6 Mayıs 1972... Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık günlerinden biri. Henüz 25 yaşlarında olan üç genç devrimci — Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan — Ankara Merkez Cezaevi'nde idam edildi. Aradan geçen 53 yıla rağmen, bu idamlar hâlâ Türkiye’nin siyasi ve toplumsal belleğinde derin izler bırakmaya devam ediyor. Bu makalede, bu üç gencin neyle suçlandığı, neden idam edildikleri, o dönemin siyasi atmosferi, yürüttükleri siyasi mücadele ve idamların tarihsel-sosyal yansımaları ayrıntılı olarak incelenmektedir.
Kimdi Deniz, Yusuf ve Hüseyin?
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 1960’lı yılların sonlarında Türkiye’de gençlik hareketlerinin öncüsü olan, Marksist-Leninist düşünceye bağlı, anti-emperyalist ve devrimci gençlerdi. Üniversitelerde, özellikle Ankara ve İstanbul merkezli öğrenci hareketlerinde aktif olarak yer aldılar. Deniz Gezmiş, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO), Hüseyin İnan ise teorisyen olarak kabul edilen kurucularındandı. Yusuf Aslan da bu örgütün militan kadrolarından biriydi.
Neyle Suçlandılar?
Üç genç, 12 Mart 1971 askeri muhtırasının ardından yürütülen kapsamlı operasyonlarla yakalandı. Devlet, onları “anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etmek”le suçladı. 1961 Anayasası'nın 146. maddesi (eski haliyle), bu suçu işleyenlere ölüm cezası öngörüyordu.
THKO’nun gerçekleştirdiği bazı eylemler — NATO personeli kaçırma girişimi, bankalara yönelik silahlı soygunlar, ormanlık alanda gerilla eğitimi gibi faaliyetler — bu suçlamalara temel oluşturdu. Ancak tüm bu eylemler ölüm cezasını gerektirip gerektirmediği, özellikle yargılamanın adil olup olmadığı, sonraki yıllarda yoğun şekilde tartışıldı.
Dönemin Siyasi Konjonktürü: 12 Mart Muhtırası ve Baskıcı Ortam
1971 yılında, dönemin Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e bir muhtıra verdi. Muhtıra, “anarşi”ye son verilmesi ve düzenin sağlanması için radikal önlemler alınmasını talep ediyordu. Bu olay, fiilen bir askeri darbe anlamına geliyordu. Sonuç olarak Demirel hükümeti istifa etti, sivil yönetim yerini asker destekli bir “teknokrat hükümete” bıraktı.
Bu dönemde çok sayıda sol görüşlü genç tutuklandı, işkencelere maruz kaldı. Üniversitelerde ve sokaklarda estirilen baskı ortamı, solun sindirilmesine yönelik bir kampanya başlattı. Deniz ve arkadaşlarının idam edilmesi, bu kampanyanın zirve noktasıydı.
İdam Kararının Alınışı ve Meclis Süreci
Askeri mahkeme, 9 Ekim 1971 tarihinde Deniz, Yusuf ve Hüseyin için idam kararı verdi. Karar, dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından da onaylandı. Ancak kararın infazı için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin de onayı gerekiyordu.
TBMM’de 24 Nisan 1972 günü yapılan oylamada, Adalet Partisi ve Millî Selamet Partisi’nin oylarıyla idamlar onaylandı. Cumhuriyet Halk Partisi içinde Bülent Ecevit ve bazı vekiller karara karşı çıksa da, CHP'nin oylamada partisel bir bütünlük göstermemesi idamların önünü açtı.
Siyasi Mücadeleleri: Anti-Emperyalist ve Sosyalist Bir Türkiye İçin
Deniz ve arkadaşları, Vietnam’daki Amerikan işgaline karşı çıkan, Filistin’de gerilla eğitimi almış, Türkiye’de Amerikan emperyalizmine ve NATO’ya karşı mücadele eden devrimcilerdi. “Tam Bağımsız Türkiye” sloganı, onların mücadelesinin özeti gibiydi.
Deniz Gezmiş’in meşhur sözleri, onun mücadelesini özetler niteliktedir: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın halkların kardeşliği! Kahrolsun emperyalizm!”
Bu ifadeler, yalnızca politik görüşleri değil, dönemin Türkiye’sinde bastırılmak istenen fikirleri de temsil ediyordu.
Toplumsal ve Siyasal Yansımalar
İdamların hemen ardından toplumda derin bir infial oluştu. Üniversitelerde ve sokaklarda protestolar düzenlendi. Üç gencin idamı, sola ve gençlik hareketlerine gözdağı verme amacı taşıyordu ancak beklenenin aksine, bu olay onları birer sembole dönüştürdü.
Bugün hâlâ Türkiye’nin dört bir yanında gençlik örgütleri, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları tarafından anılmakta, isimleri meydanlara, sokaklara ve kitaplara verilmektedir. Türkiye’de sol ideolojiyle özdeşleşen “Denizler” kavramı, bir siyasi mirasın adıdır artık.
Sonuç: Hukukun Araçsallaştırılması ve Gelecek Nesillere Düşen Görev
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamı, sadece bireysel bir yargılamanın sonucu değil; dönemin otoriter rejiminin, gençliğin devrimci enerjisinden duyduğu korkunun ürünüdür. Yargı, bu süreçte siyasallaşmış, bağımsızlığını yitirmiştir.
Bugün, onların anısını yaşatmak sadece bir nostalji değil, aynı zamanda özgürlük, bağımsızlık ve sosyal adalet mücadelesini sürdürme sorumluluğudur. Çünkü onlar, “bağımsızlık uğruna ölümü göze alacak” kadar inandıkları bir Türkiye hayali için yaşadılar ve öldüler.