Son zamanlarda ülkemin ekranlarına bakan herkesin yüzünde aynı ifade var: öfke, acı ve çaresizlik.
Yine bir çocuk öldürüldü.
Yine “iyi hal” tartışıldı.
Yine bir anne, mezar başında “adalet” diye haykırdı.

Artık bu manzaralar, ne yazık ki sıradanlaştı. Toplum olarak kanıksadık.
Oysa bir toplumun vicdanı, çocuklarının güveniyle ölçülür.
Bir çocuğun korkmadan sokağa çıkamadığı, anne babasının içi titreyerek beklediği bir ülke, huzurdan söz edemez.




Minguzzi davası: Bir masumiyetin karanlıkla karşılaşması

Henüz 15 yaşındaydı Mattia Ahmet Minguzzi.
Kaykay malzemesi almak için çıktığı yolda, iki kişi tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Bir çocuğun hayalleriyle, nefesiyle, yarınlarıyla birlikte umutlarımız da kesildi o gün.

Davada iki sanığa 24’er yıl hapis cezası verildi, iki kişi beraat etti.
Toplumun büyük kısmı, verilen cezayı “adil ama eksik” buldu.
Eksik, çünkü bu ülkede artık hiçbir ceza o anne-babanın içindeki boşluğu dolduramıyor.
Eksik, çünkü bu tür davalarda hâlâ “iyi hal indirimi”, “yaş küçüklüğü” ve “akıl sağlığı raporu” tartışılıyor.

Bir çocuğun canına kıyan birinin yaşını, gülümsemesini ya da sabıkasını konuşmak, insanlığın kendisine hakarettir.




Bir insan nasıl olur da bir çocuğa kıyar?

Bu sorunun cevabı basit değildir.
Kimi çocuk katiller, kendi karanlık geçmişinin intikamını alır;
kendi yaşadığı sevgisizliği, bir başka çocuğun masumiyetine yöneltir.
Kimi güçsüzlüğünü gizlemek için güçsüzlere saldırır.
Kimi, hayatın kendisine borçlu olduğunu sanır.

Ama aslında tümünün ortak noktası aynıdır: empati yoksunluğu.
Bir çocuğun gözlerine bakıp onda bir can, bir gelecek, bir umut göremeyen kişi; artık insan değildir.
Ruhunu yitirmiştir. Vicdanı yanmıştır.

Bu insanlar “yaralı ruhlar” değildir — çünkü yaralı olan şifa arar.
Onlar, karanlığıyla barışmış, içindeki şeytanı serbest bırakmış mahluklardır.


Adalet neden yetmiyor?

Türkiye’de her çocuk cinayetinden sonra aynı sözleri duyuyoruz:
“En ağır cezayı alacak.”
“Adalet yerini bulacak.”
Ama o yer bir türlü bulunamıyor.

Hukukun diliyle vicdanın dili artık birbirini anlamıyor.
Cezalar caydırmıyor çünkü yargı süreçleri uzun, kararlar karmaşık, infaz sistemi esnek.
Bir failin gülümseyerek mahkeme salonundan çıkması, bir annenin ömrünü bitiriyor.

Bu yüzden toplumda adalet duygusu sarsılıyor.
Ve işte tam da bu noktada, bireysel öfke toplumsal isyana dönüşüyor.




Toplumun aynası sevgisizlik

Çocuk katilleri bir gecede doğmuyor.
Sevgisiz ailelerde, ilgisiz sokaklarda, ekranlarda şiddetin alkışlandığı bir kültürde büyüyorlar.
Bir çocuğun “ben değersizim” duygusuyla yetiştiği her ev, geleceğin potansiyel tehlikesine dönüşüyor.

Şiddeti konuşmaktan çok, şiddeti doğuran ortamı konuşmalıyız.
Yoksulluk, umutsuzluk, sevgisizlik ve eğitimsizlik — bu dört duvar arasında büyüyen çocuk, ya mağdur oluyor, ya fail.




Bir çocuk susarsa, insanlık ölür

Mattia Ahmet Minguzzi’nin annesi o duruşmada, “Benim oğlumun yerine kimse koyamaz ama başkası yanmasın” dedi.
Bu söz, vicdanın son çığlığıdır.
Bir annenin evladını toprağa verip hâlâ başkalarının çocuklarını düşünmesi, insanlığın hâlâ bir umudu olduğunun kanıtıdır.

O umut, sadece yasayla değil, vicdanla korunabilir.
Bu ülke, çocuklarının kahkahasını susturanların değil, o kahkahayı yaşatmak için mücadele edenlerin ülkesi olmalı.

Bir çocuğun gözyaşı, hiçbir “iyi hal” gerekçesinden daha hafif değildir.
Bir annenin çığlığı, hiçbir “hukuki indirim”den daha değersiz değildir.
Bir çocuk daha ölürse, adalet bir kez daha ölür.

Muhabir: Politikam 2