Yazar Osman Selim Kocahanoğlu: Atatürk’ün Cumhuriyet yolculuğunu gün gün yaşamak isterdim

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Hilmi DUYAR / POLİTİKA / Osman Selim Kocahanoğlu, “Mustafa Kemal’in Milli Mücadele ve erken Cumhuriyet yolculuğunu gün gün, yanındaymış gibi izlemek istemişimdir” diyor. Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Atatürk sevdalısı yazar, tozlu arşivlerde, Osmanlıca belgelerden edindiği bilgileri, belgeleri, günümüz Türkçesiyle kitaplaştırıp, okurlarına aktarıyor. Atatürk’e kurulan pusuyu, İzmir Suikastının içyüzü kitabında, Atatürk ile çatışmaya girenleri tüm detaylarıyla anlatıyor. En yakın arkadaşlarının Atatürk’e suikast girişimini desteklemesini bir ibret vesikası olarak sunuyor. İzmir gazeteleri dışındaki kaynaklar Atatürk’e yapılacak suikastı 14 Haziran olarak belirtseler de Osman Selim Kocahanoğlu suikastın 15 Haziranda yapılacağını yazıyor. Kubilay’ın Menemen’de katledilişinin nedenlerini, Osmanlı devletinden günümüze kadar uzanan, dini siyasete ve devlet işlerine alet ederek, çıkarılan isyanları, Kubilay ve Menemen olayının mahkeme süreci, belgeler tek tek gün ışığına çıkarılıyor. Kocahanoğlu yazdığı kitaplarda, ihanetin analizini yapıyor. Bu arada TBMM eski başkanlarından Bülent Arınç’ın Derviş Mehmet’in torunu söylentilerine de açıklık getiriyor. Söylenenlerin hepsinin masaldan ibaret olduğunu vurguluyor. “Belge bulsam ben de yazardım” ifadesini kullanıyor. Sultan Abdülhamid için de açıkça “Kızıl Sultan” diyor.  Burhaniye’de yaptığımız söyleşide yaşamından tüm kesitleri açık yüreklilikle aktardı. Neden maliye müfettişliğini bıraktığını, tarihe, edebiyata düşkünlüğünü, şairliğini anlattı.

 

 

Osman Selim Kocahanoğlu kimdir?

Benim nüfus kağıdıma 21.07.1944 tarihini düşmüşler. Kayseri’nin merkeze bağlı Amarat diye bir köyü var. İsmi imaretten bozma. Şimdi halen Amarat denir. O köyde doğmuş çocuğum.  Benim babam. Pazarören Köy Enstitüsü’nden, daha doğrusu eğitmen kursundan mezun olmuş bir eğitmen. Biraz neşeli olsun diye amiyane anlatayım. Ben, atların, eşeklerin, öküzlerin, koyunların, çiftin, çubuğun içinde, köyde büyümüş çocuğum. Çocukluğumu hatırlayınca, Milattan Önce 3 bin yılında Mezopotamya havzasında, Fırat’la ile Dicle nehirlerinin arasında Sümerler yaşarmış. Anadolu’da da Eti’ler. O devirde yaşanan üretim ilişkileri ne idiyse, aradan zaman geçmesine rağmen, at, eşek, öküz, koyun, ekmek-biçmek, tırpanla, orakla hasat yapmak, atlar, eşekler ile bir yerden bir yere gitme kültüründe yetişen bir çocuk olarak büyümüşüm. Bizim köyde ilk defa rahmetli babam eğitmen oluyor ve kendi köyüne git okul aç diyorlar. Babam geliyor ama köyde mektep yok, bina yok. Penceresi olmayan karanlık bir köy damına kendi elleriyle yaptığı sıraları koyup, kara tahta asıp, okula dönüştürüyor 10-15 çocuğa ilk kez Alfabe öğretiyor. Onların içindeki çocuklardan biri de benim. İlkokulu köyümüzde okudum. Köyün tarihinde ilk defa Kayseri’de ortaokula, liseye gidip bitiren benim. 1963 yılında mezun oldum.  Kayseri Lisesi’nin ilginç bir öyküsü var. Taş Mektebi olarak kullanılan o lise binası halen durur. Orası müze oldu şimdi. O binanın tarihini sorarsanız, 1921’de Sakarya’da birliklerimiz geri çekilirken her ihtimale karşı, Yunanlıların Ankara’ya girme ihtimaline karşı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (TBMM) Kayseri’ye taşıma düşüncesiyle yapıldı. Çünkü Yunan birlikleri Haymana’ya kadar gelmişlerdi. Bizim öğrenim gördüğümüz lise binası, zamanında TBMM binası olarak hazırlanmış. Ben o taş mektepten mezun oldum. Bizim müdürümüz Mehmet Ateşoğlu’ydu. 1962 yılında Nevşehir Lisesi’nden Kayseri Lisesi’ne müdür olarak atandı. Bu adam edebiyat fakültesi mezunu, şair, yazar, edip, yaradılışlı bir adam. Makale yazardı, şiirleri vardı, hitabeti güzeldi. Kayseri Lisesi’nin 2 bin öğrencisini 29 Ekim’de asker gibi rap, rap yürütürdü. 19 Mayıs’ta tören yapardı. 10 Kasım gelince lise konferans salonunda tören düzenlerdi. Kayseri Garnizon Komutanı Faruk Güventürk vardı, Tuğgeneral. O da Ateşoğlu gibi havalı bir adamdı. Kayseri Orduevi’nin konferans salonunu bize tahsis eder, bütün konuşmalar, törenler, bu salonda yapılırdı. Bu toplantılar, konferanslar, için beni konuşmacı yapardı. Ya şiir okurdum, ya konuşma yapardım. Bu nedenle derse girmez, il halk kütüphanesinde, Mustafa Kemal, Mevlana, ya da konusuna göre bilgi toplardım ertesi gün konuşmak için. Tarihe ve araştırmaya bu dönemde yöneldim. Liseyi bitirdiğim yıl, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazandım. Benim edebiyata merakım olmasına rağmen iktisat fakültesine gittim. Teorik iktisat, Türkiye ekonomisi gibi genel konulara meraklı bir öğrenci olarak mezun oldum. Aynı yıl Maliye Bakanlığı’nın müfettişlik sınavlarını kazanarak, Maliye Bakanlığına girdim, hemen ardından Artvin Batum’da yedek subaylığımı yaptım. Şiir ve edebiyattan yavaş yavaş uzaklaştım. Uzaklaştım ama bu arada benim 2 şiir kitabım yayımlandı. Memuriyetimde 20’den fazla meslek kitabı yazdım bunları bu işin içine katmıyorum. Çünkü ben tarih kitaplarımla tanındım. Bakanlıkta çalışırken evlendim. Benim Kayseri Lisesi’ndeki müdürüm, bir dönem Kayseri Milletvekilliği yapan Mehmet Ateşoğlu nikah şahidim oldu. Maliye Müfettişliğini 11 sene yaptıktan sonra kendi isteğimle istifa ettim. Maliye müfettişliği itibarlı bir meslek olmasına rağmen bir türlü sevemedim. Maliye, vergi, muhasebe işleri pek hoşuma gitmediği için kendi isteğimle ayrılıp O defteri de kapattım. Şu anda yayınlanmış 36 tarih kitabım var. Atatürk’ün Üç Muhalifi kitabıma 2011 yılı Yunus Nadi Ödülü verildi.

