BU kez günlük gazete yayımlamanın zorluklarından, ekonomik çıkmazlardan, baskılardan, sansürlemelerden, gazetecilik mücadelelerinden falan söz etmeyelim.
Siz zaten biliyorsunuz o kısmı.
Bugün maziyi analım biraz.
Size Yıldırım Ovacık’tan bahsedeyim. Politika’nın kurucusu, ilk sahibi; benim ilk ustam.
***
GAZETEYİ haftalık yayımlamaya başladığında tanıştık. Henüz on yedi – on sekiz yaşındayım.
İçimde yazma tutkusu var; okuduklarımı, gözlediklerimi, bildiklerimi, öğrenmek istediklerimi, sorularımı, yanıtlarımı, her şeyi yazmak istiyorum.
Ben öyle insanlarla çabucak diyalog kurabilen biri değilim; çekinirim, utanır sıkılırım. Hâlâ böyleyim!
Daha bıyıklarım terlememiş, çocuk sayılırım.
Gazeteyi görünce bir yerde, yazma duygum depreşti.
Matbuatın adresini okudum künyeden.. Gözümü kararttım, gidip tanışayım dedim.
Ölçer İşhanı’nda küçük bir büro.. İki tarafında hurufat kasaları.. Ortada küçük bir masa, üstünde antikadan biraz hallice, eski bir daktilo.
Yan tarafında üst üste söndürülmüş sigara izmaritleriyle tepeleme dolu kültablası.
Kalın siyah çerçeveli gözlükleri burnunun üstüne düşmüş, bıyıkları filtresiz cigaradan sararmış, kırmızı tombiş yüzlü, biraz toparlak, kısa boylu, konuşurken ağzından tükürcük ve tütün parçaları saçan bir adam.
Daktilonun tuşlarında kısa, kalın ve sararmış parmaklarıyla tepinirken göz göze geldik.
Kendimi tanıttım. O, kumaşı sökük eski sandalyesinde oturuyor, ben ayaktayım. İçeride ağır bir hurufat kokusu var.
Hurufat kokusu nasıl bir şey ki?
Mürekkebe bulanıp benzinle yıkanan kurşun harflerdir bunlardır. Üstüne, mürettibin içtiği sigaranın kokusu da siner. Kara matbaa alemini bilenler, o kokuyu da bilir zaten. Bir de yaz günü, terleşmelik haller malum.. İçeriye ter kokusu da hakim olur. Hepsi birbirine karışır.
Öyle ağır bir koku yani.
“Buyur, ne istedin” diye sordu Yıldırım Abi.
“Ben Tarık.. Sürmelioğlu Tarık.. Gazetede yazmak istiyorum…”
Soyadımı duyunca gözleri yerinden fırladı; burnunun ucundaki yakın gözlüğünü çıkardı, “sen Kadir’in oğlu musun” sorusuna yanıt arayan gözlerle yüzüme baktı.
“Evet” dedim, “ben Kadir Sürmelioğlu’nun oğluyum.”
Oturdum boş bir sandalyeye, O anlattı, ben dinledim.
Gençlik yıllarındaki gazetecilik çalışmalarından, babamla birlikte gittikleri İstanbul gezmelerinden, Ataköy sahilinde donla denize girmelerinden falan bahsetti.
Sonra, “yaz bakalım” dedi, “haftada bir yaz…”
‘Genç Kalem’ diye bir köşe açtı bana, her hafta bir yazı götürdüm; yayımlandı.
***
ARKADAŞ ortamında benden havalısı yok tabi. Gazetede yazıyorum, boru mu…
Bir bahar günü, çarşı tarafında rastlaştık. Elinde bir tomar gazete, küçük ayaklarının üstünde hızlı adımlarla yürüyordu. Baskıdan çıkan gazeteleri dağıtıyormuş.
Hem yazıyor, hem diziyor, hem basıyor, hem dağıtıyor yani.
Eski zamanda bizim zanaat öyleydi. Matbuat alemindeysen, her işten anlayacaksın.
Dedi, “yakında günlüğe dönüyoruz, seni de aramızda görmek istiyorum…”
Kabul ettim.
Gazete günlük çıkmaya başladı.
Açılışa milletvekilleri, politikacılar, iş aleminin patronları, bürokratlar, meslektaşlar falan geldi.
Öyle bir ortama alışık olmadığımdan utanıp sıkılıyorum; belli etmemeye çalışsam da elim ayağıma dolanıyor.
Başladık biz hergün şıkır şıkır gazete yayımlamaya.
Şıkır şıkır diyorum; siyah beyaz, tipo baskı gazetenin her yanı şıkırdasa n’olur diyeceksiniz.
Bizim makinist Eskişehir’den transfer.. O zamanlar Balıkesir gazeteleri eski teknolojiyle idare ediyor; Eskişehir gazeteleri renkli çıkıyor.
