Çalkantılı Yılların Gençliği
1978 kuşağı… Sokakta kale direkleri yapıp top oynayamayan, bisiklete binemeyen, kız arkadaşıyla el ele gezemeyen bir nesil. Terörün kol gezdiği, her köşede bir çatışmanın patladığı yılların gençleri… İşte o yıllarda Gazi Üniversitesi’nde öğrenci olmak, yalnızca ders çalışmak değil, hayatta kalabilmek demekti. Ben de o dönemin öğrencisiydim. Çalışkan, hedefleri olan, ama içinde yaşadığı çağın gölgesini omuzlarında hisseden bir genç…
Yanımda ise sınıf birincisi olan ve kısa sürede ülkenin dikkatini çeken Bedriye vardı. Onun başarısı o kadar büyüktü ki, Milli Güvenlik Kurulu’ndan davet aldı, MİT’e çağrıldı. Ben de hesap uzmanlığını seçtim; çünkü en zor meslekte yürümeyi kendime görev bildim. Hocam rahmetli Prof. Dr. Şükrü Kızılot’tu. Türk vergi hukukunun etrafında döndüğü, bilgeliğiyle öğrencilerini yoğuran bir insandı. Ondan aldığım dersler, hayatımın en büyük sermayesiydi.
Siyaset,
Ticaret ve Mecburiyetler
Hayat sadece şahsi tercihlerle ilerlemez. 17. dönem seçimleri geldiğinde babam, Anavatan Partisi’nden milletvekili seçildi. Ankara’daki evime el koydu ve “Haydi Balıkesir’e, ticaretin başına geçiyorsun” dedi. Benim yolum siyasete ve ticarete kayarken, Bedriye akademinin içinde kalmayı seçti. Belki farklı yönlere yürüdük ama hep aynı kaderin içinde el eleydik.
Akademide Bir Mücadele
Bedriye, genç yaşta profesör oldu; 37 yaşında Balıkesir Üniversitesi’nde dekanlık ve rektör yardımcılığı görevini üstlendi. Doçent iken Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yaptı. 2006’da rektörlük seçimlerine girdi. Tüm grupların, cemaatlerin adaylarını geride bırakarak hem üniversite oylamasında hem de YÖK seçiminde birinci oldu. Ama dönemin Cumhurbaşkanı başka bir ismi atadı. Sebebi açıktı: Başörtülü kızların üniversiteye girişine izin vermesi, başörtülü akademisyenlerin atamalarına onay vermesi ve benim Anavatan Partisi’nde Genel Başkan Yardımcısı olmam… İşte bu nedenlerle Türkiye’nin ilk “Sezerzedesi” Bedriye oldu.
Ama yılmadı. 2010’da yeniden aday oldu. Bu defa Abdullah Gül Cumhurbaşkanı’ydı. Yine yüksek oy almasına rağmen atama başka isimlere gitti. 2014’te de aynı tablo tekrarlandı. Atananların çoğu ise 15 Temmuz’da ülkeyi dar boğaza sokan kadroların içindeydi.
İzmir
Demokrasi Üniversitesi ve Bir Başarı Destanı
2017 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yeni kurulan İzmir Demokrasi Üniversitesi’nin ilk rektörü olarak atandı. O gün üniversitenin tek varlığı bir A4 kâğıdıydı; ne öğrencisi, ne kadrosu, ne de binası vardı. Ama o boş sayfa, azmin ve çalışkanlığın kalemiyle doldu.
Rektörlük görevi aslında iki dönem ve toplamda sekiz yıl ile sınırlıydı. Ancak Bedriye Hanım’ın gayreti, çalışkanlığı ve ortaya koyduğu başarılar Cumhurbaşkanımızın memnuniyetini kazandı. Bu nedenle, 2021 yılında ikinci kez atandı ve görev süresi 8 yıl 9 aya uzadı. Böylece neredeyse dokuz yıla yaklaşan bir süre boyunca İzmir Demokrasi Üniversitesi’nin başında kalarak, bir üniversiteyi sıfırdan kurup ayağa kaldırdı.
Sekiz yıl dokuz ay süren rektörlüğü boyunca:
- Öğrenci sayısı 13.500’e ulaştı,
- 750 akademik ve idari kadro kuruldu,
- 10 fakülte, 3 yüksekokul, 3 enstitü açıldı,
- 42 lisans, 80 yüksek lisans ve doktora programı hayata geçti,
- 18 müdürlük kuruldu,
- Akademisyenlerimiz dünya sıralamalarına girdi,
- TÜBİTAK projelerinde %30 başarı yakalandı, her yıl yaklaşık 50 öğrenci projesi kabul gördü,
- Stanford ve Texas Onkoloji gibi dünya çapında üniversitelerle iş birlikleri yapıldı,
- Atıf almada Türkiye’de ilk 15’e, öğretim üyesi yayınlarında ilk 5’e girildi,
- Afiliasyon yapılan diş hastanesi faaliyete geçti,
- Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi ile afiliasyon sağlandı, böylece Türkiye’nin en iyi doktorları üniversiteye kazandırıldı ve İzmir’in sağlık hizmetlerine büyük katkı sunuldu,
- DUS sınavında Türkiye birinciliği, TUS’ta ise öğrencilerin ilk üç tercihine girme başarısı elde edildi,
- Öğrenciler daha mezun olmadan iş teklifleri aldı.
Bunlarla da kalmadı. Diş Hastanesi’ni kendi gayretiyle hayata geçirdi. Üstelik yatırım bütçesi olmadan, Uzundere’de büyük bir öğrenci kampüsü kurmayı başardı. Bu yüzden, sekiz yıl dokuz ay boyunca herkes onu “atom karınca” diye andı.
Bir Ailenin Gururu
Bu süreçte biz sadece eş değil, birbirimizin yol arkadaşı olduk. İki oğlumuz büyüdü. Biri Ege Üniversitesi’nde doçent, diğeri 13 yıllık Ankara Barosu’na bağlı avukat oldu. Onlar da annelerinin çalışkanlığını, babalarının azmini miras aldılar.
Ben Bedriye’nin eşiyim, evet… Ama aynı zamanda onun öğrencisiyim. Ondan direnmeyi, yılmamayı, başarmanın sadece makam değil, karakter meselesi olduğunu öğrendim.
Bir milletin tarihini kuşaklar yazar. Bizim kuşağımız sokaklarda gençliğini yaşayamadı, ama idealleriyle ayakta kaldı. Bedriye’nin hikâyesi, hem 1978 kuşağının kayıplarına hem de Türkiye’nin geleceğine düşülen güçlü bir nottur.
Sevgili eşim, yol arkadaşım, akademinin yüz akı Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper… Seninle gurur duyuyorum. Başarıların yalnızca bizim ailemizin değil, bu ülkenin gururudur.