KUBİLAY S. ÖZTÜRK
Bir halk tabiri var, bazı kurumlar için “devlet içinde devlet” deniliyor. Genel kurallara tabi olan ama kendine özgü bir çalışma tarzı da bulunan kurum anlamına geliyor bu tabir. En çok da sanırım Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü için kullanılıyor.
Malumunuz suyla, sulamayla, taşkınlarla, nehir ve göllerle alakalı bu kurum. Kimi zaman sel oluyor “yetiş DSİ” deniliyor, bazen de hatalı sulama yöntemleriyle bir gölü “kuruttu” diye suçlanıyor. Hakkındaki değerlendirmeler farklı. Tabii ki iş yaparken hata da, kusur da olabilir. Kişiler kadar, kurumlar için de geçerli bu durum. Fakat sonuçları itibariyle bir hata, kamu zararı yaratırsa veya doğada onarılması mümkün olmayan yaralar açarsa, bütün dikkatleri de üzerine çekiyor.
***
İşte DSİ’nin sorumluluk alanı, böyle ince bir çizgi üzerinde bulunuyor. Adında bile “devlet” tabiri var diye midir, yoksa “nevi şahsına münhasır” bir yapısı olduğundan mıdır bilemem, hizmetlerini uzun vadeli veya yıllık programlar çerçevesinde yürüttüğü kadar, özel bir anın gereği olarak verilen acil talimatlarla da belirliyor. Bazı zorunluluk halleri var DSİ’nin çalışma alanında. Bunlardan doğayla ilgili olanları biliyoruz, sel, taşkın veya susuzluk gibi.
Fakat “Ankara” faktörü, yani iktidarın talepleri de etkili oluyor kurumun hizmet üretiminde. Milletvekili, bakan, parti teşkilatı, mülki amir fark etmiyor, bazı konularda bir uyarı veya talep iletilince, DSİ hemen pozisyon alıyor. O zaman da diğer işlerini erteliyor mecburen. Vatandaş, sivil toplum, belediye (hele de muhalefette olanlar) ve muhtar taleplerinin çözümü uzadıkça uzuyor. Bu nedenle de günümüzde halk sıkça “bizim DSİ diye bir sorunumuz var” deme ihtiyacını duyuyor.
Bu konuda ülkemizin, hatta Balıkesir’in her yerindeki durumu bilemem. Fakat Edremit için yukarıda özetlediğim şekilde birinci elden gözlem ve tanıklıklarım var. O nedenle, konuyu kendi yaşam alanıma dair örneklerle de açacağım.
***
İlk örneğim taşkınlarla ilgili olacak. Kanlıçay taşkınını Edremitliler çok iyi hatırlar. 2013 Mart’ında güçlü bir sağanaktan sonra ciddi bir sel felaketi olmuş, E87 karayolu yarılıp, üzerindeki köprü de sulara kapılmıştı. Çanakkale ulaşımı bir süre aksadı, araçlar sürüklendi, besi çiftliklerindeki hayvanlar telef oldu, konut ve işyerlerini sular bastı. Her tarafa çamurlar yığıldı. Neyse ki insan kaybı yaşanmadı.
12 yıl önceki bu selde dağlardan gelen ağaç kütükleri, köprü ayaklarına ve bitkilere takılıp bir set oluşturunca, taşkın meydana gelmişti. O felaketten gerekli dersin alındığı söylendi, sadece köprü ve yol onarımıyla yetinilmedi. Kadıköy’ün epeyce dışından başlanarak, aşağıda Edremit Çayı ile birleştiği sahil bölgesine kadar Kanlıçay üç taraftan betonla çevrelendi. Betonların üzerine de 1,5 metrelik demir korkuluklar yerleştirildi. Büyük bölümü kırsalda, zeytinlikler arasından geçen bu çaya, gereğinin çok üzerinde bir masraf yapıldı. Vatandaş da duruma bakıp “ne çok parası varmış bu DSİ’nin” dedi. Gerekli önlemlerin vaktinde alınmamasından kaynaklanan bir afet, devlete çok büyük harcamalara mal oldu. Bu ıslah işinin daha makul çözümleri bulunabilir ve Kanlıçay’ın da “Kanlıkanal” haline getirilmesi gerekmeyebilirdi. Fakat benzeri imalat şekli, daha sonra Ilıca Deresi, Şahindere, Mıhlı Çayı, Edremit Çayı gibi yerlerde de tekrarlandı.
