FÖTR şapkayı hiç sevmedim. Bana hep ‘sağ’ çağrışımlar yapmıştır. Onun nedeni Süleyman Demirel! Miting alanlarında başından çıkarıp elinde sımsıkı tuttuğu şapta. Sımsıkı tutmasa, kalabalığı yarıp kan ter içinde “Babaaa” diye bağırıp şapkayı kapacak o kadar çok insan vardı ki… Kimileyin kaptırmıştır. O geniş gövdenin içine gömülmüş gibi duran çıplak başının üstünde.. Hani, hiç yakıştırmasak da fötrü kendisine.. Milleti selamlamanın en güzel ritüeli değil miydi şapkayı sallamak? Yakışmasa bile Demirel’le özdeşleşmişti fötr şapka. Hane kapısının ardındaki askıda bir fötr gördük mü meselâ.. O evin politik kimliğini çözebilirdik yani. Bir O’nun fötrü, bir de Ecevit’in kasketi! *** HEP kasketi tercih etmişimdir. Sekiz köşelileri değil; alnıyla siperliği birbirine yapışık olmayacak kasketin. Alın kısmı havaya kalkacak; geminin dümenini çevirirken delici bakışlarla karşı kıyıları tarayan babacan görünümlü bir kaptanınki gibi meselâ. Ama siyasi sembole dönüştüreceksek, Lenin’inki gibi diyelim. Ecevit’inki sola mesaj anlamında, Lenin’in kasketine benzerdi. O kasket sol siyasetin sembolüydü. Şimdikiler beyaz gömlekçi. Sağcısı da, solcusu da, liberali de, radikali de, dincisi de, seküleri de, demokratik olanı, olmayanı falan.. Hepsi beyaz gömlekçi! Saflığın, temizliğin sembolünden ziyade.. Gençliği, diriliği, enerjiyi, yeni bir fikrin kabulünü, açılımı, daha fazla demokrasiyi, daha çok özgürlüğü temsilen güya… Çoğu hikaye tabi.. Danışmanlar, karışmanlar, uzmanlar ne diyorsa o… Bu beyaz gömlek işini en iyi kıvıran Cem Uzan’dı. Ama renk kartelasında ‘Cem Uzan Beyazı’ diye bir renk yok! Ecevit Mavisi’ni herkes bilir oysa. *** ÇOCUKTUK.. Bir Demirel vardı, bir de Ecevit. Siyasetin sağı solu, iki ismin önderlik ettiği siyasi tavra göre şekilleniyordu. Evde, sokakta, okulda, her yerde “Ecevitçi misin, Demirelci mi” sorusuna muhatap oluyorduk. Solun ne olduğunu bilmeden, sırf babamız Ecevitçi diye, biz de O’nun kayıkçı barınağına yanaştırıyorduk  filikayı… Ama dayım vardı meselâ, koyu Adalet Partili.. Bu siyasetin koyusu nasıl oluyorsa artık! O da babasından kalıt Demirelci. Bizim merhum dede Menderesçi.. Dayı da merhum, onun devamcısı Demirel’in yılmaz taraftarı. Aynı sofrada yiyip içen, birbirlerine kendi görüşlerinin üstünlüğünü dayatmayan, ideolojik ayrışmalara girmeyen, sık sık görüşen, üst perdeden konuşmayan insanlardı onlar. Demirel de öyleydi, Ecevit de. Siyaset arenasında, iktidarla muhalefetin kapışması, kavgası, sürtüşmesi, anlaşmazlığı olacaktı elbet. İktidardayken Demirel’in, bir kere bile hakaret haddini bile aşan cümlelerle rakibine salvo yaptığını gördük mü? Aynı şekilde Ecevit’ten Demirel’e… Nezaket dilini hep korudular. *** DÜN Demirel’in ölüm yıldönümüydü. Doksan yaşında yitirdiğimizde, ömrümüzün en az kırk yılının Demirel’lerle, Ecevit’lerle nasıl geçip gittiğini düşündük. Eh şimdi de, yine ömrümüzün yirmi yılına damgasını vuran bir iktidar iş başında. En azından Demirel – Ecevit zamanları, bir – iki dönem iktidar, sonra muhalefet şeklinde sürer giderdi. Ara sıra muhtıralar, darbeler falan.. O zaman da şapkalarını alıp giderlerdi. Demirel’e atfen, “altı kere gitti, yedi kere geldi” ifadesi, siyaset tarihine kazınmıştır. “Şapkayı alıp gitmek” de öyle. Demirel, altı kez şapkayı alıp gidendi. *** ‘YÜRÜMEKLE yollar aşınmaz’ diyendir Demirel; hükümeti protesto gösterilerine katılanlar için. ‘Memlekette petrol vardı da biz mi içtik’ diyendir… ‘Dün dündür, bugün bugündür’, ‘Demokrasilerde çareler