 

 

Askerlik yaşamımı yazsam roman olurdu diyorsunuz. Roman değil de neden tarih kitaplarına yöneldiniz?

Neden tarih diyorsunuz?  Güzel soru. Benim lise ve üniversite yıllarımda zaten şiir, edebiyat, merakı vardı. Aynı zamanda bunların yanında tarih merakı da vardı. Tarihi de severdim. Hiç kitap yazmadan bile her gün sahaflar çarşısına uğrar, tarih kitabı alırdım. Osmanlıca öğrenmeye çalıştım. Eski yazı Osmanlıca kitapları çok rahat okurdum. Öyle bir merakım vardı benim. Dolayısıyla evim önemli çapta bir kütüphane haline gelmeye başladı memuriyetteyken. Osmanlı, cumhuriyet, özellikle erken cumhuriyet, Tanzimat, Meşrutiyet, Mütareke ve milli mücadeleyle ilgili kitaplar vardı. 1963 yılı ya da 1962 yılı olabilir. Kayseri Lisesi Müdürü Mehmet Ateşoğlu, Cumhuriyet Bayramı’nda bizi asker gibi yürüttü. Daha önce provasını yapmıştık. Her sınıf bir pankart taşırdı. O pankartlarda, “Türk milletindenim”, “İslam ümmetindenim”, “Garp medeniyetindenim”. Ziya Gökalp’in sözleri. Müdür Ateşoğlu bunları yazdırmış bize verdi, biz de taşıdık. Bütün gazeteler bu yürüyüşü fotoğraflarıyla yayımladı. Dünya Gazetesi Başyazarı Falih Rıfkı Atay,  Ateşoğlu’nun aleyhine yazdığı makalede, “Bu kim? Nasıl müdür? Nasıl milli eğitim? Bu pankartlar nasıl taşınıyor? İslam ümmetindenim demek ne demek?” diye yazdı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı İbrahim Ökten o yazıdan sonra Ateşoğlu’nu, Kayseri Lisesi Müdürlüğü’nden. Adana Lisesi’ edebiyat öğretmenliğine atadı. Mehmet Ateşoğlu beni araştırmalara tarihe yöneltmişti. Ben 1919’dan sonrasını, Mustafa Kemal’in izlediği yola, Milli Mücadele diyorum. Kongreler dönemi, TBMM’nin açılış dönemi, bu dönemlerin 10-15 sene öncesi kitaplarını, kaynaklarını zaten evimde biriktiriyordum, hazırlıklıydım. Bu dönemlerle ilgili yazmaya, araştırmaya, okumaya ağırlık verdim. İstifadan sonra yayıncılığa da başladım. Tarih konularını, tarih kitapları yayınladım. Tarihe yönelişim eskiydi zaten.

 

 

 

Üniversitedeki şiir kitabınıza ne isim vermiştiniz?

Üniversitede benim iki şiir kitabım yayımlandı. İlk şiir kitabımın adı; “Beyaz Çığlık”  Adı bile tuhaf. Lise yıllarında yazılan aşk şiirleri, gençlik şiirleri. Üniversite öğrencisiyken İstanbul’da basıldı, üniversitedeki arkadaşlarıma sattım. Kitap vitrinlerine koyduk. Kitapçılar beni tanıdıkları için kollardı. Ondan sonra ki şiir kitabımın adı, “Sen bana şiirsin”. Bu kitap olgunluk yıllarına ait, Anadolu özlemi, yurt özlemi var. Üniversite yıllarında 2 kitabım basıldı.

 

 

Şiir kitaplarından sonra tarih kitapları mı başladı?