***
İkinci örneğim vatandaş ilişkileri üzerine olacak. 2020 Ekim’inde, Edremit Çayı ile ilçedeki tüm derelerin yataklarında, uzun süredir hiçbir işlem yapılmadığı için fazla sayıda bitki ve ağaç büyüdüğünü tespit eden bir vatandaş, olası bir taşkın halinde bunların tekrar sorun yaratacağını gördü ve bu durumun giderilmesi talebiyle DSİ’ne bir dilekçe verdi. Gelen yanıtı gördüm, şöyle deniliyordu:
“Konu incelenmiştir. Söz konusu Edremit Çayı ve Pina Deresi taşkınlarının kontrolüne dair istikşaf raporları hazırlanarak onaylanmış olup projelendirme çalışmalarından sonra yatırım programına girmesi halinde inşaatı yapılabilecektir. Kanlıdere, Zeytinli Çayı, Kızılkeçili Çayı, Manastır Çayı, Şahindere dere yataklarının temizlenmesi işi kapsamında ise, dere yatağına cephesi olan tüm parsel sahiplerinden; çıkan malzemenin bahse konu parsellere konulması, parsellerinde iş makinesi çalıştırılmasına müsaade edilmesi ve oluşması muhtemel zararlarla ilgili tazmin talebinde bulunulmayacağına dair yazılı muvakafatın alınarak gönderilmesi halinde, söz konusu derelerin yatak temizliği işi makineli çalışma iş programımıza alınarak, hava şartlarının iş makinesinin çalışmasına elverişli olduğu zamanda yapılabilecektir. Gereğini ve bilgilerinizi rica ederim.”
Doğrusu çok garip bir yanıttı bu. Zira bu işleri gerçekleştirmeye vatandaşın ne yetkisi, ne de gücü olmadığı açıktı. Sanki bir kişiye değil de, kuruma yazılmış gibiydi. Neyse ki bu vatandaşın vicdan azabı çekmesine gerek kalmadı sonraki yıllarda. Çünkü DSİ zamana yayarak ve belediye, Büyükşehir gibi kurumlarla da ortak çalışarak, bu derelerin neredeyse tamamına “el attı”. İşi de buydu zaten. Fakat vatandaştan bu türden şarta bağlı ön işlemleri nasıl istediği de meçhul kaldı. Üstelik 2023’te Zeytinli seli yaşandı bu kez ve bir köprü daha suya kapılıp gitti. Demek ki gören göz farklı oluyormuş, bu önlemlerin zamanlaması da çok önemliymiş.
***
Ne yazık ki daha pek çok başka felaketler ve DSİ yatırımları da oldu ilçemizde. Ancak lafı uzatmayıp son örneğimi aktarmakla yetineceğim. Üçüncü örneğim yatırım kararı alınması üzerine olacak. Hatırlayın lütfen geçtiğimiz Ocak ayında, Kuruçay Deresi taştı bu sefer de. Çanakkale otoyolu ulaşımı, Güre ile Narlı arasında bir süreliğine kapandı. Yine güçlü ve lokal bir sağanak yağış ile suyun tahliyesine yeterli olamayan menfezler sorunu yaşanmıştı. Tabii hemen karar alınarak Kuruçay ıslahı da yatırım programa alındı. Orada gerçekten de kuru bir dere yatağı var. Kışın yağışlar varken dağdan akıp gelen sular bu yatağı kullanarak denize kavuşuyor, yazın ise bir damla bile su bulunmuyor. Fakat şu anda o çay yatağının her iki yamacına hızla taş duvarlar örülüyor, ıslah çalışması tamamlanmaya çalışılıyor. Elbette ellerine sağlık diyoruz DSİ’ye.
