OKUDUKÇA Notre Dame’ın Kamburu, Victor Hugo’nun dünya klasikleri arasında yer alan, 1831 yılında yayınlanan ve Fransa’da krallık döneminin karanlık günlerinden kesitler sunan romanıdır. Küçük bir çocukken çingeneler tarafından kaçırılan Esmeralda ise güzelliğiyle çevresindekileri büyülemekte ve herkesin gözünü kamaştırmaktadır. Quasimodo Esmeralda’yı görür görmez aşık olur ve onu kaçırmaya çalışır. Ne yazık ki Esmeralda’nın gönlü sırtındaki kamburla alay konusu olan Quasimodo’da değil, onu Quasimodo’nun elinden kurtaran Yüzbaşı Phoebus’tadır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, tüm yasaklara ve kurallara rağmen Papaz Frollo da Esmeralda’ya tutkundur. İşte bu engellenemeyen tutku yüzünden Esmeralda’nın başına gelmeyen kalmayacak; bu üç farklı aşkın merkezinde yer alan genç kız, işlemediği bir suçla itham edilip türlü zorluklarla yüzleşmeye mecbur kalacaktır.
  1. yüzyılın başlarında Paris şehir planlamacıları bakımsızlığından dolayı Notre Dame Katedrali’ni yıktırmayı düşünmüşler. Bunun üzerine Victor Hugo, halkın ilgisini bu katedrale çekmek ve onarımını sağlamak için Notre Dame’ın Kamburu adlı romanı yazmış. Romanın orijinal adı, Notre Dame de Paris. 1831’de yayınlanan roman hem Fransa’da hem de dünyada büyük yankı uyandırınca katedral onarılmış ve turistlerin akınına uğramaya başlamış. Hugo’nun bu başyapıtı sayesinde bugün dünyanın en popüler mekanları arasında..

“Acı çekiyorsun, değil mi? Üşüyorsun, karanlık seni kör ediyor, etrafında zindanın duvarları var. Ama belki benliğinin derinliklerinde bir ışık vardır. Belki bu ışık, gönlünle oynayan o kof herife karşı beslediğin çocukça sevgidir! Halbuki ben zindanı içimde taşıyorum. İçimde kuş var, buz var, ümitsizlik var. Ruhumu gecenin zifiri karanlığı kaplamış.” (Notre Dame’ın Kamburu)   İşte hayat böyle, her sendeleyişinde. Bizi aşağı çeken hep en yakın dostlarımız değil midir?  Demek insanın kendini zayıf hissetmesi ve çılgına dönmesi için sefil bir düşünce yeterli olabiliyor!  Acının aşırısı, tıpkı sevincin aşırısı gibi kısa süren şiddetli bir duygudur. İnsan yüreği bu uçlardan birinde uzun süre kalamaz. Çünkü sevgi denen şey, bir ağaca benzer. Kendiliğinden yetişiverir, köklerini bütün benliğimize salar. Anlaşılmaz yani şudur ki, bu sevgi ne kadar körse, o kadar da inatçıdır. Akıl, bilinç gibi şeylere sahip olmadığında da inadına güçlenip sağlamlaşır. Hayatını geçirmek yetmiyor, hayatını kazanmak gerekiyor. Halk söküp almadıkça kral ayrıcalıklarından vazgeçmez.  

