Gazze’de sabah güneşle değil, silah sesiyle doğar.


Gün, bombalanan bir fırının dumanıyla başlar; gece, bir annenin ağlayarak yıkadığı çocuk kefeniyle biter.

Ve bu döngü, her gün yeniden yaşanır.

Bu sabah da farklı olmadı.

Açlıkla boğuşan insanların gökyüzüne kaldırdığı elleri, ne yağmur duası içindi ne de göğe övgü… O eller, sadece bir yardım tırının uzatacağı bir torba un, bir avuç bulgur, bir kutu süt içindi.

Yıllardır kuşatma altında tutulan Gazze’de çocuklar artık oyuncaklarla değil, ekmek kuyruklarında oynuyor.

Minik ayaklar çamurun içinde bekliyor. Sırtlarında okula değil, evin umut yüküne taş çıkmış çuvallar… O çuvallar ki belki de eve götürecekleri tek yaşam malzemesi olacak. Birkaç kilo un, bir kutu makarna, biraz mercimek…

Ama hayır.

Bugün o sıraya, yardım malzemesine değil, ölüm sırasına girmişler.

Sadece yemek değil, yaşam hakkı da hedefteydi.

Ve açlıktan titreyen ellerde un torbası değil, kan bulaşmış umutlar kaldı.

Silahlar çocuklara çevrildi.

Vicdanları buz kesmiş keskin nişancılar, kalbi ekmek için atan çocukları nişan aldı.


Ve dünya…

Sadece izledi.

İzlemekle kalmadı, belki bir sonraki kanlı saldırıya zemin hazırladı.

Sahi, hangi savaş hukuku, hangi devlet onuru, bir yardım kuyruğuna girmiş silahsız çocukları tehdit görür?

Bu bir savaş değil, bu bir çatışma değil.

Bu planlı bir kıyımdır, sistematik bir insanlık suçudur.

Çünkü açlıkla terbiye edilen bir halkın yardım kuyruğuna ateş açmak, artık askeri değil, psikolojik bir savaştır. Vicdanın bittiği, insanlığın çürüdüğü yerdir orası.

Bize “medeniyet” dersi vermeye kalkanların medeniyet anlayışı buysa, biz taş devrinde kalalım, ama insan kalalım!

Gazze’de çocuk olmak, sadece çocuk olmak değil… Bir tabutun ölçüsünü belirlemektir bazen. Annesinin gözlerine bakıp açım diyememektir. Babasının sesini bombaların gölgesinde unutmak, kardeşinin ismini bir mezar taşında öğrenmektir.

Bir dilim ekmek uğruna ölüme yürüyen o çocukların gözlerindeki son bakışı gören herkesin, kendi çocuğuna nasıl sarıldığını bir düşünün…

Bir annenin gözleri önünde vurulan evladının sessiz çığlığı, dünyanın dört bir yanındaki saray duvarlarını çatlatmıyorsa, orada insana dair hiçbir şey kalmamıştır.

Birleşmiş Milletler suskun.

İnsan hakları savunucuları kayıp.

Batı dünyası, konu kendi çocukları olduğunda fırtınalar koparan sözde “özgürlük savaşçıları”, Gazze’de ölen her çocukla birlikte birkaç kilo daha sessizleşiyor.


Ama biz susmayacağız.

Çünkü Gazze sadece bir şehir değil; insanlık vicdanının pusulasıdır.

Ve o pusula bugün kuzeyi göstermiyor.

Çünkü vicdanlarımız paramparça, haritalarımıza çizilen sınırlar gibi...

İşte o yüzden diyoruz:

Bu dünya, açlıktan ölürken vurulan çocukların dünyası olmamalı.

Çünkü bir çocuğun karnını doyuramadığımız için utanabiliriz…

Ama bir çocuğun karnını doyururken onu öldürenlerden olursak, o zaman sadece utanmak yetmez, mahşerde bile yüzümüze bakacak bir yer bulamayız.

Gazze yanıyor.

Vicdanlarımız susuyor.

Ama bir gün, o yanan ekmek kuyruğundaki çocuklardan biri, tarihin en büyük sesi olacak.

Ve diyecek ki:

“Ben sadece yaşamak istemiştim…”

Muhabir: CENK TUNÇSİPER