Şimdi dürüst olalım… “Doğal” kelimesini duyunca içimiz bir rahatlıyor mu? Bal olunca kaşığı biraz daha cömert sallıyoruz, akçaağaç şurubu olunca “olsun canım, bu sağlıklı” diye kendimizi ikna ediyoruz. Beyaz şeker ise tam anlamıyla şeytanlaştırılmış durumda. Peki gerçekten öyle mi?
Ben bu meseleye hep şuradan bakıyorum: Vücut acaba bizim bu iyi niyetli kandırmacalarımızı yiyor mu?
Uzmanlar diyor ki, hayır. Vücut hiç yemiyor.
Elmadaki şekerle çikolata barındaki şeker, molekül olarak aynı yere çıkıyor. Fark nerede biliyor musunuz? Elmanın içindeki lifte, suyla, çiğnemeyle, yavaşlıkta… Yani mesele şekerin nereden geldiği değil, hangi paketle geldiği.
Bir elmayı yediğinizde vücut “tamam, yavaş yavaş geliyorum” diyor. Ama bir bardak meyve suyunda ya da gazlı içecekte durum farklı. Lif yok, fren yok. Şeker pat diye kana karışıyor. Sonra ne oluyor? Kan şekeri hop diye yükseliyor, sonra aynı hızla düşüyor. Bu iniş çıkışlar sıklaştıkça vücut insüline kulak asmamaya başlıyor. İşte o meşhur insülin direnci böyle başlıyor.
Bal, agave, akçaağaç şurubu… Hepsi bu hikâyenin neresinde? Açık konuşalım: Onlar da ilave şeker. Kaynağı biraz daha romantik olabilir ama sonuç değişmiyor. Vücut “bu baldan geldi, buna nazik davranayım” demiyor. Hepsini aynı yere koyuyor.
Üstelik bu “bal daha sağlıklı” algısının arkasında çoğu zaman endüstri destekli çalışmalar var. Bilim var mı? Var. Ama objektif mi, tartışılır. Daha tarafsız ve iyi tasarlanmış araştırmaların büyük kısmı şunu söylüyor: Bal da yesen, sofra şekeri de yesen, fazla kaçtı mı sonuç pek değişmiyor.
Bir de işin karaciğer tarafı var. Aşırı ilave şeker, özellikle fruktoz, karaciğeri epey yoruyor. Yağlanma, metabolik sorunlar, kalp-damar riski… Liste uzuyor. Yani mesele sadece kilo değil; iş daha derin.
Peki ne yapacağız? Tatlıdan tamamen vaz mı geçeceğiz?
Bence hayır. Ama aklımızı da şekerle rehin vermeyeceğiz.
Tatlı canınız çektiğinde bir mandalina, bir elma, birkaç çilek… Bunlar gerçekten “doğal” çözümler. Hem lif var, hem vicdan azabı yok. “Yok, bugün ciddi tatlı istiyorum” diyorsanız da dünyanın sonu değil. Bir parça bitter çikolata, azıcık bal… Anahtar kelime azıcık.
Özetle şekerin masumu yok ama suç ortakları var. Meyveyle gelen şekerle, paketle gelen şeker aynı kefede değil. Vücut bize sinyal veriyor aslında, biz duymamazlıktan geliyoruz.
Belki de mesele şekerin türü değil; bizim kendimize anlattığımız hikâyeler.