Anason kokarken sofralar
yaşlandırıyor seni aynalar
her geçen yıl birer birer
masadan eksiliyor dostlar...


***

ALBÜM çıktığında dilimde pelesenk olan o şarkının nakaratıdır yukarıdaki sözler. Zakkum şarkısıdır.

Çok belli etmemeye çalışsak da yaşlanıyoruz nitekim. O yüzden uzaktan bakıyorum aynalara; kırışıkları görmüyorum. Hem zaten uzağı da görmüyorum!

Nakarattaki son satır; masadan eksiliyor dostlar...

Birer birer eksiliyorlar!

Kimin ne zaman eksileceği belli mi? Bugün varsın, yarın attâa...

Al işte masadan bir dost daha kalktı şimdi.

Aziz dostum, derttaşım, fikirdaşım.. Telefonun öbür ucundan “Tarığııım” diye seslenişini özleyeceğim arkadaşım; Engin Arıcan’ı yitirdik şimdi de.


***

YAŞAMININ baharında ‘siyasi tutuklu’ yaftası boynunda; söylediğine göre dokuz sene mahpus damında, 12 Eylül darbesinin çile çektirdiği nesildendi. O cezaevi senin, bu cezaevi benim dolaştı. En sonunda beş yıl hapsine karar vermiş mahkeme; dört yıllık alacağı düyuna kaldı.


***

BİZİM meslek aşkla yapılır. İşine aşık adamdı; çalışırken kimseleri görmez, haberine, makalesine odaklanırdı.

Ne zaman Bandırma’ya gidip gazetenin ofisinde ziyaret etsem, hep klavyenin başında görmüşümdür. Masasında yığınla kitap; bunların çoğu kendi yazdıkları.. Okudukları, okuyacakları.

İzmarit dolu küllük, çay bardağı...

Uzun uzun yazardı hep. Ara sıra bize de yollardı yazılarını, uyarırdım: “Bizim ebat küçük, sayfa ölçüsüne göre yaz!”

Hep yazdı.. Yıllarca yazdı.. Her gün yazdı.

Bandırma’yı en çok kim seviyor diye sorsalar, O’nu adres gösteririm.

Bandırma’yı sevmek, sahil boyunda iyot solumak, meyhanelerinde demlenmek, Cumhuriyet Meydanı’nda yürümek, boğaz köprüsünde fotoğraf çektirmek değil ki.

Yaşadığı yeri seven, orası için dertlenir.

Yalan yanlış işlere sinirlenir.. İşin doğrusunu gösterir.. Ekonomik, sosyal, kültürel, tarihsel durumlara kafa yorar. Eleştirileriyle yönetenlere, eşrafa, vatandaşa yol gösterir.

Ayrıca bu işin maddi karşılığı olmayacağını bilir; bizim meslek aşkı, mide gurultusunu bastırır!


***

EN son Çaloba Bozkurtları’nı yazmıştı. Tarih araştırmacısı, değerli ağabeyimiz Aydın Ayhan’ın önsözü var kitapta. Şöyle demiş:

"Bu roman ile Engin Arıcan, o yürekli insanları tarihin tozlu sayfalarından alarak, bir bakıma unutulmuşluktan kurtardı.

Amerika Kuzey-Güney Savaşı üzerine on binlerce bilimsel araştırma yapıldı, on binlerce roman yazıldı, binlerce film çevrildi, yüzlerce tiyatro sahneye konuldu, şarkılar bestelendi. Oysa belki yüz Amerika İç-Savaşı edecek, bizim Kurtuluş Savaşımız ile ilgili film, roman, tiyatro, makale ve şarkı sayısı o kadar az ki.. Bandırma ve çevresi ile ilgili ilk romanı yazan Engin Arıcan'a ne kadar teşekkür etsek azdır. Ben, Engin Arıcan'ın bu çalışmasını gecikmiş bir mukaddes vazifenin ifası olarak görüyorum.

Okuyunca aradım Engin’i.. Eserinde işlediği konunun ötesinde, kullandığı destansı dili övgüledim. Muhteşem bir yapıt; nasıl akıcı bir yazı dili ve edebi kurgu, anlatamam. Okursanız, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Kitap ilk sayfasından itibaren sizi içine çekiyor, kahramanlardan birine bürünüyorsunuz.


***

ENGİN ARICAN sadece bu kitabı değil, pek çok kitap yazdı. İŞKUR’la başladı, Su Çürüdü geldi ardından. Bandırma’nın ve bölgenin içme suyu öyküsünü yazdı uzun uzun. Tarihi seviyordu; yerel tarihle yakından ilgiliydi. Sari Paşa’yı yazdı, Atatürk’ü anlattı.

Lejyon, Mysia, Çığlık, Çark Döndükçe ve diğerleri.

Durmadan araştırıyor ve yazıyordu.

Bir yanda kitaplar, bir yanda Bandırma için kafa yoran gazetecilik.

O’nun çalışma stratejisi ve azmine hep imrenmişimdir.

Beni de sık sık uyarırdı; “yaz dostum yaz, bildiklerini yaz, eser bırak...”

Tembelim; o sebeple ‘kitapsız kalemşorlar’ safındayım!


***

ONUNLA bir olduk, Bandırma’da Güney Marmara Gazeteciler Cemiyeti’ni kurduk. İlk zamanlar oldukça etkili bir meslek örgütüydü; zamanla gevşedi, anlamını yitirdi, dağıldı.

Ama ilk zamanları hatırlıyorum; heyecanımız yüksekti.

Güzel anılar kaldı GMGC’den bize; iyi arkadaşlıklar, değerli çalışmalar... Hepimiz emekçiydik sonuçta. Mesleğin çilesini çekenler yani.


***

İŞİNE aşık bu adam, kendisine bakmazdı pek. Hastalıklarını önemsemez, tedavileri öteler, çevresindekilerin uyarılarına kulak asmaz, bildiğini okurdu.

Meslekteki üretme inadının onda biri kadar kendi sağlığı için inat etseydi keşke.

Şeker, tansiyon, kısmi felç, damar tıkanıklıkları, konuşma bozukluğu ve diğerleri.

En çok da felç sonrasında yaşadığı konuşma bozukluğu çok üzmüştü beni.

Oysa mikrofonu eline aldı mı, saatlerce susmadan konuşabilen; hitabetiyle her yazan çizene nasip olmayan önemli bir yeteneğe sahipti.

O’nu dinlemeyi severdim; hoşuma giderdi.


***

GÜZEL anılar kaldı bizim payımıza, Engin Arıcan’dan geriye.

Daha yazacak çok şeyi vardı büyük ihtimalle; yapacak çok işi..

Buraya kadarmış dostum.

Seni özleyeceğim.

Işıklar içinde uyu.

Muhabir: Tarık Sürmelioğlu