Bu soru zaman zaman gündeme gelen eski bir tartışmaya aittir: "Fotoğraf sanat mıdır?" Ara Güler, kendisine rağmen çok geniş çevrelerce 'fotoğraf sanatçısı' olarak anılmasına rağmen, fotoğrafın sanat olmadığını ve kendisinin de fotoğraf sanatçısı olmadığını söyler. Kendisini 'foto muhabiri' olarak tanımlar.

Ara Güler, Sedef Kabaş ile yaptığı bir söyleşide şöyle diyor:
"Ben fotoğraf sanatçısı değilim. Sadece olanı, gerçeği yansıtıyorum. Sanat, sana gelen bir mesajın sana bir duygu vermesinden dolayıdır... Fotoğraf sanata benziyor ama sanat değildir; diye düşünüyorum.
Fotoğraf, bir gerçeği yakalıyor. Dünyada var olan bir şeye bir makine çeviriyorsun, oradan bir parça koparıyorsun. Var olduğu kadar, senin gördüğün kadar vardır.
Esasında imajınasyonunda (hayalinde) bir şey düşünürsün de orada bir şey yoktur.
Esasen sanat, imajınasyondan doğar. Ben tarihten bir parça koparan adamım."

Ara Güler böyle söyler; fakat onun fotoğraflarına bakıldığında, arka planda fotoğraf makinesinin vizöründen bakan adamın, sanatçı titizliği ile sokaklarda bir hikayeci gibi, Sait Faik gibi dolaştığını; Sait Faik gibi kalemle değil ama fotoğrafla kaydettiğini fark etmek mümkündür.


FOTOĞRAFIN ANLATIM DİLİ SINIRLI
Fotoğrafın sanat olup olmadığı tartışması aslında (Güler'in de dediği gibi) fotoğrafın bir makine aracılığıyla üretilmesinden, hayal gücü müdahalesine çok fazla imkân vermemesinden ve herkesin bir fotoğraf makinesi ile bunu yapabilmesinden, ayrıca plastik sanatların olanaklarına ve diline sahip olmamasından kaynaklanır. Fotoğraf, resim gibi, heykel gibi plastik sanatların sanatçısına sunduğu, eseri hayal gücü ile yeniden biçimlendirme ve yeni bir yorum getirme gibi müdahalelere çok fazla olanak vermez. Fotoğrafın anlatım dilinin sınırlı olması, fotoğrafın 'sanatsal' anlatımının handikapıdır.


VE SINIRLAR ZORLANIR
Bu yüzden fotoğrafla uğraşanlar, sanatsal kaygılarla fotoğrafın anlatım sınırlarını zorlamaktadır. Bunu radikal bir biçimde uygulayanlardan biri de Şahin Kaygun’dur. Fotoğraf çeşitli müdahalelerle yeniden kurgulandığında ise "fotoğrafın fotoğraf olmaktan çıktığı" tartışması başlar.
Bazı fotoğrafçıların, fotoğraf sanatçılarının, fotoğrafın plastik sanatların anlatım zenginliği ve diline sahip olmamasından dolayı kurguya ve fotoğrafa müdahale etmeye yönelmesi buna bağlanabilir.

Bazı fotoğraf sanatçılarının da, fotoğrafçılıktan sinemaya, yönetmenliğe geçmeleri bundandır. Örneğin ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan eski bir fotoğrafçıdır. N. B. Ceylan’ın filmlerinin birçok planında fotoğrafçılığından izler açıkça görülür. Sinan Çetin’in çıkış noktası da fotoğrafçılıktır.
Dünya sinemasından David Lynch, Stanley Kubrick, Robert Bresson gibi isimler de sinemadan önce fotoğrafla ilgilenmişlerdir.
Yönetmen Lütfi Akad’ın, arzu ettiği kamera açısını bulabilmek için kameramanları adeta bunaltıcı bir şekilde çalıştırması da iyi bir fotoğraf bulabilmek kaygısından kaynaklanır.


HEM SANAT HEM DE ZANAAT
"Fotoğrafın sanat olmadığı" tezi, fotoğrafla sanatsal kaygılarla uğraşanlar üzerinde olumsuz bir etki yaratır. Öyle ya; bu tez doğruysa, fotoğrafa gönül verenlerin 'sanatçı' sıfatı ve 'ayrıcalığı' elinden alınmış olur.
Fotoğrafın sanat olup olmamasını tartışmaya açan bir özellik de, aynı zamanda bir 'zanaat' olmasıdır.


