10 Ağustos’tan bu yana Sındırgı hala sallanıyor. Deprem “beni unutmayın, kentlerinizi hızla depreme dirençli hale getirin” diyor. Bu yalın gerçeğe rağmen, kentin seçilmiş veya atanmış yöneticileri konuyu bütünlüklü bir şekilde ele alıp ortaklaşa yürütmek konusunda, kamuoyunu tatmin edecek atılımı gösteremiyorlar.

Oysa deprem sonrası koşup gelme yarışı yerine, deprem öncesinde yapılacak hazırlıkları arttırmak çok daha önemli. Tabii boş da oturmuyorlar, toplantılar, yeni oluşturulan birimler, basın açıklamaları, ziyaretler ve alınan kararlar var. Ancak dirençli kent hazırlıklarında fiilen bir ilerleme henüz yok. Mesela, Körfez’de zemin açısından çürük bölgeler var, imalat teknikleri açısından sıkıntılı yapılar da var. O yüzden, sürekli olarak veya sadece yazın bu bölgede yaşayan herkesin ortak talebi, risklere karşı öncelik tespitlerinin acele yapılması yönünde.

Büyükşehir de zaten bunun için bir ihale yaptı ama raporu 2027 Mayıs’ında, yani iki sene sonra göreceğiz. Ona göre en riskli olandan başlayıp kentsel dönüşüm çalışmaları ilerleyecek. Bu az şey değil ama vatandaş duyunca “bu noktaya 13 sene önce varmış olmalıydık” diyor tabii ki. Deprem bizi bekleyecek mi?

***

Başlama işareti, 2012’de yürürlüğe giren 6306 sayılı Kentsel Dönüşüm Yasası oldu. O zamandan bu yana ülkemizde 2 milyon 200 bin yapı dönüştürüldü ama hala sırada 6 milyondan fazla yapı bekliyor. Yani yeteri kadar hızlı davranılmadı. Tabii depremler de hiç beklemiyor, kendi mekaniğine göre çalışıyor.

Neden başarısız olduk sorusuna tek cevap var: çünkü amaçtan sapıldı. Depremi değil, kazancı esas alan uygulamalar öne geçti. Birileri kazansın diye yeşil alanlar veya askeri alanlar imara açıldı mesela. Dönüşüm işi, rant aktarma aracına çevrildi. Bazı yerlerde, dönüşüm uğruna insanlar alenen yerinden sürgün edildi mesela. Bütün bunların sonucunda uygulamaya destek de azaldı. Hızlı başlayan dönüşüm, zamanla yavaşladı. Depremden başka kaygılarla yapılan dönüşümlerde de hiç “adil” davranılmadı.

İstanbul’daki Sulukule örneği ilginçti mesela. Romanlar yüzlerce yıllık yerlerinden edildi, oralara yapılan lüks konutlar ise zenginlere satıldı. Açılan davalar 18 yıl sonra sonuçlandı ve sürgün edilmenin yanlışı kabul edildi ama çoktan iş işten geçmişti. Romanlar bu çeşit kentsel dönüşümün tek mağduru oldular.

***

Şimdilerde ise, 6 Şubat sonrası yapılan değişiklikle çıkartılan “Rezerv Alan” tanımı endişe yaratıyor. “Evimi elimden alıp, kentin bir kenarına sürer mi beni?” korkusu çekiyor vatandaşlar. Çünkü önemli bir hak kaybı bu yöntem. O nedenle deprem yaşanan ve yeniden inşa edilen kentlerde de, depreme hazırlanmakta olan kentlerde de, bu yöntemle alınan kararlara karşı ciddi bir direniş var. Sürekli değişen “Riskli Alan”, “Rezerv Yapı Alanı” ve “Riskli Yapı” kararlarına itirazlar gündelik haber oldu artık. Bilimsel kriteri belli olmayan bu tür kararlar açıklanınca tartışması da başlıyor. Özetle vatandaşın rızasını almak, ikna etmek gibi sağlıklı bir yöntem işletilmiyor. Ankara tek karar verici durumunda. Açık, insan odaklı, yerel yönetimlerin katkısını da içine alan bir uygulama yapılmıyor. O kararın sebebini, ancak sonucu görünce anlıyor insanlar.

Kentsel Dönüşüm Yasası’nda yapılan değişiklikler, lüks konut üretmenin ve kent rantını farklı gruplara aktarmanın aracı oldu. Asıl amaç gitti, kazanca bakılmaya başlandı. Başarı eksikliğimizin temel sebebini bu sistemde ve bir taşla beş kuş vurma kurnazlığında aramak lazım. Yereli dinlemeyip, son sözü daima Kentsel Dönüşüm Başkanlığı söylerse, bu model ne kadar başarılı olabilir ki?

