz de sevdik onu; mamalarınızdan verdik izin almadan.
Yakın zamanda ya bir traktör, ya hızla giden bir otomobilin altında kaldı.
Bir süre sonra senin de aynı akıbeti yaşayacağını kim bilebilirdi?
***
BİLİYORUM, turuncu renkli traktörleri sevmiyordun hiç. Diğerleri de sevmiyor zaten. Mutlaka bir nedeni olmalı.
Ne zaman turuncu bir traktör geçse peşinden koşuyordun!
..ve geçtiğimiz cumartesi günü sabah 06.10’da, turuncu traktörün tekerlekleri arasında can verdin.
Yokuş aşağı bizim orası; çok hızlı geçiyor araçlar.. Oysa kaç kez tembihledim; arabaların arkasından koşmayın, bir gün altında kalıp ezileceksiniz!
Yokuştan hızla inen turuncu traktör, tekerleklerin arasına alıp sürüklemiş seni; kamera kayıtlardan gördüm. Büyük tekerleklerin arasından can havliyle fırlayıp yandaki evin bakımsız, otluk, sazlık bahçesine atıyorsun kendini. Yattığın yerde kalakalmışsın; yüzükoyun!
İki gün aradım seni...
“Suskun, Suskuuuun” diye haykırdım köyün içinde.. Ses vermedin.
Kayıtları izleyince gördüm. Traktörün üstündeki beyaz saçlı adam hem süratli gidiyor, hem ezdiğini göre göre durmuyor; yoluna devam ediyor!
Azıcık vicdana gelse, dursa, bakıp kontrol etse.. Haber verse!..
Ne diyorum ben Allah aşkına; sevgi damarları tıkalı insanlardan nasıl böyle bir şey bekleyeceksin?
***
İKİ gün sonra kendini attığın otluk bölgede cansız bedenini bulduk Suskun.
Bu satırları yazarken ağlıyorum; seni o halde görmek içimi kavurdu inan.. Gözyaşlarımı saklamadım.. Cesedinin başında haykıra haykıra ağladım.
Ailenin bir parçasıydın.. Yokluğunda hep bir eksik olacağız artık. Biliyorsun ya, soframızda en çok senin yerin vardı. Kalbimizde en çok senin yerin...
Masadaki yiyeceklerden vermemiz için burnunla kolumuzu, bacağımızı dürtüklemelerin falan, nasıl unutulur Suskun?
Islak burnunu öpmek için neler vermezdim!
Biz şimdi Dogi, Badem ve Berduş’la baş başayız.. Bir eksiğiz.
Seni hep hatırlayacağız Suskun.
Çileyle başlayan, sayısız badireyle devam eden yaşamında umarım güzel anlar bırakmışızdır. Seni mutlu etmek için çok çabaladık. Sen de sevgini verdin ailemize. Sadakatini unutmayacağız.
Gittiğin yerde huzurla devam et sonraki yaşamına.
Güle güle Suskun.