Şiirlerimi, bir kenarda unutulmasın diye yayımladım. Fakat kendimi şair olarak görmüyorum ama Ahmet Selçuk İlkan diye biri televizyon yokken radyolarda, gazinolarda, nefis şiirler okurdu. Türkiye’nin edebiyat dünyasının en güzel, en seçkin şiirlerini okurdu. En çok okunan şiirlerden biri de benimdi. Sen Bana Şiirsin kitabımda yer alan, “Liseli bir kız vardı bizim mahallede” diye başlayan bir şiirdi. Gençlik ve aşk şiiri olduğu için çok tutuldu. Aradan zaman geçti, gazino çağı bitti. Ahmet Selçuk İlkan medyaya girmiş, bir gün benden randevu aldı ve yayınevine geldi. Liseli Kız şiirinin telif hakkını aldı. Gençliğimden kalma ufak ta olsa şairliğim olduğunu söylemiştim. 2 şiir kitabım olduğunu da belirtmiştim, şimdi bunlardan bir tanesinden bir şiir okuyup hem dostlarımı, hem kendimi eski bir nostaljiye kaptırmış olurum diye düşünüyorum. Şiirin adı Liseli bir kız. Ahmet Selçuk İlkan gibi değil de, mikrofonsuz, yalın, çıplak, dağ başında okur gibi okuyacağım:

 

Liseli bir kız vardı bizim mahallede.

Tül perdeler ardında umutlarınca yaşardı.

Öylesine çoktu ki hayalleri, özlemleri,

Yıldızları aşardı.

Liseli bir kız vardı bizim mahallede.

Bulutlar üstündeydi ayak izleri.

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyorum

Tir tir titremişti dizleri.

Liseli bir kız vardı bizim mahallede.

Tam karşıma düşen pencereleri,

Sevda türküleri yükselen evlerinde

Merak ederdim, nasıl uyurdu geceleri?

Liseli bir kız vardı bizim mahallede.

Ne güzeldi elleri, saçları, yanakları

Bana işaret olsun diye çok gece.

Sabaha dek yanık bırakırdı ışıkları.

Liseli bir kız vardı bizim mahallede.

Kanatları kırık, serçeler üzere.

Gönlünde ürkek dağ ceylanları

Bir dünya kurmuş ki dünyalar üzere.

Liseli bir kız vardı bizim mahallede.

Halinden anlardı tüm arkadaşları.

Yaz yağmuru gibi yağar yağar kesilirdi.

Ela gözlerinin yaşları

Liseli bir kız vardı bizim mahallede.

Her soluk alışında içim burkulur.

O yumurcak kalbinin ürperişleri

Bekar odamda gelir bana duyulur.

Sevdalı bir kız vardı bizim mahallede.

Günlerden bir gün ansızın kayboluverdi.

Şimdi kim bilir nerede, nasıl.

Onu çok sevdiğimi bilmeden

 

 

 

İlk Tarih Kitabınızda neler anlattınız?

İlk tarih kitabım, kendi telif eserim değil ama çevirdiğim bir kitaptır. Mithat Paşa’nın hatıraları diye 2 cilt eserlerini Osmanlıcadan çevirdim. Kitabın ilk baskı tarihi 1909 yılı. Abdülhamit 27 Nisan 1909’da Rumeli Aslan’ı Mahmut Şevket Paşa tarafından tahtından indirildi. O zaman Osmanlı’ya, basın, yayın, gazetelere biraz özgürlük geldi. Mithat Paşanın anıları bu ortamda Osmanlıca yayınlandı. Bu kitap Mithat Paşa’nın oğlu Ali Haydar Mithat’ın mebus seçilmesinden sonra babasının el yazması hatıratını bastırmasıyla ortaya çıktı. İlk ve tek baskıdır. Ben de hatıratları Osmanlıca baskısından Latinize ettim. Yani günümüz Türkçesine 2 cilt halinde çevirdim. Ne benden önce basılmış, ne de benden sonra. Bu iftihar ettiğim bir olaydır. Mithat Paşa’nın anılarını Latin harfleriyle ilk defa yayınlayan benim, yayına hazırlayan benim. Bu kitap benim telifli kitabım değil, editöryal tercüme bir kitaptır. Telif kitaplarıma gelmeden önce, Süleyman Kani (İrtem) diye eski Osmanlı Valisi var. Onun tefrikalarını kitaplaştırdım. Tefrikalardan 10-15 kitap çıkardım. 1940 yıllarında Tanin Gazetesi’nde tefrika edilen notları düzenledim, konularına göre tasnif ettim ve yayımladım. Sonrasında kendi telif eserlerime başladım.

 

 

Yazarken sizi en çok etkileyen kitaplarınız hangileri olmuştur?

Benim en çok önem verdiğim kitaplardan biri, Kubilay olayı. Kubilay olayı çok önemlidir. İkincisi, İzmir Suikastı. Bu konu üzerine biraz iddialıyım. Bu konuda yazılmış 30-40 büyük-küçük kitap var. Bazıları broşür gibi, bazıları gazete haberi gibi. Birkaç tanesi ciddi olmak üzere, literatürde Kubilay üzerine kitap bulabilirsin ama övünmek gibi olmasın içinde en ciddi olanı benim kitabımdır. Çünkü yazılmış kitapların hepsini gördüm. Benim kitabımın bir özelliği, askeri mahkemenin Kubilay olayını yargılayan mahkemenin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin zabıtları da var kitapta. Suçun iddianamesi ve yargılama zabıtlarını benim kitabım haricinde başka hiçbir kitapta göremezsin. TBMM’de bununla ilgili konuşmalar, en sonunda mahkemenin kararı ve hüküm var.

