Bugün dünyada neler oluyorsa, ülkemizde de aynıları, izdüşümleri oluyor. Yeni bir dünya düzeninden söz ediliyor yine. Daha önce de birçok kez edildiği gibi. Olanların hepsi de buna dair. Bu konuda yazmak, tespitlerde bulunmak ise sadece “tarihe not düşmek” anlamına gelmiyor. Rota da belirliyor.

Neden birileri sık sık kartları yeniden karmaya ihtiyaç duyuyor? İkinci Dünya Savaşı bittiğinden bu yana, yaşanan her ekonomik bunalımdan sonra, “yeni düzen” lafları edildi. Fakat 2008’deki son ekonomik krizden sıyrılabilmek bile mümkün olamadı bu sefer. Yine mevcut düzeni restore etmek isteyen bir ABD olgusu var karşımızda. Yeni bir ayar tutturmak istiyorlar dünyada ama neyi başaracakları da şüpheli. Çünkü dünya savaşını göze alamıyorlar artık. Kısmi dokunuşlar veya lokal savaşlar da bu değişime yetmiyor. Bugün durumdan şikayet eden ABD için değil sadece, bütün dünya ülkeleri için uzun süredir hiç de iyiye gitmiyor işler. Dünya nüfusu 8,2 milyarı geçti, kaynaklar kıt ve hızla da tükeniyor, hava-su- toprak giderek kirletiliyor. Gezegenimiz bu yükü daha fazla taşıyacak halde değil. Aksine “acil servislik hasta” durumuna geldi. O nedenle doğayı bir kez daha sömürerek çıkış bulmak yetmiyor. Başkasının varlığına el koymadan, malını talan etmeden çıkış yolu bulamıyorlar.


Hal böyle olunca, “egemenlerin” telaşını da anlamak mümkün. Fakat kime göre veya kimin için çıkış olacağı önemli. ABD ve yanındaki ülkelerin, yeni bir bakış açıları olmadığı için, izleyicisi olan pek çok ülke de durumdan vazife çıkartmaya koşuyor. Bu ülkeler “gemisini kurtaran kaptan” nakaratlı o bilinen şarkıyı söylemeyi tercih ediyorlar. Halen yaşanan pek çok dış politik gelişme, aslında bunun bir göstergesi. Savaş, el koyma ve hatta etnik temizlik bile var ortada. Ülkeler en öne kendi çıkarını koyarak bakmaya başlıyorlar geleceğe. Tabii ülkelerin iç politik gelişmeleri de buna paralel işliyor. Söz birliği etmişçesine, insanlar ülkelerinde kendi içlerine dönüp “kurtar bizi ey çoban” dönemi başlatmaya çalışıyor veya onlara bu vazediliyor.

Bir çoban etrafında toplanıp, başka insanlar aleyhine de olsa hızlı ve radikal kararlar alınmasını, sadece kendilerinin kurtarmasını bekliyorlar. Pek çok ülkede otokrat yönetim modellerinin artmasındaki temel sebep bu. Hatta tek merkezci, otokrat yönetimlerin, dünyada % 80 oranına ulaştığı ve bu eğilimin hızla arttığı da söyleniyor. Avrupa’daki seçim sonuçlarında bile ırkçı partilerin yükseldiği görülüyor. Çeşitli ülkelerdeki gelişmeler ve çözüm yöntemleri de birbirinden pek farklı değil artık. Özetle dünyada demokrasi “out”, orman kanunları “in” oldu. Siz bakmayın, bir ülkeye saldırırken “biz oraya demokrasi götüreceğiz” diyen siyasetçilere, asıl niyetleri elbette farklı onların. Günümüzde bu gezegende yeni bir “dünya düzeni” kurulmaya çalışılırken, tüm siyasi, ekonomik ve toplumsal kuralları da gücü olanın koyması gayet normal sayılıyor. Eski kurallar ve dengeler çoktan çöpe atıldı. Üstelik şu veya bu nedenle farklı seviyedeki itirazların yerini de, sessizlik veya şartlı kabul hali aldı. Genel manzara böyle.


Fakat gezegenimizin böyle bir “kurtuluş yolu” da olamaz elbette. Dünyayı bir insan bedeni gibi düşünürsek, kanserli uzvu kesip atmadan hastaya bir tedavi yöntemi uygulamanın da yararı olmaz. Fakat o bedende kanser teşhisi konulduysa, tedaviye de hemen başlamaktır öncelik. Canlıyı kurtarmaktır esas olan. Her kafadan bir ses çıkması mümkündür ama uygulama da uzmanına bırakılmalıdır. Dünyadaki ülkeler için de böyle aslında durum. Hepsi farklı liderlerin arkasından koşup, ayrı ve özel çözümler istemek yerine, tedavi için ortak bir yoldan giderse, sıkıntıları önlemek için işbirliği yaparsa, sorunu aşmak çok daha mümkündür aslında. Fakat böyle bir kurum yok ne yazık ki dünyada. Birleşmiş Milletler bu işlevi üstlenemiyor ve artık sıkı bir reorganizasyon gerekiyor orada. Ortak çözümde odaklanma yoksa bir kurtuluş da yok. İnsan türü bu noktada “ben”, “benim ülkem” demekten uzaklaşıp, “biz”, “ortak çıkarlarımız” diyemediği sürece, global sorunlardan kurtulma noktasına gelemeyecek. Son günlerde bizim meydanlarımıza dönen o meşhur sloganda olduğu gibi, “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” demek zorunda artık dünya halkları da. Müşterek karar alır ve davranırsak, çözüm de çıkış tünelinin ucundan görünür olacak. Yoksa sıkıntılar asla bitmeyecek. Katmerlenerek artacak.