Makinistimiz Barış Gelendost (yıllar önce gencecik yaşında rahmetli oldu, Allah mekanını cennet eylesin) tipo baskıda sarı, mavi zeminler atıyor; gazete renkli gibi çıkıyor.
Gazetenin prova baskılarını kontrol ettikten sonra hep beraber Meyhane Boğazı’na yollanıyoruz. Alın terini keyiflendirmek lazım elbet.
***
YILDIRIM Abi’nin iki dudağı arasındaki sigara sanki O’nun vücudunun ayrılmaz bir parçası gibi gelirdi bana. Birinci ağzında küçülür, külleri her yana dökülür, aldırış etmezdi.
Akşamcı masasında babacan, hoşgörülü, sevimli, nasihatler veren bir kimlik…
Gazetede sürekli bağırıp çağıran, fırça atan, yazılan haberi beğenmeyen, tekrar tekrar yazdıran, sinirlenince elindekileri kırıp döken, yüksek volümle konuşurken kıpkırmızı kesilen başka bir kimlik.
Haber yazmayı O’ndan öğrendim. Bağıra bağıra öğretti.
Şimdikilere iki laf et bakalım n’oluyor!
Boynumu büker, attığı fırçalara katlanırdım.
Yıldırım Abi’den mesleğe dair çok şey öğrendim.
***
GAZETE sahibi dersiniz.. O zamanlar gazete sayısı şimdiki gibi değil; üç beş tane şehir gazetesi işte. Hani, gazeteciliğin bir rantı varsa, Yıldırım Abi de onun paylaşımcısı olmalı.
İki yakası bir araya gelmezdi ki hiç.. Hep parasız, hep Birinci’ye talim. Karaoğlan tarafında eski bir evde oturur, ikisi de hasta ve yatalak durumdaki annesine ve eşine bakardı aynı zamanda.
Bir zamanlar Balıkesir’in en ünlü tekstil firması Kont Tekstil’in sahibi rahmetli Kaya Ovacık abisiydi. Sıkışınca Kaya Abi’nin kapısını çalardı haliyle.
İkisinin dünya görüşü, yaşam felsefesi, bakış açısı taban tabana zıttı.
Bir gün gazeteyi Kaya Abi devraldı, Yıldırım Abi boşa çıktı.
Ben başka gazetelerde, kâh muhabir, kâh mürettip, kâh katlayıcı, kâh temizlikçi, kâh tahsilatçı olarak yola devam ettim.
Yıldırım Abi Balıkesir’den ayrılmış, İzmir’e yerleşmiş. Orada gazetelerde, dergilerde falan çalışmış bir süre. Yıllar sonra karşılaştık. Gözleri çok az görüyor, elindeki bastonla dengesini sağlamaya çalışıyordu. Bir kahvehaneye oturduk, çay içtik, eskilerden anlattık. Beni öve öve bitiremedi. Yok şöyle başarılısın, yok böyle iyi yetiştin, yok şöyle falan.
O halde görünce üzüldüm.
Yalnızlığa mahkum, ekonomik sorunlarla boğuşan, kaderine tüküren Yıldırım Abi, bir süre huzurevinde kaldı; sonra yaşama veda etti. Mekanı cennet olsun.
***
GAZETECİLİĞİN hakkını vermek yürek işidir. Yıldırım Ovacık yürekli adamdı. O yıllarda gençtik, çok kızıyorduk içten içe. Oysa o bağırıp çağırmalar dersti bizim için.
Bir seferinde öyle sinirlendi ki, “sen gazeteci olamayacaksın arkadaş” diye bağırdı yüzüme!
Öyle demeseydi, belki de olamayacaktım gerçekten!
***
BU şehir, bu memleket iyi gazeteciler üretti. İşini iyi yapan, mesleğine aşık, kamu görevi yapmanın sorumluluğuna vakıf, şantaja tehdide prim vermeyen, tavizsiz..
..ve lafı sözü dinlenen, saygı gösterilen, yaşadığı şehre ve insana duyarlı, kendini düşünmeyen, demokrat, aydın insanlar geldi geçti bu meslekten.
Yıldırım Abi onlardandı.
***
POLİTİKA, otuz altı yılı geride bırakıp otuz yedinci yıla adım attı bugün.
Gazetenin isim babasıdır, kurucusudur Yıldırım Abi.
Otuz yedinci yılda O’ndan söz edeyim istedim.
POLİTİKA'NIN 37. YILI VE YILDIRIM OVACIK'A DAİR
Tarık Sürmelioğlu
BU kez günlük gazete yayımlamanın zorluklarından, ekonomik çıkmazlardan, baskılardan, sansürlemelerden, gazetecilik mücadelelerinden falan söz etmeyelim.
Siz zaten biliyorsunuz o kısmı.