***

Balıkesir’deki işler de bu çerçevede yürüyor. Mesela bir yanda, AKP Genel Başkan Yardımcısı olan milletvekili Belgin Uygur ve diğer Balıkesir milletvekilleri, İl Başkanı, bazı ilçe belediye başkanları gidip Çevre Bakanı ile kentsel dönüşüm projelerini görüşüyorlar. Büyükşehir’i temsil eden biri yok o heyette ama mevcut konut stokunun iyileştirilmesinden, depreme dayanıklı yapılarla yenilenmesine ve yaşam kalitesinin artırılmasına kadar her şeyi konuşuyorlar.

Kentsel dönüşümün hızlanması için, imar planlarının güncellenmesi, hak sahiplerine yönelik desteklerin artırılması ve projelerin finansman kaynaklarına erişimin kolaylaştırılması ele alınıyor. Büyükşehir’in temel görevlerini, Bakanlık artık resen mi yapacak acaba?

Diğer yanda ise çalışmalar cılız. Geçen sene bu günlerde Edremit’i ziyaret edip halka seslenen Özgür Özel "20 fay hattının üstündeki bir ilçemiz ve burada kentsel dönüşüme ihtiyaç var. Balıkesir'de kentsel dönüşüme ihtiyaç var. Partizanlık yaparak, imza atmayarak, onay vermeyerek el kol bağlayıp siyaset yapıyorsunuz ama depremin siyaseti olmaz. Kentsel dönüşüm için gereğini yapın, önümüzü açın. Gerekli katkıları sağlayın. Vebal altında kalmayın. Samimiyetle çağrıda bulunuyor, tarih önünde sizi bir kez daha uyarıyorum." demişti.

Aradan bir yıl geçti somut bir ilerleme olamadı ama bugün bu uyarısını hatırlatamıyor bile. Zira o kadar yoğun ve beklenmedik “dertle” uğraşıyor ki. Öyleyse onun yerine bugün Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin sesi çıkmalı. Bu da çok zor görünüyor. Zira Bakanlık desteği ve finansman yok. Bir de “silkeleniyorlar”. Eski borçları kapatıp, yeni cezaları ödemeleri isteniyor onlardan. Özetle, “ne kendim yaptım, ne sana yaptırırım” dönemi, aslında sonuçta vatandaşı cezalandırıyor. “Neden ona oy verdin” dönemi bu.

***

Peki siyaset hattı böyleyse, vatandaş ne yapacak? Yol belli. Güvenilmeyen binada en az bir malik, Çevre Bakanlığı’nın lisans belgesi vermiş olduğu özel şirketlerden birine başvurup “risk tespiti” yaptıracak. Risk varsa binanın tapu kütüğüne işlenecek, daha sonra da bina maliklerce yıktırılıp, yenisi inşa ettirilecek. Bütün bunların külfetini malikler karşılayacak. Sadece kira yardımı, kredi ve taksitle ödeme, vergi muafiyeti gibi kolaylıklar var.

Bazı Büyükşehir’ler ise faizsiz nakdi destek yapıyor. Fakat yine de kentsel dönüşüm sistemi sorunsuz işleyemiyor. Çünkü ekonomi kötü. Müteahhitler kazanç sağlayabilsin de dönüşüm işleri cazip olsun diye, binalarda kat sayısını arttırıyordu belediyeler.

Şimdi bu yetmiyor, maliklerden ek ödeme isteniyor. Rakamlar da giderek büyüyor. Çünkü maliyetler, enflasyon nedeniyle hızlı yükseliyor. İşte bu noktada, halkın yardımına belediyelerin koşması zorunlu hale geldi. İstanbul B. Belediyesi risk tespiti için fiziki hızlı tarama konusunda büyük destek verdi vatandaşa ve dönüşümü hızlandırdı.

Tabii diğer illerde de bu yönde bir beklenti oluştu. Ancak bugün Balıkesir’de sözü edilen “tarama” bunu kapsamıyor. İhaleyi alan şirketin şimdi yaptığı tespit çalışması anlatılıyor bu kavramla, yoksa binaların tek tek riski falan ölçülmüyor. Taramalar farklı, kafalar karışıyor biraz ama umarım o günleri de görürüz. Zemin konusu da önemli şüphesiz. Onun için de alet temini yapıldığını geçen hafta gördük. Şimdi merkezde ve ilçelerde, çürük zeminlerin bölge bazlı tespiti beklenecek. Buna tahammülü olmayan da özel şirketlere giderek, parasını verip riski öğrenecek. Depreme hazırlık amaçlı kentsel dönüşümde durum böyle.