 

 

Bazı söylentiler, Kubilay olayına karışanların, TBMM eski başkanlarından Bülent Arınç ile akrabalığı olduğunu iddia ediyor. Bu söylenti gerçek mi?

Ben de duydum. Bu hem söyleniyor, hem yazılıyor. Bülent Arınç Manisalıdır. Kubilay’ın başını kesen Derviş Mehmet de Manisalıdır. Ancak bu rivayetlerin belgesi olmadığı için ben ciddi bir şekilde belge aradım. Bir arşiv vesikası veya devlet belgesi ya da ima eden belge bulamadım. Olsaydı kitabıma alır işlerdim. Böyle bir şey yok. Bülent Arınç’a, Kubilay’ın başını kesen Derviş Mehmet’in akrabası derler. Olsa ben de kullanırdım. Niye kullanmayayım? Ama değil, dedikodu, biraz da rivayet bu. Bülent Arınç’ın cinsi, cibilliyeti doğudan Manisa’ya sürülmüş aşirette doğan bir çocuk. Cumhuriyetin ilk yıllarında sürülen, mecburi iskan tutulan Osmanlı aşiretlerinin birinde doğan bir çocuk Bülent Arınç. Derviş Mehmet’in torunu olduğu söylentileri bir masal.

 

 

Derviş Mehmet Manisalı mı?

Menemen ve Kubilay Olayı kitabını yazarken, İstanbul’dan kalktım. Menemen’e geldim, araştırmalar yaptım. Menemen’de bu olay olmadan önce Derviş Mehmet 5 kişiyle birlikte Manisa’dan yola çıkıyor. 3 köyde konaklayıp sonra Menemen’e geliyorlar. Ben bu köylere misafir oldum. 5 kişinin ailelerini, sülalelerini araştırdıktan sonra bu kitabı yazdım. Derviş Mehmet’e Giritli Mehmet de derler. Kökeni Giritlidir.

 

 

31 Mart Ayaklanması ve Sultan Abdülhamid kitabını detaylı araştırmalardan sonra yazdınız. Benim merak ettiğim meşhur sorunun yanıtı; Abdülhamid Ulu Hakan mı, Kızıl Sultan mı?

Abdülhamid’e Kızıl Sultan diyenden veyahut da Ulu Hakan’dı diyen de, (Ulu Hakan, Necip Fazıl’ın ifadesidir. Onun kitabının adı zaten) onun peşinden gidenler, şimdi bunu Tayyip Bey’e kadar götürebilirsin. Mustafa Armağan’dan, medrese kafasından, hurma kültüründen, o devrin gazetecilerinden, basınından, Mehmet Şevket Eygi’den, Kadir Mısıroğlu denen yobazdan oluşan bu erkan, “Ulu Hakan Abdülhamid Han” diye onu göklere çıkarttılar. Cumhuriyet kültürü, Mustafa Kemal, hanedanı öteledi, aşağıladı biraz da. Hain dedi, alçak dedi onlara. Bunların içine Vahdettin de girdi, Abdülhamit’e girdi. Hiç kimse fark etmez ama, Mehmet Akif Ersoy, sağcı, Müslüman taifeden olmasına rağmen, Abdulhamid’i “Yıldız Baykuşu” diye aşağılar. Yıldız Sarayında oturduğundan, “Yıldızın Baykuşusun” der. Abdülhamid’e baskıcı ve istibdat yönetiminden dolayı Kızıl Sultan denmiştir. 33 sene az değil, o devrin Jön Türklerini, İttihatçılarını, İstanbul’dan sürgüne gönderdiği için, baskıcı, diktatör, anlamında Kızıl Sultan deyimi kullanılmış ve söylenmiştir. Abdülhamit bence de Kızıl Sultan’dır.

 

 

Atatürk’e Kurulan Pusu İzmir Suikastının İçyüzü kitabı beni en çok etkileyen kitaplardan biridir demiştiniz. Neler anlatmak istediniz?

