Ş. TARIK SÜRMELİOĞLU

BU virüs çıkalıberi sosyal medyada genel muhabbet mevzusuna dönüşen bir ‘uzay geyiği’ var:

“Geriye bir tek uzaylıların gelmesi kaldı, onlar da geldi mi işlem tamam…”

Yani ademoğlunun başına her türlü musibet gelmiş; en son bu korona belası işte.. Küresel salgın malum.

Savaşlar, yıkımlar, depremler, kan, gözyaşı, nükleer saldırılar, seller, kasırgalar, çevre felaketleri, kimyasal ve biyolojik silahların tahribatları, salgın hastalıklar falan filan.

Hepsini gördü insanlık.

Neye benzediklerini Hollywood filmlerinden az çok tahayyül ettiğimiz uzaylılar kaldı geriye!

Onları da gördük mü bilin ki yeryüzünden silindik!

O denizler, göller, dağlar, tepeler, ovalar, vadiler, ormanlar, şehirler, köyler her şey…

İnsandan arınmış mı olacak yani?

İnsan denilen canlı türü, mamutlarla, dinozorlarla aynı akıbeti mi yaşayacak?

***

HANİ hep bizden güçlü ve daha zeki bir uzaylı profili çıkarıyorlar ya karşımıza.

Yani hep onlar akıllı, ileri teknolojiye sahip, bizim düşünmeye beynimizin yetmeyeceği şeyleri düşünüp yapan uzaylılar.

Ama Star Wars serilerine falan bakıyorsun, hep ucube, güdük, koca kafalı, kocaman gözlü, kuyruklu, kemikli, hayvanımsı tipler hepsi. Hollywood’un hayal gücü hep ürkünç tipleri canlandırmaya yetiyor. Güzel olanı hayal edemiyor!

Neden?

O çapsız hayal gücünün uzaylı estetiği adına ortaya koyabildiği en güzel canlı görselliği, Valerian – Bin Gezegen İmparatorluğu filmindeki İnci Halkı. Ben en çok inci yumurtlayan hayvancıkları sevmiştim! (Araya Güldür Güldür’den bir Şevket repliği koyalım: Keşke benim olsa…”

***

BU hengamede bir de uzaylıları mı konuşacağız?

Çoğumuzun umurunda değiller tabi. Hani UFO’lara, evrendeki başka sistemlerde yaşadığı düşünülen uzaylı halkların varlığına çok inanmazsınız. Bilinmeyendir, görülmeyendir sonuçta.

..ve fakat günün birinde UFO’ların Dünya’ya ineceği, yeryüzünü istila edeceği falan hep bilimkurguların mevzusudur. Uzay olgusunu bu denli yoğun işleyen bir sinema sektörü varsa, bir bildikleri de vardır diye düşünmeden edemeyiz.

Hani NASA’nın arka odalarında uzaylılara otopsi yapan adamların siyah beyaz görüntüleri falan çıkar kimi belgesellerde karşımıza. Düşen UFO’ların oluşturduğu kraterler, Dünya’ya ait olmayan etrafa saçılı materyaller.. Şaşırır kalırız.

***

FANTASTİK olanlarını sevmem pek. Daha ayakları yere basan, daha gerçeğe yakın olanları keyifle izlerim.

Meselâ İnterstellar. Muhteşem bir ‘yeni dünya arayışı’ filmi.

Mars’a gidip koloni kurmak gibi çok ütopik olmayan şeyleri konuşuyoruz bugün. İnterstellar de daha derin uzayda, daha milyarlarca kilometrelik mesafelerde suyu, havası, toprağı olan bir gezegen arayışını konu ediyor.

En iyilerden biri de bana göre Uzay Yolcuları / Passengers.

Keşfedilmiş ve kolonileşmiş yeni dünyaya taşınan insanların yolculuklarını anlatıyor. Film ekranlarda çok gösterildi; anlatmaya gerek yok, izlemişsinizdir.

Sonradan oluşan bilimkurgu merakımla ne kadar uzay filmi varsa izledim diyebilirim.

Tabi bu yazı ‘uzay filmleri konulu’ bir yazı değil.

***

AÇIKÇASI, günün birinde gökyüzünde ışıklar saçarak dolaşan bir UFO göreceğime dair inancımı koruyorum!

Yeryüzüne indiğinde umarım içinden Star Wars filmlerindeki garabetlerden biri çıkmaz.

Ne bileyim, en azından az çok bize benzeyen türden olsunlar!..