BİZİM MAHALLENİN ÇOCUKLARI Eserlerinin bizim kuşak başta olmak üzere okurlarının ruhsal gelişimini ve geleceğini olumsuz etkilediği söyleyenler bugünün şiddetle ve internetin olumsuz kuşatması ile büyüyen çocuklarını görmelerini ve günümüzü gördükten sonra konuşmalarını isterdim. Kemalettin Tuğcu’nun eserleri acıyı, yoksulluğu, şiddeti ve umutsuzluğu dile getirse de günümüz çocuklarının şiddeti ve umutsuzluğu görmek konusunda korunaksız oldukları da bir gerçek. Onun eserlerinde arkadaşlığın, ailenin ve komşuluğun anlamını gördük biz. Onun eserlerindeki yalnız bırakılmış çocuklarda kendi korunaklı çevremizin değerini anladık. Metin Üstündağ’a göre o “Sübyan zamanlarımızın Sami Hazinsesi’dir.” Selim İleri için ise “Merhametin yazarıdır.” Nemika Tuğcu şöyle der:“Hiçbir kitabında cinayet yoktur Kemalettin Tuğcu’nun, tecavüz, işkence yoktur. Gaddar üvey babalar ve kötü ruhlu üvey anneler vardır, çocuklar dayak yer, evden kovulur, ama hikâyelerin sonu iyi biter. Hak yerini bulur, çalışan, dürüst olan kazanır.” Kemalettin Tuğcu, sanat anlayışını “İnsanları sevindirmeyi seviyorum, yazdıklarım hep güzel biter, umut verir” diye özetler. Onun romanlarında, itilmiş, horlanmış, terk edilmiş, yoksul ve yalnız insanlar bu durumlarını onurla taşırlar. Kimseden bir dilim ekmek istemeden, boyunlarını büküp gözyaşlarını içlerine akıtarak, kadere rıza göstererek hayatlarını sürdürürler. Ya da romanlarından birindeki gibi: “Koca köşklerde, zengin evlerinde huzur yoktur, ama bir somun ekmeğin paylaşıldığı bir gecekonduda sevgi vardır. Vita tenekesinin içine ekilmiş sardunya, yaşam coşkusu verir ev halkına.”

200'den fazla Türkçe romana imza attı. İstanbul'da doğdu. Ayaklarındaki bir özür nedeniyle, uzun süreli eğitim görmedi. Kendi kendini yetiştirmiş olan Tuğcu, 13 yaşlarında şiir ve öykü yazmaya başladı. Özellikle, acıklı konuları ve melodramatik olay örgüleri olan romanlarıyla tanındı. 1928 yılında Türkiye Yayınevi'nde çalışmaya başlayan Tuğcu'nun ilk romanı, 1936 yılında yayımlandı. Türkiye'nin hızlı bir değişim geçirdiği, özellikle köyden kente göçle birlikte kentlerin büyüdüğü, şehir merkezlerinde ahşap evler yıkılıp apartmanlar inşa edilirken kentlerin çevresinde kenar mahallelerin oluştuğu 1960'lı yıllarda Kemalettin Tuğcu'nun kısa romanları çok sayıda okura ulaştı. Okurları çoğunlukla çocuklardan ve gençlerden oluşan Kemalettin Tuğcu'nun 300'den fazla romanı yayımlandı. Yazarın yüzlerce eserinden film yapılanları ile şunlar: 1960 - Ayşecik 1961 - Kolsuz bebek ("Talihsiz Fatoş" romanından) 1964 - Yüz Karası 1997 - Baba Evi 1998 - Mercan Kolye 1998 - İki Arkadaş 1999 - Küçük Besleme (TV Dizisi) 2000 - Hırsızın Oğlu (TV Dizisi) 2000 - Üvey Baba (TV Dizisi) 2004 - Canım Annem (TV Dizisi)

BU DÜNYADAN COHEN GEÇTİ Leonard Cohen, 2016 yılında 82 yaşında hayata veda etti. 48 yıllık müzik kariyerine 14 albüm sığdıran Cohen, sadece bir şarkıcı değil, bir yazar ve şairdi. Son albümüyle ilgili bir demecinde “Ölmeye hazırım" diyen Cohen tamamlanmamış şarkılarını bitirebileceğini düşünmediğini söylemişti. Geçtiğimiz ağustos ayında hayatını kaybeden 'ilham perisi’ Marianne Ihlen’e yazdığı mektubunda ise "Sanıyorum ki çok kısa bir süre sonra peşinden geleceğim" demişti. Cohen’in en çok dinlenen şarkısı olan Dance Me To The End Of Love, birçok şarkıcı tarafından seslendirilmiştir. Düşünülenin aksine bu şarkının ilham kaynağı aşk değil Yahudi soykırımıdır. Cohen, şarkının ilham kaynağının Nazi kampları ve soykırım sırasında yaşanan işkenceler olduğunu açıklamıştır.

