Kış kapıya dayanır dayanmaz havanın ayazından önce haberlerin soğuğu çarptı yüzümüze: “H3N2 geliyor!”
Sosyal medyaya düşen ilk uyarılar, ardından uzmanların “Türkiye’ye de ulaşması an meselesi” sözleri… Bir anda hepimiz birkaç yıl öncenin o gergin günlerine geri döndük. Maskeler, virüs grafikleri, varyant isimleri… Sanki hayat bir anda flashback yaptı.

Ama bu kez panik değil, sağduyu lazım bize.


H3N2 bir grip türü, evet. Ama hızla yayılıyor, bağışıklığı zayıf olanları zorluyor ve özellikle kış aylarında hepimizi kırılgan hale getiriyor. Avrupa bazı önlemleri şimdiden gündeme aldı; maske, evden çalışma, toplu alan uyarıları… Bizde de risk grubuna yönelik çağrılar artıyor.

Benim kafamda ise tek bir soru dolaşıyor:
“Biz gerçekten hazır mıyız?”



Kış geldi ama bağışıklık kapıyı kapatmadı...

Havalar soğuyunca vücudun direnci düşüyor; çocuklar, yaşlılar, kronik hastalar hemen etkileniyor. Böyle dönemlerde iştah azalıyor, enerji ihtiyacı artıyor. Üstüne bir de H3N2 tehdidi eklenince bağışıklığı güçlü tutmak artık lüks değil, zorunluluk.

Beslenme uzmanları da tam burada devreye giriyor.

Diyorlar ki:

Ateş yükseldiğinde metabolizma %10-12 hızlanıyor, yani daha fazla enerjiye ihtiyaç var.

Ama "çok yemek" çözüm değil; vücudu yormadan, doğru besinlerle desteklemek gerekiyor.

Su içmeyi sakın küçümsemeyin; günde 2,5–3 litre artık “öneri” değil, şart.

Kısacası kışın en iyi ilacı aslında mutfağımızda.



Vitamin tableti değil, gerçek gıda

C vitamini…
Hepimiz biliyoruz, ama sanki sürekli bir “takviye hapı” yarışı var. Uzmanlar açıkça söylüyor:

“Vitamin hapı değil, gerçek meyve-sebze size daha çok şey kazandırır.”

Domates, mandalina, nar, kuşburnu…
Soframıza koyduğumuz her renk, bağışıklığımızı sessizce onarıyor.

Çinko ve selenyum deseniz, kabak çekirdeğinden deniz ürünlerine kadar birçok gıdada var. Hani şu kuru yemiş tabağındaki ceviz-fındık karışımı var ya… Meğer sadece çayın yanına değil, bağışıklık ordusuna da çalışıyormuş.

Omega-3 zaten hepimizin bildiği mevzu: Haftada iki gün balık yemeyi ihmal etmek, kışın kendi kendimizin düşmanı olmak gibi.



Sarımsak ve zencefil: Evimizin küçük doktorları

Son yılların “favori ikilisi”…
Ama gerçekten hak ediyorlar.

Sarımsak çiğ tüketildiğinde tam bir doğal antibiyotik.

Zencefil ise adeta vücudu içerden süpüren küçük bir temizlik görevlisi.

Hani bazı evlerde kış boyunca çaydanlık zencefil-limon kokar ya… Keşke o kokuyu tüm ülke duyabilse.



Zerdeçal, kakule, ekinezya… Bitkiler aslında hep buradaydı

Yeni varyantlar, yeni haberler, yeni tedirginlikler… Ama doğanın sunduğu şeyler hiç değişmiyor.

Zerdeçal iltihap savaşçısı,

Ekinezya üst solunum yolu koruyucusu,

Kakule bronşit ve öksürüğün düşmanı…

Tüm bu bitkiler, hayatımıza “trend” olarak değil, “gelenek” olarak girmeli aslında.



Bir fincan beyaz çay bile fark yaratır

Her gün 1-2 fincan beyaz çay içmek, vücudu oksijenlendiriyor, antioksidan depoluyor.
Rooibos ise kafeinsiz olmasıyla özellikle çocuklar için ideal.

Bir maske kadar görünür değil belki, ama etkisi bazen ondan çok daha güçlü.



H3N2 kapımızda olabilir. Yarın Türkiye’de görülme ihtimali var mı? Var.

Peki bu bizi paniğe sürüklemeli mi? Hayır.

Çünkü artık biliyoruz:

Bilgi güçtür.

Sağlıklı beslenmek savunmadır.

Doğal besinler kalkanımızdır.

Soğukkanlılık ise en büyük avantajımız.


Kış uzun…
Ama güçlü bir bağışıklık, korkulan her varyantın önünde en sağlam duruşumuz olacak.

Belki de bu yıl, sağlıklı yaşamı bir “tedbir” olarak değil, bir “alışkanlık” olarak görme yılıdır.

Muhabir: ULAŞ SÜRMELİOĞLU