Bu arada, askerlikte yalnız nöbet tutulan dış alanları tercih ederdim; meselâ kule, meselâ ‘havuz nöbeti’…

İnsan kendisiyle baş başa kaldığında, kalabalık ortamlardaki kaybolmuşluğundan arınıyor.

Kalabalıkların içinde hiç düşünmeyeceğiniz şeyleri düşünmeye başlıyorsunuz.

Meselâ ben, gökyüzünde sabit durduklarını bildiğim halde, göz yanılmasıyla hareket ettiğini düşündüğüm yıldızları izleyip..

Oralarda da bizimki gibi canlı hareketliliği olduğunu falan hayal ederdim. Hareket eden cisimlerin UFO olabileceğine dair düşünceler yoğunlaşınca, arkasında fon ışıkları, beyaz halelerle çevrili, sıska ve uzun bacaklı, koca kafalı bir uzaylı karaltısının kulenin merdivenlerinden yukarıya doğru tırmandığını gözümün önüne getirirdim.

Ne ürkünç, ne distopik bir an!

***

VİRÜSÜN Çin’de mi, Amerika’da mı üretildiğini konuşup duruyoruz ya sürekli. Laboratuvar ortamında üretip üstümüze salmış olabileceklerine dair komplo teorileri havada uçuşuyor.

Belki de uzaylı işi!

Ama bizim bildiğimiz uzaylılar, ışın silahlarıyla falan saldırır. Virüs bulaştırıp insanlığın yavaş yavaş yok olmasını izlemekle zaman geçirmezler… Yani, öyle düşünüyoruz en azından.

Peki zaman kavramı bizimkiyle onlarınki arasında farklıysa?

İnterstellar’de meselâ, keşfedilmiş bir gezegende bir saat yirmi yedi yıla tekabül ediyor!

Yani Dünya’nın yirmi yedi yılı, o gezegenin bir saatine denk.

Bizim için uzun, onlar için anlık bir zaman dilimi.

Bize uzun gelen zaman, onlar için kısacık bir şey.

Haa, bir de zamanda yolculukları anlatan filmlerle, dizilerle haşır neşirim nicedir. İçlerinde en dikkat çekici, en gerçeğe yakın, en izlenesi olanı Outlander. Araya bu notu sıkıştırayım, korona hapsinde “ne yapayım” diye düşünürseniz, internetten izleyin derim. Dört sezonluk bir dizi, +18 içerikli; çocuklarla izlemeyin…

***

EN başa dönelim.

“Her şeyi gördük, geriye bir tek uzaylılar kaldı” geyiğine…

Geyik muhabbeti diyoruz ama.. ABD’nin Pentagon’u bir UFO görüntüsü paylaşmış.

“Tanımlanamayan uçan cisimler” diyor Pentagon.

Uzay ve uzaylı kavramlarını en iyi kullanan ülke kuşkusuz Amerika. Malum, bütün uzaylı istilaları, UFO muhabbetleri, uzaylılarla savaş falan, hepsi Amerika kırsalında gerçekleşir.

Biz sadece geyiğini yaparız; GORA gibi, AROG gibi. Zamanda yolculuğun bokunu çıkarır, araya maymunla cinsel münasebet sahneleri falan sokuştururuz. Uzay olgusu bizde ‘gülünecek’ bir mevzu çünkü.

E canım, tarlaya inen uzaylıyı taşlayan köylü figürlerimiz var bizim!

Bittabi, “eeyyy Amariga” vaveylasıyla kafa tuttuğumuz Amerika’nın, dünyadan gizlediği uzay sırları olduğunu da düşünürüz her daim. Adamların bu işler için oluşturduğu fonlar var; biz maske yollayıp gönüllerini hoş etmeye çalışıyoruz, onlar paracıkları tanımlanamayan cisimler için çarçur ediyor!

***

NEYSE.. Bu uzay mevzusu bitmez.

En iyisi, korona günlerinin bol yıldızlı gecelerinde evin terasına konuşlanıp gökyüzünü izleyeyim ben uzun uzun. Bir kıpırtı, bir hareket görürsem paylaşırım. Bol yıldızlı gecenin birinde yanıma bir uzaylı falan gelirse, selfi çeker yollarım.

Ama gelecekse de İnci Halkı’nın prensesi gibi bir beyaz güzellik gelsin isterim; kafası kel ama fizik sağlam yani. Gözler mavi mavi, nazar boncuğu gibi. Gelirken inci yumurtlayan hayvanlardan birini de yanında getirirse, kaymaklı kadayıf olur…

Ulen ben de Cem Yılmaz gibi uzay işinin bokunu çıkardım şimdi.

Muhabir: Politikam 2