 “Hepimiz acıklı bir şarkıyı severiz. Herkes yenilgiyi tadar. Kimsenin tam istediği gibi bir hayatı olmaz. Hepimiz sahnenin ortasında kendi kahramanımız olarak yeni role başlarız ve zamanla kenara itilir kalırız. Zaman geçer; kahramanımız yenilir, hikâye değişir, tepetaklak olur ve biz bir kenarda artık neden bize rol verilmediğini merak ederiz.Hatta neden rol istemediğimizi… Herkes bunu yaşar ve bir şarkının tatlı kaşığıyla verildiği anki duygusuyla kalpten kalbe bir yol açılır.O zaman daha az dışlanmış hissederiz kendimizi. İşte herkes gibi bu olup biten lanet olası şeylerin, yaşamın olağan adımlarıdır der dururuz. Ve, bu zincirin parçası olduğumuzu kabulleniriz.Anlarız ki herkes yeniliyordur.”   “Mükemmeliyeti boşver.Her şey kusurludur.Her şeyin üzerinde çatlaklar vardır.Işık da bu çatlaklar ve kusurlar sayesinde görünür.”   “Şiir, sadece hayatın bir delilidir. Hayatınız iyi yanıyorsa şiir, sadece küldür.”   “Farkında olmadan hayatın arka sokaklarında kayboluveriyoruz.”       Orhan Veli’nin Kayıp Şiiri Şiire “kasket” giydiren “açık hava ozanı” Orhan Veli‘nin hiçbir kitabında yer almayan “Ölümüm” başlıklı unutulmuş bir şiiri, yaklaşık 60 yıl sonra yeniden ortaya çıktı. Efdal Sevinçli, şiiri aylık edebiyat dergisi Varlık‘ın Ocak sayısında, “Edebiyatımızda saklanan belgeler, bilgiler” köşesinde paylaştı. Şiir, Orhan Veli’nin ölümünden sekiz yıl sonra, sanat gazetesi Köprü’nün, 1 Aralık 1958 tarihli beşinci sayısında “Orhan Veli’nin ölüm yıldönümü dolayısiyle şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmamış bir şiirini sunuyoruz” başlığıyla yayımlanmış. Şiir, Orhan Veli’nin Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Bütün Şiirleri’nin son baskı düzeni içinde, “Kitaplarına Girmeyen Son Şiirleri” başlığı altında toplanan şiirleri içinde de yer almamıştı.

ÖLÜMÜM O sabah alnımda iki ter damlası konuşacak Yorgun olarak öldüğüme dair Benim Yeni Sabah’ı bir başkasına verecek gazeteci Yusuf İskele kahvesinde çayım soğuyacak İlk vapur yolcuları arasında olmadığımın farkında bile olmıyacaklar Lâz müezzin hakkımda salâ verecek İmam bildiğini okuyacak Bozuk düzen makamından Hiç Çamlıca kuşbaşı kar yağarken ölünür mü diyen Yarıdan fazlası abdestsiz cemaatim olacak Ve hepsi de İyi biliriz diye yalan söyliyecekler Ertesi sabah Cumhuriyet’te sülâlem sayılacak Müessif bir irtihal denmiyecek Ve nihayet Başı boş hayatım gibi Başı boş mezarım da taşsız kalacak. Kayıp şiirin edebiyat çevrelerinde geniş bir yankı uyandırmasının ardından Efdal Sevinçli’nin iddiasına eski milletvekili ve yazar Kemal Anadol‘dan itiraz geldi. Anadol, şiirin Fahri Erdinç’e ait olduğunu ve Şen Olasın Halep Şehri (1945) adlı kitapta yer aldığını belirtti. (Kaynak: vesaire.org)

Muhabir: Politika Gazetesi