1970’li yıllar… Türkiye’nin siyasal çalkantılarla sarsıldığı, gençlik hareketlerinin yükseldiği, sokakların sloganlarla, kahvehanelerin tartışmalarla dolup taştığı günlerdi. Balıkesir de bu rüzgârdan nasibini alıyordu.
Bu şehrin mütevazı mahallelerinde büyüyen, yaşları daha 15 ile 18 arasında değişen dört genç vardı. Çocukluktan yeni çıkmış, hayatın başında, farklı ailelerden, farklı mizaçlardan gelen delikanlılardı. Saç renkleri, gözleri, boyları birbirine benzemezdi belki ama hepsini aynı paydada buluşturan tek şey vardı: vatan sevgisi ve milli duyguları.
Katliam Haberlerinin Yankısı
1974 yılının Temmuz günlerinde, TRT radyosunun cızırtılı yayınlarından gelen haberler Türkiye’nin dört bir yanında yürekleri dağlıyordu. Rum çeteleri Kıbrıs’ta Türklere saldırıyor, köyler basılıyor, kadınlar, çocuklar katlediliyordu. Türk milletinin kalbi acıyla yanıyor, her yeni haber Balıkesir’deki bu dört gencin yüreğine kor gibi düşüyordu.
“Biz burada nasıl otururuz?” dediler. Ve bir gün cesaretlerini toplayıp Balıkesir Askerlik Şubesi’nin kapısını çaldılar. Henüz askerlik çağında bile değillerdi ama gönülleri çoktan cepheye gitmişti.
“Biz gönüllü olarak Kıbrıs’a gitmek istiyoruz.”
Odaya çağrılan binbaşı karşılarında bu pırıl pırıl dört delikanlıyı görünce önce şaşırdı, sonra gözlerindeki kararlılığı fark etti. Yanlarına geldi, elinde bir tepsi vardı. Üzerinde el yapımı gofret ve cam şişelerde gazoz. İkram ederken, “Evlatlarım, sizinle gurur duyuyorum” dedi. Ama aynı zamanda bir inzibat çağırdı ve astsubaya dönerek, “Bunları gözünüzden ayırmayın, ailelerine haber verin” talimatını verdi. Çünkü bu yaşta böyle bir inat, hem takdire şayan hem de kontrol edilmesi gereken bir ateşti.
Bursa’dan Mersin’e Yolculuk
Ama gençler kararlarını vermişti. 24 saat bile geçmeden, gizlice yola koyuldular. Önce Bursa’ya, oradan Mersin’e, sonra da Taşucu’na vardılar. Onları orada bekleyen kader, başka gönüllülerle birleşmelerini sağlayacaktı.
Taşucu’nda bir taka reisi ile anlaştılar. Taka, küçük ama cesur bir gemiydi. O gün sadece Balıkesirli dört yiğit yoktu orada; Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden gelen 10 genç daha aynı heyecanı taşıyordu.
10 Gün Önce Kıbrıs’a Çıkış
Ve gece karanlığında, dalgaların arasında yol aldılar. Küçük taka sessizce Magosa kıyılarına yanaştı. Takvimler 10 Temmuz 1974’ü gösteriyordu; yani Türkiye’nin 20 Temmuz’da başlatacağı Birinci Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan tam 10 gün önce.
O dört genç, artık sadece Balıkesirli delikanlılar değil, birer mücahit olmuşlardı.
Harekât Öncesi ve Sonrasıa
Harekât başlamadan önce, Kıbrıslı Türklerle mevzilerde nöbet tuttular, Rum saldırılarına karşı direnişe katıldılar. Henüz çocuk denecek yaşta olmalarına rağmen, gözlerini kırpmadan ateş hattında beklediler.
20 Temmuz sabahı Türk ordusu gökyüzünden paraşütlerle, denizden çıkarma gemileriyle Kıbrıs’a indiğinde, bu dört yiğit çoktan sahadaydı. İlk harekâtın ateşini birebir yaşadılar. Ağustos ortasında başlayan İkinci Barış Harekâtı’nda da Türk askeriyle omuz omuza savaştılar.
Açlık, susuzluk, yorgunluk… Bunların hiçbiri onları durdurmadı. Çünkü onlar için bu mücadele bir kahramanlık gösterisi değil, bir vicdan borcuydu. Bayrak için, vatan için, soydaşlarının özgürlüğü için canlarını ortaya koymuşlardı.
Sessiz Dönüş
Harekâttan 1–2 ay sonra, yani 1974 sonbaharında Balıkesir’e döndüler. Sessizce… Ne karşılamalar, ne törenler, ne de büyük nutuklar vardı. Çünkü onlar şan için gitmemişti. Onların gözünde bu, sadece yapılması gereken bir görevdi.
Bu destan, devletin resmi kayıtlarına girmedi, kitaplarda yazılmadı. Ama dört ailenin yüreğinde, Balıkesir’in ruhunda ve Kıbrıs’ın özgürlüğünde ebediyen saklı kaldı.
Bugün...
Aradan yarım asır geçti. O dört Balıkesirli yiğit, bugün 65–70 yaş aralığında, sağlıkla dimdik ayaktadır. Onları görenler, sıradan birer vatandaş sanabilir. Ama onların damarlarında hâlâ kıpır kıpır akan bir kan vardır. Çünkü bir kez mücahit olanın yüreği, vatan için daima hazırdır.
Onlar adlarını tarihe yazdırmadılar. Ama tarihin en kutsal sayfalarına, milletin gönlüne çoktan kazındılar.