HAYATIN İÇİNDEN OLMALI
Günlük hayatta sanayiden tıpa, modadan gazeteciliğe, reklama kadar her alanda kullanılan, hızla üretilip tüketilen bir esnaflık ve zanaatkarlık yönü, fotoğrafın sanat ürünü olma çabası için bir handikaptır. Fotoğrafın sanat ürünü olabilmesi bazı nitelik ve kurallara bağlıdır.
Bu aşamada, zanaat olarak fotoğraf çekmek veya sıradan bir yaklaşım yerine "sanat fotoğrafı" diye tanımlanabilecek bir yaklaşım gündeme gelir.
Her şeyden önce, fotoğraf çeken kişinin sanat niteliğinde fotoğraf çekebilmesi için 'sanatçı' kişiliğine, karakterine, kaygısına, bir 'hikaye' anlatma duyarlılığı ve birikimine sahip olması gerekir. Diğer sanatlarla ilgilenmesi, edebiyatı sevmesi önemlidir. Fotoğrafçı, duyguyu fotoğrafı izleyene iletebilmelidir. Fotoğraf, kurgudan çok hayatın içinden ve sahici olmalıdır.

Fotoğrafa bir 'sanat eseri' niteliği kazandırabilmesi için fotoğrafçı, fotoğrafın dilini oluşturan kompozisyon kurallarını bilmeli ve uygulamalıdır. Bunlar kabaca: ışığın kullanımı, leke ve gölge dağılımı, nesnelerin kadraj içine doğru biçimde, kurala uygun yerleştirilmesi, fotoğrafın anlamını destekleyen iyi bir fonun bulunması ve anın zamanlamasının doğru yapılmasıdır.
Fotoğrafçının iyi bir gözlemci disiplini olmalı ve bu eylemi yanında fotoğraf makinesi olmasa bile sürdürmelidir. Ava veya safariye çıkmış gibi toplu halde dolaşarak fotoğraf çekilmez; fotoğrafçı algılayış anında yalnız olmalıdır.


HAYATA DAİR BÜTÜN İPUÇLARI SOKAKTADIR
Stüdyoda da kurgu ve estetik müdahalelerle bir yorum oluşturulabilir; ancak ne kadar sahici ve hayatın içinden olur? Hayat zaten sokakta akıp gitmektedir ve hayatla, insan hikâyeleriyle ilgili her türlü ipucu sokakta vardır. Buna bir isim koyarak "Sokak Fotoğrafçılığı" demek gereksizdir. Bu ayrım ve isimlendirmeler fotoğrafın zanaat alanları için yapılabilir.


DİJİTAL ÇIKTI MERTLİK BOZULDU!
Son yıllarda teknolojinin gelişmesi, bilgisayarların hayatımıza girmesi ve dijital teknolojinin ortaya çıkması ile analog filmler neredeyse ortadan kalktı ve yerini dijital kayıt aparatları aldı. Günümüz fotoğraf makinelerinde, fotoğrafı oluşturan görüntü bir-iki cm² büyüklüğündeki, milimetrik incelikteki aparatlar tarafından ışığa duyarlı hücrelere kaydedilmektedir.
Bu teknoloji, çekilen fotoğraf üzerinde neredeyse sonsuz değişiklik yapma imkânı sunuyor. 'Yapay Zeka' teknolojisi de işin tuzu biberi oldu.

Ancak bu gelişmeler, fotoğrafın anlam ve duygu iletimini ne ölçüde etkiliyor? Teknolojinin hızlı gelişimi, sanatsal kaygılarla fotoğraf çekenler arasında "Dijital çıktı mertlik bozdu" gibi bir duygu yarattı. Dijital fotoğraf makinelerinin sunduğu imkânlar ve maliyetin düşmesi, cep telefonlarının da yaygınlaşması ile artık "Herkes fotoğrafçı" aşamasına gelindi. Bu olanaklar, fotoğrafın sanat üretimi olma önünde bir handikap oluşturdu; fotoğrafçılık fabrikasyon üretim alanı haline geldi.

Fotoğrafın dijital aşaması, bir başka handikap olarak da, fotoğrafların 'elektronik ışık' olarak bilgisayarlarda kaydedilmesi ile elle tutulamayan, hayali, hem var hem de yok bir boyut hissi yaratmaktadır. Örneğin, fotoğrafta derinlik hissi zayıfladı. Dijital fotoğrafçılık, üretimi kolaylaştırıp milyonlarca insanın kullanımına sundu. Böylece bu kadar fotoğraf arasında kaybolup giderek 'biricik eser' üretmek zorlaştı.


HAYATIN VE İNSAN HİKÂYELERİNİN PEŞİNDEN KOŞMAYA DEVAM
Belki de bundan sonra gerçek fotoğrafçılar, fotoğraf sanatçıları, inatla Ara Güler Usta gibi sokaklarda hayatın, insan hikâyelerinin peşinden koşmaya devam eder; milyonlarca kopya ve klişe işlerin arasından sıyrılır, değerleri bilinir ya da kaybolup gider.