Bir halının ya da kilimin üzerinde yürürken çoğu zaman fark etmediğimiz şey, aslında onun yalnızca bir zemin örtüsü değil, yüzyıllardır süregelen bir sanatın taşıyıcısı olduğudur. El işi dokuma, yalnızca iplerin birbiriyle buluşmasından ibaret değildir; geçmişten bugüne uzanan kültürel bir hafızadır.
Anadolu’da, Orta Asya’da, hatta dünyanın farklı coğrafyalarında kadınların ellerinde büyüyen dokuma sanatı; toplulukların inançlarını, sevinçlerini, acılarını ve doğaya bakışlarını simgeler. Bir kilimin üzerindeki geometrik desen, bazen bir köyün hikâyesini, bazen de bir annenin kızına verdiği öğüdü saklar. Renkler tesadüfen seçilmez: kırmızı çoğu zaman yaşamı, mavi gökyüzünü ve özgürlüğü, yeşil ise doğayı ve bereketi simgeler.
Bugün fabrikalarda seri üretim halılar, kilimler, tekstil ürünleri hızlıca piyasaya sürülüyor. Ancak hiçbir makine, bir insanın parmaklarının sabrı ve emeğiyle dokuduğu ilmeklerin ruhunu taşıyamıyor. Çünkü el emeği, yalnızca gözle değil kalple de görülür. Her düğümde, dokuyan kişinin sabrı, inancı ve hayalleri vardır.
Ne yazık ki bu sanat dalı günümüzde giderek unutulmaya yüz tutuyor. Modern yaşamın hızına ayak uyduramayan bu yavaş, sabırlı üretim biçimi; çoğu yerde ancak turistik bir süs eşyasına indirgenmiş durumda. Oysa dokuma, köylerde nesilden nesile aktarılan bir bilgi hazinesi, toplumsal bir bellektir. Eğer bu miras kaybolursa, yalnızca bir el sanatı değil; aynı zamanda kültürümüzün renkli sayfaları da kapanmış olacak.
Bugün yapılması gereken şey, bu geleneğe sahip çıkmak. Atölyelerin, kadın kooperatiflerinin, gençlere yönelik kursların desteklenmesi gerekiyor. Üniversitelerin güzel sanatlar bölümlerinde dokuma sanatına daha çok yer verilmeli, tasarımcılar bu geleneksel mirası modern yorumlarla geleceğe taşımalı. Çünkü geçmişin izlerini geleceğe taşımak, kültürel kimliğimizi korumanın en güçlü yoludur.
Her ilmek bir hikâyedir. El işi dokuma, yalnızca bir sanat değil, insanlığın ortak dilidir. O dili yaşatmak da bizim elimizde.