***

Başka nedenlerle kentsel dönüşüm çalışmaları var. Bunlara da bakalım. Edremit hiç de yabancı değil bu türden çalışmalara. Mesela 2007-8 yıllarında Maksem AŞ’nin inşa ettiği 53.400 m2’lik TOKİ uygulaması var. 412 adet konut, 1 adet İlköğretim Okulu, Camii ve Ticaret Merkezi yapıldı orada, sonra başka inşaatlar da girdi devreye ve koca bir mahalle oluştu. Fakat önündeki karayoluna bile sağlıklı bir ulaşım hattına, yaya köprüsüne sahip değiller. Yolları da 45 derece kadar eğimli.

TOKİ binaları tünel kalıp sistemiyle betonarme karkas, yani sağlam yapılar. Maliyetleri de uygun oldu ama mahallenin altyapı sorunları ne yazık ki devam ediyor. Bir de önemli hazırlıklar yapılan ama uygulamaya alınamayan 2016’daki kentsel dönüşüm çalışması vardı. Şehir meydanı, otogar ve küçük sanayi sitesini içine alan 156 bin m2’lik proje, ilçenin görünümünü tümüyle değiştirecekti ama bazı engeller nedeniyle kaldı. Sonradan o alana çok fazla müdahale yapıldı ve artık tümüyle değişti durum.

***

Bir de tabii her dönemin değişmez kentsel dönüşüm projesi olan Roman mahalleleri var. Edremit’in sürekli nüfusunun yaklaşık % 9’unu oluşturan Romanlar, Gazicelal ve İbrahimce’de yoğunlar. O mahallelerin altyapısı yetersiz, konutları eski ve dirençsiz.

Fakat Edremit’in en sağlam zeminli bölgesi de orası aslında. Kentsel dönüşüm fikri ise yeni değil bu mahallelerde, oldukça eskilere dayanıyor. Büyükşehir olduktan sonra Edremit de iyice büyük bir ilçe oldu. O günlerden beri gündemde bu konu. Hatta bazı şirketler hazırlık yapmış ve 2015 Mayıs’ında sunum da alınmıştı.

Amacın sosyal belediyecilik, kent kimliğini güçlendirme, sağlıklı altyapıya kavuşturma olduğu açıklanmıştı. Mehmet Ertaş da o zamanki belediye yönetimdeydi. Devamı gelmedi o çalışmanın. Takip eden dönemdeyse, yerel yönetim hiç devrede olamadı, 2019’dan itibaren Roman mahallelerinde Balıkesir Valiliği ve Balıkesir B. Belediyesi çalıştı daha çok.

Polis karakolu açıldı, eski cami inşaatının yerine yenisi inşa edildi, kullanım dışı metruk binalar yıkıldı. Adliye yönünden başlayan müteahhit baskısı görülür oldu, eski binalar yıkılıp yerlerine çok katlılar inşa edildi. O mahallelerde yaşayan 12 bin kadar Roman hemşerimizin, herkesle eşit şartlarda kentli ve çocukları yarına hazırlanan vatandaşlar olması elbette çok önemli. Fakat yapılmakta olan uygulamaların daha ziyade “suça engel olma mantığı taşıdığı” yönünde bir ortak kanaat de var ilçemizde.

***

2024 yerel seçimlerinden sonra, bu mahallelerde kentsel dönüşüm gerektiği yine dile getirilmeye başlandı. Geçtiğimiz Mart ayında yapılan ziyaret ve toplantılardan sonra da, dönüşüm konusunun Büyükşehir Meclisi’ne sunularak onay alınmasına karar verildiği açıklandı. Fakat 130 dönümlük alanı kapsayacağı dile getirilen bu projenin detayları, o bölgede ikamet eden kamuoyu tarafından dahi bilinmiyor. Yeni plan, yol ve ulaşım değişimi, yeşil alanların arttırılması, altyapı, maliklerin durumu ve en önemlisi de “hedef” belirsiz.

Çünkü orada deprem değil, başka öncelikler olduğu çok açık ama adınca söylenmiyor. Oysa ortak akıl ve katılım çok önemli böyle projelerde. Yoksa yıllarca mahkemelerde uğraşılıyor ki, bugüne kadar pek çok kötü örneğini yaşadı zaten Edremit bunun. Tabii bir de konu “rantsal dönüşüme” çevrilmemeli asla. Fakirler dışarı, varlıklılar içeri mantığı olmamalı. Romanların kültürel değerlerine de tamamıyla saygı duyulmalı. Dolayısıyla bu konuda detaylı bir açıklama yapılması çok yararlı olacak.

Muhabir: KUBİLAY S. ÖZTÜRK