Bir toplumun gücünü anlamak için yalnızca sanayi üretimine, teknolojiye ya da dış politikadaki etkinliğe bakmak yetmez. O toplumun kadınları hayatın neresinde duruyor? Sorusunun cevabı, tüm diğer göstergelerin ötesinde bir gerçeği ortaya koyar: Kadın varsa umut vardır, üretim vardır, ilerleme vardır.
sözü herhangi bir kitapta okumadım; hayatın tam içinde, bizzat yaşayarak öğrendim. Çünkü ben, hayatım boyunca iki güçlü, çalışkan ve vizyon sahibi kadını yakından gözlemleme şansına sahip oldum: Annem ve eşim. Her ikisi de kendi alanlarında büyük mücadeleler verdiler. Yılmadan, yorulmadan; yalnızca kendi yollarını değil, ardı sıra gelecek nice kadının da yolunu aydınlattılar.
Annem Fethiye Tunçsiper, İstanbul’un merkezinde, Beyoğlu 15. Noterliği gibi yoğun ve sorumluluğu yüksek bir görevi başarıyla yürüttü. Ancak onun hikâyesi yalnızca noterlik makamında değil, mesleğin kurumsallaşmasında da yazıldı. Türkiye Noterler Birliği’nde tam 17 yıl boyunca Disiplin Kurulu Başkanlığı yaptı, 4 yıl Yönetim Kurulu Üyeliği görevinde bulundu. Yetmedi, Türkiye Noterler Birliği Vakfı’nın kurulmasına öncülük etti. O dönemlerde kadınların adı pek çok kurumda yalnızca istatistiklerde geçerken, annem karar alma mekanizmalarının merkezindeydi. Disiplini, dürüstlüğü ve mesleki etiğe verdiği önemle, kadınların da bu alanda liderlik yapabileceğini gösterdi.
Eşim Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper ise başka bir cephede, akademi dünyasında sessiz ama derin bir mücadele verdi. 2006, 2010 ve 2014 yıllarında Balıkesir Üniversitesi’nde yapılan rektörlük seçimlerinde birinci ya da ikinci sırada çıktı. Ancak seçim sonunda daha az oy alan isimler atandı. Bir başkası olsa kırılır, küser, geri çekilirdi belki. Ama o yılmadı. Akademik üretiminden taviz vermedi. Gençlerin yetişmesi için gece gündüz çalıştı. Ve sonunda 2017 yılında, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından İzmir Demokrasi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı. Bugün hâlen görevini sürdürüyor. 8,5 yıldır sadece bir kurumu değil, bir zihniyeti inşa ediyor: Bilgiye dayalı, liyakate dayalı, adil ve kapsayıcı bir akademik sistem.
Her iki kadının da ortak noktası şu: Kendilerine sunulanla yetinmediler. Daha iyisini istediler. Daha adilini, daha şeffafını, daha eşitini aradılar. Bunu yaparken kimseyi ezmeden, kimseyi küçümsemeden; sadece çalışarak, üreterek, dirençle yürüyerek başardılar.
Kadının gelişimdeki rolü, artık bir “eşitlik talebi” olmaktan çıkmalı. Bu, bir kalkınma stratejisinin temel taşı olmalı. Kadınların iş hayatında, akademide, siyasette, yargıda, sanatta daha fazla yer alması; ülkenin potansiyelini tam kapasiteye çıkarması demektir. Onları dışlayan, yok sayan ya da engelleyen her yapı; aslında kendini baltalamaktadır.
Ancak bu yolculuk yalnızca kadının omuzlarına bırakılacak bir mücadele değildir. Erkeklerin de bu yürüyüşte yan yana olması gerekir. Kadın ve erkek, hayatın her alanında birbirini tamamlayan iki kutuptur. Özellikle iş ve üretim hayatında, kadının duyarlılığıyla erkeğin kararlılığı birleştiğinde; akıl ve vicdan, cesaret ve şefkat bir araya geldiğinde başarı kaçınılmaz olur. Gerçek kalkınma, bu dengeyle mümkündür.
Ben bu yazıyı sadece geçmişe bir teşekkür, bugüne bir takdir olarak kaleme almıyorum. Aynı zamanda bir çağrıdır bu: Genç kızlarımıza, kadın akademisyenlerimize, girişimcilerimize... Vazgeçmeyin. Engel çıkacak, kıymetiniz zaman zaman bilinmeyecek. Ama sabır, bilgi ve inançla yürüdüğünüzde, önünüzde hiçbir güç duramaz. Siz yürürken sadece kendinize değil, sizden sonrakilere de yol açtığınızı asla unutmayın.
Annem Fethiye Tunçsiper ve eşim Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper, bu ülkenin kadınlarının neler yapabileceğini gösteren iki abide gibi önümde duruyor. Onların azmi, bu yazının değil; gelecek kuşakların ilham kaynağı olmalı.