Kitabımda da bahsettim; Modernizme yenilişin mazlumiyet damarlarından çağdaşlığa devamlı kutsal pompalayan geleneksel zihinler, Tanzimat ve meşrutiyet gibi, cumhuriyeti de sindiremediler. Oysa cumhuriyet hasım klanlar ve birey olmamış cemaatler yerine rasyonel düşünen seküler bir toplum yapısı öneriyordu. İzmir Suikastının kara kutusunu çözmeye çalışan bu kitapta Atatürk’ü öldürmeye azmedenlerin portrelerini anlattım. İzmir suikastı 2 aşamalıdır. Suikasttan 1 yıl önce 1925’te Mustafa Kemal’i öldürmek için pusu hazırlayan çete, suikastı Ankara’da planladı. Ziya Hurşit ve yanında üç kişi Ankara’ya geldiler. Ziya Hurşit ilk mecliste Rize Mebusuydu. Mustafa Kemal ilk meclise mebus seçtirdi fakat 2’inci meclise milletvekili seçtirmedi, yerine abisi Faik Bey’i seçtirdi. Faik Bey de valilik rütbesinde bir adamdı. Ziya Hurşit’in, Mustafa Kemal meclise seçtirmediği için özel bir kini olabilir, seçtirmedi diye husumet beslemiş olabilir, ama esas 1925 yılında İskilipli Atıf olayları gerçekleşiyordu Türkiye’de. Mustafa Kemal 1925’te Kastamonu’da, ilk defa şapka devrimin müjdesini verdi. Fes, sarık kullanılmayacağını, şapka giyileceğini açıkladı. İskilipli Atıf Hoca, Şapka İktisası hakkındaki kanuna karşı çıktı. Teali İslam Cemiyeti bunun için beyanname yayınladı. Biz dinsizliğe mi gidiyoruz? Bu cumhuriyet ne oluyor? Gibi söylemler çıktı. Tam o sırada Ziya Hurşit Ankara’ya, Gürcü Yusuf ve Laz İsmail ile birlikte geldi. 1hafta kaldılar ve Mustafa Kemal’i Ankara’da nasıl öldürürüz hesapları yaptılar. Ayıcı Arif’in evinde yatıp kalktılar. Ayıcı Arif, Eskişehir mebusu, Sakarya Savaşı’nda Kolordu yöneten Mustafa Kemal’in yakın adamı. Aynı zamanda Bandırma Vapurunda yanına aldığı adam. Samsun’a çıkarken Kurmay Başkanı Kazım Dirik’in yardımcılığını da Kurmay Yarbay Arif Bey yapıyordu.  Mustafa Kemal, “Bu benim adayım. Lütfen itiraz etmeyin” diyerek ağırlığını koydu ve Eskişehir’den Mebus seçtirdi. İşte bu adamın evinde kalıyor suikastçılar. Mustafa Kemal’e pusu kurduran, öldürtmeye çalışan Ayıcı Arif böyle bir adam. Ankara’da bazı duyumlar alınınca, suikasttan vazgeçip İstanbul’a döndüler. Bu olayın birinci perdesi.1926’nın haziran ayında da İzmir Suikastı olacak. Mustafa Kemal Adana’daki seyahatini tamamlayıp Ankara’ya döndü. Ankara’dan Bursa’ya geldi. Gazeteler15 Haziran 1926’da Mustafa Kemal’in İzmir’e gideceğini duyurdu.

 

 

Atatürk’e suikast gerçekleşmiyor. Suikast girişimi nasıl önlendi?

10 Haziran 1926. TBMM yaz tatiline girmek için son celsede toplanıyor. Milletvekilleri memleketine gidecek. Zaten mecliste görüşülecek önemli bir şey yokmuş. Bir iki tane kayda değer olmayan konular ele alındıktan sonra meclis başkanı 4 aylık yaz tatiline girildiğini söylüyor. Son oturumda bulunan Faik Günday, Hurşit Ziya’nın ağabeyi olayları şöyle anlatıyor: ‘10 Haziran 1926 Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kapanış celsesindeydim. Yanıma Kazım Karabekir geldi. Oysa 1 gün önce meclis yarın kapanıyor diye helalleşmiştik. Kazım Karabekir Allahaısmarladık demiş meclise gelmeyeceğini söyleyip gitmişti. Fakat baktım ki Karabekir gitmemiş yanımda. Hani paşam vedalaştık ya, gidiyordun ya, meclise gelmiyordun ya, hayrola niye geldin bugün? Karabekir özellikle benimle görüşmek için geldiğini söyledi. Tekrar hayrola paşam ne var ki? Ne görüşeceğiz? Dedim. Bana Farz et ki Mustafa Kemal yarın öldürüldü. Ne yapmamız lazım? Diye sordu. Bu ne biçim soru? Mustafa Kemal seyahatte  Aslan gibi geziyor tozuyor. Bugün Bursa’da yarın öbür gün İzmir’e gidecek.’ Bu olay İzmir suikastından 5 gün önce gerçekleşiyor. Kazım Karabekir, Daha sonra Faik Günday’a,  Mustafa Kemal’in yokluğunda kimi Reisicumhur görmek istediğini soruyor. O da, İsmet Paşa Meclise hakim, eğer öyle bir vukuat olursa, gazinin yerine İsmet Paşa mecburen Cumhurbaşkanı. Çünkü bu meclisi seçtiren, bütün milletvekillerini eliyle seçtiren İsmet Paşa diyor. Aralarında böyle konuşmalar geçiyor. Faik Bey 5 gün sonra gazeteleri açıp bakıyor, İzmir suikastı. ‘Anladım ki Karabekir Paşa benim ağzımı yoklamaya gelmiş. Mustafa Kemal’e suikast düzenleneceğini biliyor’ diyor. İstanbul’daki suikastçılar, Karabekir’e haber göndermişler. Şimdi o gün bir de İstanbul’a gidelim. Mustafa Kemal İzmir’e gelmemiş. Sanıyorum Balıkesir’den hareket edecek. Rıza Nur’un anılarında diyor ki, “İstanbul’da Taksim bahçesindeyim. Oraya çay içmeye gittim. Karşı masada İttihatçı Şükrü Bey, yanında birkaç avenesi oturmuşlar, gülüşüyorlar, şakalaşıyorlar. Oraya geldiğimi görünce, Şükrü Bey, beni çağırdı. İyi ki yanlarına varmamışım, meğerse konuştukları bu suikast işte. Ben sonradan anladım” diyor. Ziya Hurşit ve yardımcılarına 40 bin lira para veren, silahı, tabancayı bulan Şükrü Bey’dir. Ziya Hurşit, Sarı Efe Edip, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf 1 hafta önce İzmir’e gelip toplantı yapıyorlar. İzmir’deki çetenin elebaşı Şükrü Efe 15 Haziran için plan hazırlıyorlar. İstasyonda trenden inerken mi? Otele girerken mi öldürelim? Diye hesaplar yapıyorlar. 4-5 koldan ateş edecekler. İçlerinden biri Giritli Şevki’dir. Giritli Şevki Suikasttan sonra, onları bir motorla Sakız Adası’na kaçıracak olan zattır. Fakat Giritli Şevki Suikastı İzmir Valisi Kazım Beye bildiriyor. Kazım Bey de Mustafa Kemal’e Telgraf çekip suikasttan haberdar ediyor ve ziyareti 1 gün ertelemesini istiyor. Mustafa Kemal’de Balıkesir’den İzmir’e hareketini 1 gün geciktiriyor. Böylece suikast önlenmiş oluyor. Vali Kazım Paşa herkesi derli toplu yakalıyor. Derhal İstiklal Mahkemesi Ankara’dan İzmir’e geliyor, tutuklamalar başlıyor. Hatta Ankara’da Kazım Karabekir, İstanbul’da Ali Fuat Paşa tutuklandı. Eski Terakkiperver Fırka mebuslarının bile bu suikast planının arkasında olduğunu alınan ifadelerden sonra anladılar. Dolayısıyla bütün paşalar da tutuklandı. Üstelik Terakkiperver milletvekilleri da tutuklandı.

