İŞVEREN veya patron sınıfındaki kurumların, en çok da belediyelerin.. 1 Mayıs meydanlarında işçi sınıfıyla birlikte hak arama mücadelesi için birlikte yürümesi size de absürt geliyor mu?
İktidar da kurumsal anlamda bakıldığında, ‘patron’ sınıfındadır. Yönetendir. Bizdeki iktidarın yönetim anlayışı ekseninde bakarsak, ‘büyük patron’dur.
Asgari ücreti belirleyen, kimin ne alacağına karar veren, istediği koşullarda çalıştıran iktidarın, 1 Mayıs mesajları da absürttür.
Muhalefetse, iktidar adayıdır. Yani, gelecekte patron olabilme ihtimali vardır. Bugün emekten yana, işçi sınıfıyla omuz omuza yürür; yarın iktidarın patronu olunca ‘işveren’ penceresinden bakmaya başlar.
Dolayısıyla, muhalefetin 1 Mayıs’ta işçilerle birlikte halay çekmesi falan görüntüdür.
Hiç asgari ücretle yoksulluk sınırının altında, yarı aç - yarı tok yaşam mücadelesi veren emekçiyle, onun dokuz katı daha fazla maaş alıp kıyak emekliliğe yelken açan milletvekilleri bir olur mu?
Üç beş yıllık vekillikle emeklilik hakkı kazanan vekille, otuz sene çalışıp emekliliği hak edemeyen işçinin kol kola yürümesi tuhaf değil mi?
Bu tuhalığa, şehirlerin patronları belediye başkanlarının 1 Mayıs üfürmelerini de ekleyince.. Çok daha absürt bir manzara çıkıyor ortaya.
***
BELEDİYE Başkanı patrondur.. İşverendir. Yönettiği Belediye’nin yüzlerce, binlerce çalışanından sorumludur. Yani onları çalıştırandır.
Maaşını veren, zam kararında tek söz sahibi, haklarını verip vermeme yetkisini elinde bulunduran..
Sendikalarla pazarlık masasına oturan, falan filan.
Hem öyle ki, kendi siyasi görüşüne uygun sendikayla anlaşıp, karşı görüşün sendikasına üye işçilere göz dağları falan veren.. Bazen tehdit eden...
Özetle, belediye başkanları patron sınıfındadır.
Öyle 1 Mayıs yeleklerini sırtına geçirip, elinde ‘emek, en yüce değer’ türü pankartlarla meydanda poz vermeleri bana komik geliyor!
***
DÜŞÜNSENİZE.. Başkan dediğin adam, iktidarın başkanı olsun, muhalefetin başkanı olsun fark etmez; istediklerini şak diye işten çıkarabilen, istediklerini şak diye işe alabilen.. İşine gelmeyeni başka birimlere, hâttâ ilçelere sürgün edip, işine geleni sıfır liyakatli bile olsa en kafa göreve atayabilen...
Kimileyin belediye kadrolarındaki işçi fazlalığından dert yanan.. Kimileyin çalışanların maaşlarını ödemeyen, geciktiren, fazla mesaileri bir kalemde silebilen...
Öyle işte.
Sonra.. 1 Mayıs alanlarında işçiyle omuz omuza halay çek; al mikrofonu eline, emeğin kutsallığına dair iki saat nutuk at!
***
BERİ yanda, patronuyla aynı alanda, aynı sloganları atmayı ‘İşçi Bayramı kutlamak’ zanneden işçi milletinin hâli pür melâli...
Yani bu da absürt.
Yarın işine son verilebileceğini bile bile, patronuyla halay çeken işçi.. Hak mücadelesinin hangi aşamasındadır sizce?
Yani sırf aynı siyasi görüşte olunca; patronla emekçi, işverenle işçi, ağayla maraba aynı sınıfın yoldaşı mı oluyor?
Olmuyor!
E o zaman, 1 Mayıs meydanında tuttuğu işçiyi kucaklayıp mucuk mucuk sarılıp öpüyor diye, ‘emekçi dostu’ falan olmuyor bu seçilmiş patronlar.
***
SERMAYE ıssıyla düşüp kalkan, “ben zengini severim” modunda siyaset yapan, işçi sınıfıyla yakınlaşması 1 Mayıs’tan ibaret olan; 2 Mayıs’ta yine sermaye kafasıyla düşünen, karar veren, uygulayan siyaset patronlarının yaptığı şey takiyedir.
Meydanda emek cephesinin hak mücadelesini alkışlayıp destekleyen adam, ertesi gün o emekçilerin çoluk çocuğunun geleceği olan arsaları parsel parsel satmaz! Hem yönettiği şehrin, hem o şehirde yaşayan yoksul emekçi yığınların yarınlarını düşünür.
Emekçinin boynuna sarılıp yapış yapış öpen adam, “gelir sağlayacağım” diye sattığı arsanın yeni sahibine, arsa bedelinden daha yüksek miktarlara mal olan ‘altyapı, üstyapı’ sözleri vermez, anlaşma yapmaz!
Bunun adı hem kamu zararıdır, hem yetim hakkı yemek...
***
SINIFSAL mücadelesinin ayırdında olan emekçi milletine selam ederim.