Son yıllarda etrafıma bakıyorum; herkesin elinde bir şişe vitamin, bir kutu kolajen, bir poşet “zayıflama çayı”…

Evde, işte, arabada… Market raflarında bile artık deterjanın yanında vitamin görüyoruz. Sanki hepimiz gizli gizli bir “uzun yaşam iksiri” peşindeyiz.

Ama kimse şunu sormuyor: Benim aldığım bu şey gerçekten sağlıklı mı? Yoksa biz, modern dünyanın yeni kandırmacasına mı kapıldık?

Gelin, biraz içimizi dökerek konuşalım…

“Tarım Bakanlığı ruhsat verdi” deyince her şey çözülüyor mu?

Toplumda öyle bir algı var ki; bir ürünün üzerinde “gıda takviyesi” yazıyorsa, ruhsatı da Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan geldiyse otomatik olarak “zararsız” kabul ediliyor.

Oysa işin arka planı pek öyle değil…

Tarım Bakanlığı bu ürünlerin “gıda” yönüne bakıyor. Ama bu ürünlerin neredeyse hepsi doğrudan insan sağlığına etki ediyor. Yani aslında ilaç gibi davranıyor. Hekimler, eczacılar yıllardır “Bu iş Sağlık Bakanlığı’na geçmeli” diye bağırıyor ama seslerini duyan yok.

Bu süreçte kaybeden kim?

Biz.

Market rafından aldığı vitamini güvenle içtiğini sanan sıradan insanlar.

Vitamin masumdur, ne olacak ki? İşte tam orada yanılıyoruz…

B12’sini yükseltip damar tıkayan var, D vitamininden zehirlenen var, C vitaminini fazla alıp geceleri uyuyamayan var…

Hatta D3 takviyesini “yaşlanma karşıtı” diye abartınca ritmi bozulan kalpler bile var. Yani o küçük kapsüllerin içinde sadece minik bir mucize yok; bazen fark etmediğimiz büyük bir risk de saklı.

Bir düşünsenize…

B12 fazlalığı pıhtılaşmayı artırıyor, ani kalp krizlerine zemin hazırlayabiliyor.

D vitamini kontrolsüz alındığında böbreği vuruyor, damarları kireçlendiriyor.

D3 mideyi altüst edip kalp ritmini şaşırtabiliyor.

C vitamininin fazlası sinir sistemini bile yoruyor.

Hani “fazlası zarar” derler ya… Vitaminlerde bu söz tam karşılığını buluyor.

Bir de zayıflama ürünleri var ki… Orası tam bir mayın tarlası

Son günlerde gündeme düşen “zayıflama kahvesi” haberini gördünüz değil mi? İçinde yasaklı “sibutramin” maddesi bulunan o ürün yüzünden bir kişi entübe edildi.

Düşünün:

Bir fincan kahveyle ölüm arasında bu kadar ince bir çizgi olabilir mi?

Oluyor… Çünkü bazıları zayıflama vaadi uğruna içine ne bulursa koyuyor. Ruhsat desen var, satış desen internetten kapı gibi yapıyorlar, ama ürünün içeriği mayınlı arazi gibi.

Eczacılar ne diyor? “Bu iş yanlış yerde duruyor!”

Tüm Eczacı İşverenler Sendikası Başkanı Nurten Saydan açık açık söylüyor:

Bu ürünler gıda değil, gıda takviyesi görüntüsünde ilaç!

Ve ilaç nerde olur?

Eczanede.

Kim verir?

Eczacı.

Marketlerde, benzinliklerde, pazarlarda vitamin satılması aslında akıl alır bir şey değil. İnsan sağlığına etki eden bir ürünü, domatesle biberin yanına koyup satmak nasıl normalleşti, gerçekten anlamak zor.

Peki çözüm?

Aslında çözüm çok karmaşık değil:

Gıda takviyelerinin denetimi Sağlık Bakanlığı’na geçmeli.

Ürünler sadece eczanelerden, profesyonel danışmanlıkla verilmelidir.

İçerik analizleri sıklaşmalı, tüketiciye “fayda” diye sunulan her şey şeffaf şekilde denetlenmelidir.

Çünkü bu işin şakası yok.

Bir vitaminle iyileşmek de mümkün, hasta olmak da…

Vitaminler kötü değil, takviyeler zararlı değil… Ama kontrolsüz olduklarında her şey zararlı olabilir.

Sağlık, kulaktan dolma bilgilerle değil; bilimle, ölçüyle, denetimle korunur.

Unutmayalım:

Takviye, ihtiyaç varsa alınır. Herkesin elinde gördük diye değil.

Ve en önemlisi…

Sağlığı korumak bazen bir kapsülü yutmak kadar kolay değildir; bazen de o kapsülü yutmamak kadar değerlidir.