 

 

Maliye müfettişliği ile edebiyatı, tarihi bağdaştıramadım. Kitap yazma tutkusu nereden kaynaklanıyor?

Edebiyat, şiir, tarih merakı veya zevki benim özel ilgimden kaynaklanıyor. İktisat fakültesinde okuyorum ama bilinçaltımda, şiir, edebiyat merakı var ve bu özel bir durum. Müfettiş olduk diye de o kadar katı değildik. 1976 yılında teftiş için yolumuz 3 kişi Çanakkale’ye düştü. Maliye Bakanlığı bize Ankara’dan bildirirdi. Şu 3 kişi bu sene yazın 4 ay Çanakkale’ye gidecek diye. Hakikaten o devirde korkulurdu müfettişlerden. Şimdi öyle bir şey yok. Bilgisayar çıktı. Müfettişe gerek kalmadı. Muhasebeciye, deftere gerek kalmadı. Bilgisayara bakıyor adam, envanter, bilanço, hemen ortaya çıkıyor. Bizim zamanımızda birinci sınıf esnafın, tüccarın defteri tek tek kontrol edilirdi. Faturaları geçti mi, geçmedi mi? Vergisini kaçırdı mı, kaçırmadı mı? Bunlar biraz eski konu, sohbetin dışındaki şeyler dolayısıyla benim onları sevmediğimin sebepleri de bu işte. Rakam, muhasebe, hesap, girdi, çıktı, vergiyi kaçırdı, kaçırmadı, içinde, tarih, şiir, edebiyat sevgisi olan insanların pek hoşlanacağı bir özellik değil. Benim meslekten ayrılmama, soğumama neden olan bir hadise bu. Benim arkadaşlarım meslekte kaldı, emekli oldu, ben 11 yıl sonra bıraktım. Emekliliği bile düşünmedim, bırakalım bunları.

 

 

Kitaplarınızdan biri, “Atatürk Rauf Orbay kavgası”. Cumhurbaşkanı ile başbakan nasıl olur da kavga eder?

Benim en çok emek verdiğim bir kitap bu. “Atatürk Karabekir Kavgası”, “Atatürk Rauf Orbay Kavgası”, 3’üncüsünü de yazıyordum. O da şimdi Cumhuriyet kitaplarında çıkacağı günü bekliyor. “Atatürk Ali Fuat Cebesoy Kavgası”. Rauf Orbay kavgası da önemli, Karabekir kavgası da önemli. Bu kitaplar hacimlidir. Bu kitapları okuyan biri, Rauf Orbay’ı çok iyi tanır. Sanki Rauf Orbay biyografisi gibi bir kitap. Fakat Mustafa Kemal’i de çok iyi tanır. Çünkü konu, Rauf Orbay ile Mustafa Kemal’in ilişkisi. Bir kere Rauf Bey’in ve Karabekir’i de katarım buna. Karabekir Paşa’nın, Rauf Bey’in, doğumundan, çocukluktan, paşa oluncaya kadar, 1’inci Dünya Harbi’ne gelinceye kadar olan bütün hayat hikayeleri çok ilginç anlatılmıştır. Bir de her araştırmacının sanıyorum pek dikkat edemeyeceği bir konu var. Şimdi ben biraz Mustafa Kemal tarafını tutuyorum, peşinen tutuyorum. Ben Mustafa Kemalciyim. Bu gözle bakıyorum ama bu gözle bakmam demek, Karabekir’in de, Rauf Bey’in de iyi özelliklerini unutmak anlamına gelmiyor. Hiç böyle yapmadım yani. Onların iyi özellikleri de orada kitaplarda. Fakat 2 büyük adam niye Mustafa Kemal’le kavga ettiler? Etmeseler daha iyi olmaz mıydı? Kavganın sonu suikasta kadar giden bir yol. Zaten birbirlerini suçladılar. Ondan sonra devrimler geldi, ölümler geldi ve bunlar da Mustafa Kemal’e muhalif olarak kalmaya devam ettiler. Rauf Beyin baş özelliği Çerkez olması çünkü Mustafa Kemal, Türk ve Türkçülüğü, Türk Devrimlerini öne çıkarınca adam rahatsız oldu bundan. Mustafa Kemal anladı ki bunlar yanında olduğu müddetçe devrimleri yapamayacak. Bu kişilerin yanında olmaması gerekir. Rauf Orbay için, Başbakan demeyelim de başvekilliği diyelim. Düzgün zamanlarda başbakanlık yapmadı ki Rauf Bey. Rauf Bey Malta’da sürgündü 1921 yılında Malta’dan döndü büyük taarruzdan önce, Sakarya harbi sırasında, Mustafa Kemal, Orbay’ı Bayındırlık Bakanı yaptı. Fakat Orbay, 2’inci grubun içine girdi, Mustafa Kemal’in aleyhinde çalışmaya başladı. Mustafa Kemal bunu biliyordu. Mustafa Kemal’in başkomutanlık yetkisi 3 ayda bir uzatılıyordu. Büyük Taarruzdan önce  Temmuz ayında meclis bunu uzatmadı. Mustafa Kemal başkomutan olamadı, ordu komutansız kaldı. 21 Temmuz 1922’de, Mustafa Kemal’le görüşmeleri var Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay ve Refet Bele. İşte orada Mustafa Kemal, Rauf Bey’in ne olduğunu anladı. Keçiören Köşkü’ndeki görüşmede Rauf Bey ile, yola çıkılmayacağını idrak etti. Normal bir zamanda bu işi sonlandırmak gerektiğini düşündü. Büyük taarruz olduğu zaman, Rauf Bey başvekil, 9 Eylül’de ordularımız İzmir’e girdiğinde Orbay yine başvekil. Benim kitaplarımın konusu tarih olsa bile başında en az 50-60 sayfa Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin karşılaştırması var. Veya batı medeniyetiyle İslam medeniyetinin 50-60 sayfa karşılaştırması var.