***
İyi ki varlar ama bu noktada bir sorun da var sanırım. Bu kamu kuruluşumuz hangi önceliklere göre çalışmalı? Yağmur, sel veya taşkın olduktan sonra mı yatırım kararı alınmalı, yoksa yatırım projeleri için arazi bütünsel olarak mı incelenmeli? Vatandaş uyarılarını dinlemek ve anlamak mı önemli olmalı, yoksa onlara bürokratik bir yanıt verip, idare-i maslahat yapmak mı?
Sel felaketinin bir daha olmamasını sağlayacak bir yatırım kararı almak kadar, afet önleyici planlar hazırlamak da önemli. Üstelik sel ve taşkın riski kadar önemli bir başka konu daha var. Halk sağlığı çok önemli değil mi? DSİ mi bu konuyu dikkate alacak, yoksa mülki idare veya yerel yönetim mi onu uyaracak? Fakat bütün atanmış ve seçilmiş yöneticiler de biliyorlar ki, Edremit Çayı yıllardır Eminkuyu’daki eski vahşi çöp depolama alanının tam içinden geçiyor ve oradan aldığı bütün kirliliği de Körfez’e taşıyor. Bu durum sürerken, en mükemmel arıtma tesisi bile yapılsa şimdi Edremit’e, denizi temizlemek ne ölçüde başarılabilir ki? Her sağanak yağıştan sonra simsiyah çöp suları dere vasıtasıyla Körfez’e inerken, kirliliği tümüyle önlemek mümkün olamaz elbette.
***
O nedenle yukarıdaki sorununun cevabı basit aslında. Temiz Körfez istiyorsa halk, bir öncelik de budur. Dere ıslahı, su akışının sağlanması, menfez yapılması da önemli elbette ama bunları yapmak için bir sel felaketi yaşamak gerekmediği gibi, çöplük bölgesinden dereye karışan kirliliği önleyecek beton duvarların, toplama havuzlarının yapılması için de, hastanelerin dolup taşması gerekmiyor. O eski çöplüğü tamamen kaldıramıyorsa ilgili kurumlar, bari DSİ bu işlere yatırım önceliği versin.
Edremit’in içinde yıllardır çayın yamaçlarına taş duvar örmekle uğraşılıyor ama hiçbir yetkili bu çöplüğe alınacak önlemleri hayata geçirmeyi düşünemiyor, uygulamaya koyamıyor mu? Yatırımda öncelik hem vatandaşların talebidir, hem de en büyük doğal tehdit ne ise onu önlemektir.
Öyleyse DSİ’nin öncelikleri de taşkında can ve mal güvenliğini korumak kadar, halk sağlığını koruyacak önlemleri de almak olmalı. Eminkuyu’da yıllardır trajik bir durum var. Yetkililer DSİ’ye ortak çalışma öneremiyor mu? Nedir yani, “Büyükşehir’in görevi, o yapsın” mı denecek şimdi yine? Madem öyleydi, geçen 10 yılda neden yapılmadı? Büyükşehir bir şeyler istediğini söyledi de, Edremit Belediye Meclisi mi reddetti denecek buna da? Kandırma siyasetine son verilmeli.
***
Bütün bu kurumlar hepimize hizmet için varlar. Bu nedenle, DSİ yatırımları merkezi yönetimin talimatları kadar, yerelin öncelik taşıyan sorunlarını da çözme yönünde olmalı. İş emirlerini aşırı derecede siyasileştirmenin veya alenen “önce şunu yapın” demenin de bir sınırı olmalı. Taşkın oldu, yol kapandı koş düzelt. Çünkü göz önünde, medya her gün çevirip gösteriyor ekranlardan. Hemen üzerine gidilmesinin, gerekirse 50 yerine 100 harcayıp acilen çözülmesinin nedeni bu. Fakat göz önünde olmayan, halkın büyük çoğunluğu ve medya tarafından da bilinmeyen kocaman bir sorunu ele almamak, tam anlamıyla bir yönetim zaafı değil midir? Altyapı yatırımı deyince, büyük düşünüp, resmin bütününe bakılmalı ki, sonuçlar daha anlamlı olsun. Biz uyarıyoruz, siz de görün artık.