Son yıllarda Türkiye, oyun dünyasında sadece “oynayan” değil, “üreten” bir ülke olma yolunda dikkat çekici bir ivme kazandı.
Eskiden oyun denildiğinde aklımıza yalnızca yabancı yapımlar gelirdi; bugünse Mount & Blade, Zula, Recontact: Istanbul ve Baklava Simulator gibi yerli imzalar, hem ülke içinde hem de uluslararası arenada adından söz ettiriyor. Fakat başarı hikâyelerinin yanında, sektörde hâlâ aşılması gereken ciddi engeller var.
Bir yanda, küçük bir ekiple yola çıkıp global pazarda milyonlarca oyuncuya ulaşan girişimler… Diğer yanda ise yeterli destek bulamadığı için hayal aşamasında kalan yüzlerce bağımsız geliştirici… Türkiye’nin oyun ekosistemi tam da bu iki uç arasında gidip geliyor.
Yerli oyun geliştiricilerin en büyük gücü, yaratıcılık ve dayanıklılık. Maddi imkânların sınırlı olduğu ortamlarda bile, Türk oyun stüdyoları büyük bir tutkuyla üretmeye devam ediyor. Özellikle mobil oyun alanında ciddi bir sıçrama yaşandı. 2020 sonrası dönemde birçok yerli stüdyo, yurt dışına açılarak milyar dolarlık yatırımlar aldı. Peak Games’in Zynga tarafından 1,8 milyar dolara satın alınması, sektörde adeta bir milat oldu. Bu satış, Türkiye’nin sadece “tüketici” değil, “üretici” ülke olarak da potansiyel taşıdığını kanıtladı.
Ancak madalyonun diğer yüzünde hâlâ kronikleşmiş sorunlar var. Oyun geliştirme ekipleri, teknik personel eksikliğinden, maliyetli lisans ücretlerinden ve finansman yetersizliğinden yakınıyor. Üniversitelerde oyun tasarımı bölümleri artıyor ama mezunlar çoğu zaman sektöre tam hazırlıklı çıkamıyor. Devlet destekleri var ancak bu destekler çoğu zaman kısa vadeli ya da bürokratik engellere takılıyor.
Bir diğer önemli eksik ise, oyun kültürüne bakış açımız. Türkiye’de oyun hâlâ çoğu zaman “zaman kaybı” olarak görülüyor. Oysa bugün dünya ekonomisinde oyun sektörü, sinema ve müzik endüstrisinin toplamından daha fazla gelir üretiyor. Bu nedenle, oyun geliştiriciliğini sadece bir hobi değil, stratejik bir endüstri olarak görmek gerekiyor.
Yine de tablo karamsar değil. İstanbul, Ankara ve İzmir merkezli birçok yeni stüdyo; Unreal Engine, Unity gibi güçlü motorları kullanarak dünya standartlarında işler çıkarıyor. Genç geliştiriciler, sosyal medyada ve oyun jürilerinde seslerini daha fazla duyuruyor. Artık “bizden oyun olmaz” klişesi yerini, “bir Türk yaptıysa neden olmasın?” anlayışına bırakıyor.
Türkiye’nin oyun geliştirme yolculuğu hâlâ erken aşamalarda ama umut verici. Eğer eğitim, yatırım ve kültürel destek dengesi kurulabilirse; gelecekte dünya çapında ses getiren bir Türk oyun devinin doğması hiç de uzak bir ihtimal değil. Belki bir gün, dünyanın dört bir yanındaki oyuncular yeni bir efsane için “Bu oyun Türkiye’den çıktı!” diyecekler — tıpkı bizlerin zamanında başka ülkelerin oyunlarına hayran kaldığı gibi.