 

 

Medrese mi Modernite mi kitabınız 50-60 sayfalık bu konulardan yola çıkarak mı oluştu?

Medrese mi, modernite mi kitabım, benim Facebook sayfasında kaleme aldığım 130 yazıdan oluşuyor.  Onların derlemesi benim bir arkadaşımın ricası, hatta biraz da onun yardımıyla oldu. “Osman abi kağıt parası benden veriyorum” dedi, yardımcı da oldu. Medrese mi modernite mi kitabı o makalelerin derlenmesinden oluştu. Türk milliyetçiliği, Türk modernliği, Mustafa Kemal, cumhuriyet, milli mücadele, Enver Paşa hakkında beş yazı var o kitabın içinde. Enver Paşa, Osmanlı’yı İttihat Terakki’yi temsil ederek Mustafa Kemal’e karşı çıkmış bir adam. Şimdi onun avenesi var değil mi? Enver Paşa’nın o 5 yazısını okusalar gene akıllanmazlar ama bazıları da Enver Paşa’ya, vatanseverliğin de, milliyetçiliğin de, Türkçülüğün de senin olsun diyebilir. Türklüğün milli mücadelesinde, ölüm kalım savaşında, Sakarya Harbi’nde, Enver Paşa’nın yaptığı hareket ilginçtir ve Batum’da kongre yapmıştır. Enver Paşa’nın Tek amacı vardı. Mustafa Kemal’i meclis reisliğinden, başkomutanlığından indirip, Türkiye’de milli mücadelenin başına kendisi geçmekti. Halbuki vatansever bir adamın en sıradan düşüncesi ne olabilir? Mustafa Kemal mücadeleye başlamış, Samsun’a çıkmış, kongreler toplamış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplamış, ordu dağıldığı halde yeniden ordu oluşturmuş. Mustafa Kemal senin düşmanın olan Yunanlı ile çarpışıyor. Altını oymak, ayağını kaydırmak, yerine geçeyim demek, darbe yapmak, ihtilal yapmak, bir vatanseverin aklına gelir mi? Enver Paşa bunu yaptı ama gücü yetmedi. Batum’dan Türkistan’a gitmek zorunda kaldı. Türkistan’da ordun yok, teşkilatın yok. Sovyet ordusu, Sovyet bloku, Sovyet denen bir devlet orada duruyor. Onlar istediği zaman bir günde ezer. Bunu da biliyorsun. Sen orada Türkleri kurtarmış olmuyorsun ki oraya gitmekle. Lenin’in Troçki’nin adamları takip ediyorlar zaten. Enver Paşa bir bayram namazı kılarken adamlar cami karşısında kurmuşlar makineli tüfeği, camiden çıkarken de Enver Paşa’yı tarayıp, öldürdüler.

 

 

Kitaplarınızla ilgili son olarak neler söylemek istersiniz?