Bugün maziyi analım biraz.
Size Yıldırım Ovacık’tan bahsedeyim. Politika’nın kurucusu, ilk sahibi; benim ilk ustam.
***
GAZETEYİ haftalık yayımlamaya başladığında tanıştık. Henüz on yedi – on sekiz yaşındayım.
İçimde yazma tutkusu var; okuduklarımı, gözlediklerimi, bildiklerimi, öğrenmek istediklerimi, sorularımı, yanıtlarımı, her şeyi yazmak istiyorum.
Ben öyle insanlarla çabucak diyalog kurabilen biri değilim; çekinirim, utanır sıkılırım. Hâlâ böyleyim!
Daha bıyıklarım terlememiş, çocuk sayılırım.
Gazeteyi görünce bir yerde, yazma duygum depreşti.
Matbuatın adresini okudum künyeden.. Gözümü kararttım, gidip tanışayım dedim.
Ölçer İşhanı’nda küçük bir büro.. İki tarafında hurufat kasaları.. Ortada küçük bir masa, üstünde antikadan biraz hallice, eski bir daktilo.
Yan tarafında üst üste söndürülmüş sigara izmaritleriyle tepeleme dolu kültablası.
Kalın siyah çerçeveli gözlükleri burnunun üstüne düşmüş, bıyıkları filtresiz cigaradan sararmış, kırmızı tombiş yüzlü, biraz toparlak, kısa boylu, konuşurken ağzından tükürcük ve tütün parçaları saçan bir adam.
Daktilonun tuşlarında kısa, kalın ve sararmış parmaklarıyla tepinirken göz göze geldik.
Kendimi tanıttım. O, kumaşı sökük eski sandalyesinde oturuyor, ben ayaktayım. İçeride ağır bir hurufat kokusu var.
Hurufat kokusu nasıl bir şey ki?
Mürekkebe bulanıp benzinle yıkanan kurşun harflerdir bunlardır. Üstüne, mürettibin içtiği sigaranın kokusu da siner. Kara matbaa alemini bilenler, o kokuyu da bilir zaten. Bir de yaz günü, terleşmelik haller malum.. İçeriye ter kokusu da hakim olur. Hepsi birbirine karışır.
Öyle ağır bir koku yani.
“Buyur, ne istedin” diye sordu Yıldırım Abi.
“Ben Tarık.. Sürmelioğlu Tarık.. Gazetede yazmak istiyorum…”
Soyadımı duyunca gözleri yerinden fırladı; burnunun ucundaki yakın gözlüğünü çıkardı, “sen Kadir’in oğlu musun” sorusuna yanıt arayan gözlerle yüzüme baktı.
“Evet” dedim, “ben Kadir Sürmelioğlu’nun oğluyum.”
Oturdum boş bir sandalyeye, O anlattı, ben dinledim.
Gençlik yıllarındaki gazetecilik çalışmalarından, babamla birlikte gittikleri İstanbul gezmelerinden, Ataköy sahilinde donla denize girmelerinden falan bahsetti.
Sonra, “yaz bakalım” dedi, “haftada bir yaz…”
‘Genç Kalem’ diye bir köşe açtı bana, her hafta bir yazı götürdüm; yayımlandı.
***
ARKADAŞ ortamında benden havalısı yok tabi. Gazetede yazıyorum, boru mu…
Bir bahar günü, çarşı tarafında rastlaştık. Elinde bir tomar gazete, küçük ayaklarının üstünde hızlı adımlarla yürüyordu. Baskıdan çıkan gazeteleri dağıtıyormuş.
Hem yazıyor, hem diziyor, hem basıyor, hem dağıtıyor yani.
Eski zamanda bizim zanaat öyleydi. Matbuat alemindeysen, her işten anlayacaksın.
Dedi, “yakında günlüğe dönüyoruz, seni de aramızda görmek istiyorum…”
Kabul ettim.
Gazete günlük çıkmaya başladı.
Açılışa milletvekilleri, politikacılar, iş aleminin patronları, bürokratlar, meslektaşlar falan geldi.
Öyle bir ortama alışık olmadığımdan utanıp sıkılıyorum; belli etmemeye çalışsam da elim ayağıma dolanıyor.
Başladık biz hergün şıkır şıkır gazete yayımlamaya.
Şıkır şıkır diyorum; siyah beyaz, tipo baskı gazetenin her yanı şıkırdasa n’olur diyeceksiniz.
Bizim makinist Eskişehir’den transfer.. O zamanlar Balıkesir gazeteleri eski teknolojiyle idare ediyor; Eskişehir gazeteleri renkli çıkıyor.
Makinistimiz Barış Gelendost (yıllar önce gencecik yaşında rahmetli oldu, Allah mekanını cennet eylesin) tipo baskıda sarı, mavi zeminler atıyor; gazete renkli gibi çıkıyor.