tükenmez’, ‘Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz’, ‘Verdimse ben verdim’, ‘Yetmiş  sente muhtacız’, ‘Derin devlet normal devletin raydan çıkmış halidir’.. ..ve buna benzer pek çok söz. Hepsi siyasi tarihin sayfalarına kazınan ünlü sözleri. Onların devri yoklukların, yoksunlukların, krizlerin, kuyrukların olduğu.. Gençliği kutuplaştıran, birbiriyle çarpıştıran sürecin tam ortasıydı. Sınıf mücadeleleri, sendika siyaseti, sağ – sol kavgaları, enflasyon, dış krizler falan filan. Seksende ara verdiler; daha doğrusu yasaklı oldular. Sonra bir halk oylaması, yasaklar kalktı. Ecevit yıllar sonra ‘demokratik sol’ kavramı üzerine bir siyaset kurguladı; Demirel’i Başbakanlıklarından sonra Cumhurbaşkanlığı’na taşıdı Türkiye. Bir de ANAP vardı; devrinin en anlı şanlısı, en liberallerle doldurulmuşu, dört eğilim deseler de sağın egemen olduğu bir ANAP ve onun iktidarı. Ne Doğruyol kaldı geride, ne Demirel.. Ne bir zamanların ‘Karaoğlan’ı Ecevit, ne O’nun dava arkadaşları… ANAP da bitti gitti. Hani bu partiler, şimdi başkalarının elinde, küçük tefek, kenarda köşede yine varlık savaşı veriyorsa da.. Demirelli Ecevitli siyaset çağı kapandı çoktan. Onlarla beraber siyasi nezaket bitti, mizah bitti, fötr şapka takan lider var mı meselâ? Kılıçdaroğlu Anadolu’daki programlarında bazen kasket takıyorsa da, o sekiz köşeli köylü kasketidir; bir davanın sembolü değil. *** EN çok da tahammül bitti. O yokluklar, kavgalar, çatışmalar, anarji, kuyruklar, krizler zamanında bile olayları ve karakterleri karikatürize etmenin bir özgürlüğü vardı. Yazmanın, eleştirmenin, sormanın, sorgulamanın özgürlüğü, rahatlığı vardı. Eleştirene, nezaket içinde yanıt verilen bir çağdı. İngiliz Bakan’ın elini sıktığını hatırlatan gazeteciye, “neresini sıkacaktım kardeşim” şeklinde kendi siyasetinin mizahını üretebilen bir Başbakan vardı. *** DEMİREL’in Balıkesir programlarını takip ederdik eskiden. Muhabirdik.. Her yıl Sanayi Odası’nın vergi rekortmenleri ödül törenine gelirdi. Havaalanı’nda karşılanır, Kervansaray Oteli’ne getirilir, öğle yemeği yenir, ardından bugün var olmayan sinema salonlarındaki ödül törenine geçilirdi. Demirel uzun uzun konuşur, biz de not alırdık söylediklerini. Sonra habere dönüştürmek için tepinirdik daktilonun başında. Çok şey söyleyip, hiçbir şey söylemediğine dair hükmü, o yıllarda vermiştim. Demek ki siyaset böyle bir şeydi. Bir de Behram Eker muhabbeti olurdu her sene. Kervan’daki öğle yemeğinde, hafızasının yerli yerinde olduğunu göstermek adına, Balıkesir’de tanıdığı pek çok insana isimleriyle hitap eder, unutmadığını anlatmaya çalışırdı. Onlar dan biri de dava arkadaşı Behram Eker’di. Eker, Adalet Partisi ve Doğruyol’da etkili siyasetçilerden biriydi. Milletvekilliği yaptı. Demirel’in Meclis’te en çok sıkıştığı anlardan birinde, genel kurulun ortasında kalp krizi geçiren; çevresindekilerin müdahalesi sırasında birden gözlerini açıp, “Süleyman Bey gördü mü, Süleyman Bey gördü mü” diye soran, Atatürk’e laf ettirmeyen, Demirel’i başının üstünde taşıyan deli dolu bir adamdı. Demirel, yemek sırasında yanındakilerle konuşurken birden sesini yükseltip, “Behram nerede Behram” diye sorardı her seferinde. “Burdayım Süleyman Bey” yanıtı gelirdi anında karşı masadan. Biz bu tiyatroya her seferinde gülerdik. *** SONRADAN çok farklı bir Demirel çıktı karşımıza. Siyaseti bitirdiği yaşlılık evresinde, CHP’yi destekleyen, vatandaşa “CHP’ye oy verin” çağrısı yapan bir Demirel vardı artık. 17 Haziran 2015’de vefat ettiğinde, sağcısı da solcusu da üzüldü bu memleketin.