Geçen ay, Öner Yağcı Bey sayesinde Dutluca Köyü ziyaretimiz oldu. Oraya davet edildik. 20-30 kişi vardı. Orada bana şu bilgiyi verdiler. Köyde pek çok Süleymancı tarikatına mensup kişiler varmış.  Bana verilen bilginin doğru bilgi olduğunu biliyorum. Köyün hepsi olmasa bile o köyde Süleymancılık denen bir uydurma tarikat var. Süleyman Efendi tarikatı. Duyunca çok üzüldüm. Ben bu sahilleri, Ege sahillerini, İzmir, Balıkesir, Batı Anadolu, Ege Denizi’ne sahili olan yerler biraz daha aydınlanmış, okumuş, yazmış, İç Anadolu köylerinden biraz daha varlıklı, aydın düşünceli insanlar var zannederdim. Demek ki buralarda halen böyle bir düşünce varmış. Bu benim aklıma şunu getirdi:  Ben İzmir’den ayrıldım. İzmir ne de olsa şu anda bile Türkiye’nin en aydın, okmuş, iyi tahsil yapmış bir şehridir. Dutluca Köyü’ndeki tarikat lafı beni Balıkesir’e götürdü. Balıkesir’in 1816 yılına götürdü. 1816 yılında İstanbul’da bir olay oldu. Ayasofya Camisi’nin vaizi Kadızade Mehmet Efendi’ydi.  Ayasofya’da vaaz verirdi. Balıkesirli Kadızade Mehmet’in babası kadı idi. Balıkesirli Kadızade unvanı da buradan gelir. O dönemde Rufai tarikatının lideri de Şemsettin Sivasi Efendi isimli bir tarikat şeyhiydi. Bu da Sivaslıydı. Bunlar birbirlerine suçlama yaparlardı, hiç geçinemezlerdi. Nihayetinde Ayasofya meydanında tarafların büyük bir kavgası olmuş ve 8 kişi öldürülmüştü olaylar sırasında. 1816 yılını örnek alıyorum çünkü 1816 Fezleke’nin yazıldığı tarihtir. Katip Çelebi’nin. Üçüncü Ahmet zamanında yazdığı en önemli eseri Fezleke’dir. Devrin en büyük ulemasıdır. Kadı Mehmet Efendi’yle Şemsettin Sivasi Efendi’yi Fezleke’de konu yapıyor. “Ulan siz ne dindar, ne Müslümansınız, ne ahlaklısınız, Siz ne ümmeti sülehasınız, ulema taslağısınız siz. Sizin tarikatçılığınız da medrese uleması olmanızda uyduruk.” Diyordu. Bandırmayı, Bandırma kelimesini şundan dolayı severim. Birincisi Bandırma Vapuru’nun adı. Bandırma Vapuru’nu niye seversin diyorsan? Mustafa Kemal’i Samsun’a götürdü. Bandırma gemisinin kaptanı Kayserilidir. İsmail Hakkı Durusu. Bandırma Vapuru İstanbul’dan hareket etmeden önce Rauf Bey, Mustafa Kemal’in evine uğurlamaya gidiyor. Arkadaş olarak da, “Aman Mustafa Kemal, kulağıma duyum geldi, senin geminin batırılma ihtimali olabilir. Karadeniz’e çıkınca İngilizler gemiyi torpilleyebilir, batırabilir” diye söylüyor. Rauf Orbay, hem güle güle diyor, yolun açık olsun diyor, hem bu lafı söylüyor. Mustafa Kemal, “sanıyorum Rauf Bey biraz da benim moralimi bozmak için söyledi bu lafı” diyor. Hakikaten de Kız Kulesi’nin önünde gemide arama yapıldıktan sonra Mustafa Kemal gönderiliyor. İsmail Durusu da 20-30 yıllık tecrübeli kaptanmış. Son olarak şunları eklemek istiyorum. Cumhuriyet kitaplarında baskı bekleyen bir çalışmam var. Ali Fuat Cebesoy biyografisidir bu. Ekim ayında yayınlanacak olan İttihat liderlerinin gizli mektupları diye bir kitap var.  Şu anda yapabildiğim, elimin altında olan şeyler budur. Eskiden olup da biten baskısı tükenenlerle uğraşıyorum. Yeni bir kitabı sıfırdan üretmek o kadar kolay değil. Kütüphanenden, bilgisayarından, ikliminden, çalışma odağından uzaklaşınca kitap yazılmıyor. Yaşımız da 80’e geldi, enerjimiz de azaldı. Eski dinçliğimiz kalmadı. Ben bu sohbeti yaptığı için değerli Hilmi Bey kardeşime teşekkür ediyorum. Bana eşlik eden sevgili Öner Yağcı dostuma, sevgili Celal İlhan dostuma ayrıca teşekkür ediyorum. İnşallah başka bir zaman buluşmak üzere diyorum.

 

Yazar’ın yapıtları:

Beyaz Çığlık, Sen Bana Şiirsin, Midhat Paşa’nın Hatıraları 1 Hayatım İbret Olsun, Midhat Paşa’nın Hatıraları 2 Yıldız Mahkemesi ve Taif Zindanı, İttihat Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması, Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı, Atatürk’e Kurulan Pusu İzmir Suikastının Perde Arkası, Ali Fuat Cebesoy’un Arşivinden Askeri ve Siyasi Belgeler, Sevgili Aliye’m Maliye Nazırı Cavid Bey’in Hapishane Mektupları ve Savunmaları, Divan-ı Harb-i Örfî Muhekamatı Zabıt Ceridesi Tehcir Yargılamaları (1919), Hatıraları ve Mektuplarıyla Sadrazam Talât Paşa, 31 Mart Ayaklanması ve Sultan Abdülhamid, Atatürk’ün Üç Muhalifi 1 Kazım Karabekir, Atatürk – Rauf Orbay Kavgası Milli Mücadele ve Sonrası, Atatürk Karabekir Kavgası Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, Divan-ı Harp Zabıtlarına Göre Menemen ve Kubilay Olayı, Atatürk Vahdeddin Kavgası Saltanattan Cumhuriyete Siyasal ve İdeolojik Dönüşüm, Yeni Türkiye’nin Doğuşu Cumhuriyetin Kuruluş Hikayesi Osmanlının Altı Paşası Kimlik ve Kişilik Analizleri.

 

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
Yazar Osman Selim Kocahanoğlu: Atatürk’ün Cumhuriyet yolculuğunu gün gün yaşamak isterdim
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!