Birleşmiş Milletler, 1999 yılında 25 Kasım’ı Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan etti. Bu tarih, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı direnirken öldürülen Mirabal Kardeşlerin anısına dayanıyor. Bugün dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de kadınların maruz kaldığı fiziksel, psikolojik, ekonomik ve dijital şiddeti görünür kılmak için önemli bir farkındalık günü.
Neden Kadına Şiddet? Sorunun Kökleri
Kadına yönelik şiddet, bireysel bir öfke patlaması ya da münferit bir olay değil; patriyarkal düzenin, yani yüzyıllardır süregelen erkek egemen toplumsal yapıların bir sonucu.
Kadını erkeğe bağımlı kılan; ekonomik, sosyal ve politik alanlardaki eşitsizlikleri derinleştiren bu yapı, şiddeti hem üretiyor hem de yeniden üretiyor.
“Aile içi mesele” olarak görülen şiddet
Ekonomik bağımlılıkla güçlenen tahakküm
Toplumsal cinsiyet kalıpları
Erkekliğin otoriteyle özdeşleştirilmesi
…kadına yönelik şiddetin en güçlü zeminleri arasında.
Erkek Egemen Toplumda Kadının Yeri: Mücadele ve Var Olma Çabası
Türkiye’de kadın, pek çok alanda görünür olsa da, toplumsal normların gölgesinde hâlâ çoklu bir baskı sistemiyle karşı karşıya:
-
İş yaşamında cam tavan
-
Eğitimde fırsat eşitsizliği
-
Aile içinde görünmeyen emek
-
Politikada düşük temsiliyet
-
Dijital mecralarda cinsiyetçi saldırılar
Kadının özgürleşme alanı genişledikçe, bu alanları daraltmaya çalışan güçler de görünürleşiyor. Bu nedenle kadınlar, yalnızca bireysel hakları için değil, toplumsal dönüşüm için de mücadele veriyor.
Türkiye’de Kadın Olmak: İstatistiklerin Ötesinde Bir Gerçeklik
Türkiye’de kadınlar hem yapısal eşitsizliklerle hem de her yıl yüzlerce cana mal olan şiddetle mücadele ediyor.
Kadın örgütlerinin raporlarına göre her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor; daha binlercesi şiddet, tehdit, takip, ekonomik baskı ve mobbinge maruz kalıyor.
Resmî veriler çoğu zaman yetersiz kalırken, kadın cinayetlerinin önemli bir kısmı “şüpheli ölüm” kategorisinde bırakılıyor.
Kadına Şiddetle Mücadelede Devletin Tavrı
Kadına yönelik şiddetle mücadelede devletin rolü belirleyici. Türkiye’de süreç, uluslararası sözleşmeler, yasalar ve koruyucu önlemlerle şekilleniyor.
Yasal Çerçeve ve Devlet Politikaları
-
6284 Sayılı Kanun, kadınların korunması ve şiddetin önlenmesi için temel düzenlemeleri içeriyor.
-
Aile içi şiddet, ısrarlı takip, cinsel saldırı, çocuk yaşta evlilik ve taciz gibi suçlara ilişkin cezalar Türk Ceza Kanunu kapsamında düzenleniyor.
-
Kadın sığınma evleri, ALO 183 hattı, KADES uygulaması, ŞÖNİM’ler devletin sunduğu mevcut destek mekanizmaları arasında.
Uygulama Sorunları
Ancak kağıt üzerinde güçlü görünen bu mekanizmaların sahadaki karşılığı her zaman aynı değil:
-
Koruma kararlarının etkin uygulanmaması
-
Kadınların şikâyetten vazgeçmeye zorlanması
-
Ceza indirimlerinin caydırıcılığı zayıflatması
-
Soruşturma süreçlerinin yavaş işlemesi
-
Şiddeti meşrulaştıran toplumsal yaklaşımlar
Bu eksiklikler, kadınların şiddete karşı korunmasız kalmasına ve faillerin cesaret bulmasına yol açıyor.
Kadın Cinayetleri: Görünür Olan ve Görünmeyen Gerçek
Kadın cinayetleri, çoğu zaman “ani öfke” ya da “kıskançlık” gibi gerekçelerle açıklanmaya çalışılsa da, aslında kadınların kendi hayatlarına dair karar alma hakkına yönelik sistematik bir saldırı.
Türkiye’de öldürülen kadınların büyük bölümü:
-
ayrılmak istediği,
-
barışmayı reddettiği,
-
boşanma sürecinde olduğu,
-
kendi hayatı hakkında söz söylemeye çalıştığı için öldürülüyor.
Bu nedenle kadın cinayetleri bireysel değil, toplumsal bir cürüm ve cinsiyet temelli bir suçtur.
Cezalar ve Caydırıcılık: Hukuki Mücadelenin Seyri
Son yıllarda kadın örgütlerinin mücadelesiyle birlikte cezaların artırılması konusunda önemli adımlar atıldı.
-
Israrlı takibin suç sayılması,
-
Kadına yönelik şiddette iyi hâl indirimlerinin sınırlandırılması,
-
Elektronik kelepçe uygulaması,
-
Tedbir kararlarının hızlandırılması,
hukuken atılan olumlu adımlar arasında.
Ancak caydırıcılık açısından sorunlar devam ediyor. Kadın örgütleri, cezaların uygulanmasında birlik sağlanmadığını ve özellikle “haksız tahrik” gibi indirimlerin şiddeti teşvik edici sonuçlar doğurduğunu vurguluyor.
Toplumsal Mücadele ve Dayanışma: Değişimin Asıl Gücü
Kadına yönelik şiddetle mücadelenin en önemli ayağı, toplumsal farkındalık ve dayanışma.
Bu süreçte:
-
Feminist hareketin yıllardır süren mücadelesi,
-
Sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları,
-
Kadın platformlarının raporlamaları,
-
Medyanın görünürlük sağlaması,
-
Genç kuşağın eşitlik talebi
toplumsal dönüşümün ana itici güçleri hâline geldi.
Şiddetsiz Bir Toplum Mümkün
Kadına yönelik şiddet, yalnızca kadınların değil, toplumun tamamının sorunu.
Eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün tesis edildiği bir ülkede yaşamak için:
-
Devletin etkin politikalar üretmesi,
-
Hukukun tavizsiz işlemesi,
-
Medyanın dili dönüştürmesi,
-
Erkeklerin mücadeleye dahil olması,
-
Toplumun tüm kesimlerinin ses çıkarması zorunlu.
25 Kasım, sadece bir farkındalık günü değil; kadınların yüzyıllardır süren mücadelesinin sembolü ve geleceğe taşınan bir çağrıdır:
“Bir kişi daha eksilmeyeceğiz.”