Gazetenin prova baskılarını kontrol ettikten sonra hep beraber Meyhane Boğazı’na yollanıyoruz. Alın terini keyiflendirmek lazım elbet.
***
YILDIRIM Abi’nin iki dudağı arasındaki sigara sanki O’nun vücudunun ayrılmaz bir parçası gibi gelirdi bana. Birinci ağzında küçülür, külleri her yana dökülür, aldırış etmezdi.
Akşamcı masasında babacan, hoşgörülü, sevimli, nasihatler veren bir kimlik…
Gazetede sürekli bağırıp çağıran, fırça atan, yazılan haberi beğenmeyen, tekrar tekrar yazdıran, sinirlenince elindekileri kırıp döken, yüksek volümle konuşurken kıpkırmızı kesilen başka bir kimlik.
Haber yazmayı O’ndan öğrendim. Bağıra bağıra öğretti.
Şimdikilere iki laf et bakalım n’oluyor!
Boynumu büker, attığı fırçalara katlanırdım.
Yıldırım Abi’den mesleğe dair çok şey öğrendim.
***
GAZETE sahibi dersiniz.. O zamanlar gazete sayısı şimdiki gibi değil; üç beş tane şehir gazetesi işte. Hani, gazeteciliğin bir rantı varsa, Yıldırım Abi de onun paylaşımcısı olmalı.
İki yakası bir araya gelmezdi ki hiç.. Hep parasız, hep Birinci’ye talim. Karaoğlan tarafında eski bir evde oturur, ikisi de hasta ve yatalak durumdaki annesine ve eşine bakardı aynı zamanda.
Bir zamanlar Balıkesir’in en ünlü tekstil firması Kont Tekstil’in sahibi rahmetli Kaya Ovacık abisiydi. Sıkışınca Kaya Abi’nin kapısını çalardı haliyle.
İkisinin dünya görüşü, yaşam felsefesi, bakış açısı taban tabana zıttı.
Bir gün gazeteyi Kaya Abi devraldı, Yıldırım Abi boşa çıktı.
Ben başka gazetelerde, kâh muhabir, kâh mürettip, kâh katlayıcı, kâh temizlikçi, kâh tahsilatçı olarak yola devam ettim.
Yıldırım Abi Balıkesir’den ayrılmış, İzmir’e yerleşmiş. Orada gazetelerde, dergilerde falan çalışmış bir süre. Yıllar sonra karşılaştık. Gözleri çok az görüyor, elindeki bastonla dengesini sağlamaya çalışıyordu. Bir kahvehaneye oturduk, çay içtik, eskilerden anlattık. Beni öve öve bitiremedi. Yok şöyle başarılısın, yok böyle iyi yetiştin, yok şöyle falan.
O halde görünce üzüldüm.
Yalnızlığa mahkum, ekonomik sorunlarla boğuşan, kaderine tüküren Yıldırım Abi, bir süre huzurevinde kaldı; sonra yaşama veda etti. Mekanı cennet olsun.
***
GAZETECİLİĞİN hakkını vermek yürek işidir. Yıldırım Ovacık yürekli adamdı. O yıllarda gençtik, çok kızıyorduk içten içe. Oysa o bağırıp çağırmalar dersti bizim için.
Bir seferinde öyle sinirlendi ki, “sen gazeteci olamayacaksın arkadaş” diye bağırdı yüzüme!
Öyle demeseydi, belki de olamayacaktım gerçekten!
***
BU şehir, bu memleket iyi gazeteciler üretti. İşini iyi yapan, mesleğine aşık, kamu görevi yapmanın sorumluluğuna vakıf, şantaja tehdide prim vermeyen, tavizsiz..
..ve lafı sözü dinlenen, saygı gösterilen, yaşadığı şehre ve insana duyarlı, kendini düşünmeyen, demokrat, aydın insanlar geldi geçti bu meslekten.
Yıldırım Abi onlardandı.
***
POLİTİKA, otuz altı yılı geride bırakıp otuz yedinci yıla adım attı bugün.
Gazetenin isim babasıdır, kurucusudur Yıldırım Abi.
Otuz yedinci yılda O’ndan söz edeyim istedim.
Yorumlar
Trend Haberler
Edremit'te iki yeni proje için start verildi
Dünya Arap Kupası’nda Şok! Suudi Arabistan – BAE Maçı Ertelendi mi? Suudi Arabistan – BAE Maçı Neden Ertelendi?
Son Dakika! Levante – Villarreal Maçı Ertelendi! Karşılaşma Neden Ertelendi? Ne Zaman Oynanacak?
Son Dakika! 4.7 Büyüklüğünde Deprem!
15 Aralık Sayısal Loto Sonuçları Açıklandı! İşte Kazanan Numaralar:
Son Dakika! 5.3 Büyüklüğünde Deprem!