Önceki kuşakların Mecelle’de belirlediği gibi “önemli olan en önemli olana, gerekli olan en gerekli olana tercih edilir”. Aslında bu kadar basit işte kural koymak. Önemli olan kurala hep birlikte uymak. Gezegen elden gidiyor mu, iklim değişikliğinin sonuçları artık fiilen yaşanıyor mu, kaynaklar son hızla tükeniyor mu, ekonomiler sürekli sarsılıyor mu, demek ki bazı önceliklere bakmanın da zamanı gelmiştir. Hava yok ise, iktidarın da önemi yok. Su yok ise koltuğun da önemi yok. Toprak kirlendi ise, o kocaman orduların da tayını yok. Karar vermek bu kadar kolay aslında. Petrolün üzerine oturdum, doğal gaz hatlarına da el koydum deseniz bile, yarın içecek su bulmanız çok daha önemli olacak. Fakat kuraklık çok uzun sürüyor ve ardından da yağınca afat haline geliyorsa yağmurlar, başka bir sorun daha var demektir. “Doğanın dengesi” çok önemli. Bozulan doğal dengeyi yeniden tesis etmek de çok “hayati” bir konu. Olmazsa olmaz denilen cinsten bir gereklilik var orada.


Sonra da diğer önceliklerin sıralanması şart. Gelirde, fırsatta, eğitimde, sağlıkta, her yerde ve tüm toplumlarda adalet ve eşitlik önemli. Ülkeler arasında da böyle durum. “Neden sen ayrı olacaksın, önemin büyük olacak da ben arkada kalacağım? Çünkü benim nükleer silahım var. Ben de yaparım o zaman. İzin yok, her kısıtlamayı kullanırım sana karşı. Ne hakla? Çünkü bendeki silah kullanıma hazır!”. Biri korkutur, diğeri geri çekilir ülkelerin bir süre ama sonunda o ülke de nükleere sahip olursa, işler değişir. Önce bir nükleer denge sağlanır, sonra o dengeyi kendi lehine değiştirmek isteyen bir seri yatırım daha yapar, karşısındaki de geri durmaz ve sonuçta aş, iş, ekmek, huzur ikinci plana düşer, her şey silahlanma yarışında bir tık önde olmaya indirgenir. Bunu da yaşadı daha önce gezegenimiz değil mi? Silahı olan ama mesela ayakkabıya, iç çamaşırına ulaşamayan toplumlar da huzurlu olamadı. Demek ki, insan türüne adalet kadar, karar verme aşamasında çok gerekli olan demokrasi de lazım. Öyle göstermelik, sadece tekellerin ve bankaların işine yarayan cinsinden değil ama gerçek bir demokrasi lazım. Eşit, adil, huzurlu bir dünya düzeni ve toplumsal yapı için demokrasi de çok gerekli.


Demek ki şu günlerde “yeni Dünya düzeni” diye coşanların yolu, aslında hiç de uygun bir yol değil. Hayata geçirmek için koştukları o hayalleri, ne kendilerine ne de başka halklara huzur getirmeyecek türden zırvalar aslında. ABD mesela savaş bile ilan etmeden İran topraklarını hem de İsrail adına bombalamakta sakınca görmüyor değil mi? Neymiş, yeraltındaki çok dayanıklı duvarlarla korunan nükleer tesisleri vuracak tek bomba onların elindeymiş. Sevabına mı attı sanki o bombaları veya attı da ne oldu? Sözüm ona Saddam’ın da nükleer bombaları vardı, yalan çıktı değil mi? Fakat Saddam da gitti bu arada. Var mı hesabını veren? Yok. Şimdi de İran gündemlerinde ABD-İsrail ikilisinin. Peki nereye kadar gider bu frensiz gidişleri? Mesela Rusya veya Çin çıkıp da, yaptıklarının aynısını bu muktedir bozuntularına yaşatana kadar mı sürer bu güç gösterileri? Sonu nerede olur bu gidişin? Bir nükleer savaşta mı?


Algı mühendisliğinin de sınırı yok. ABD’nin “barış” için ilettiği bir taslağı görüşen Hamas’a misafir oldukları Katar’da hava saldırısı yapıp suikast düzenledi dostu İsrail. Sonra da özür diledi? Bombaladığı Katar’dan veya Hamas’tan değil tabii, ABD’nden diledi özrü. Şimdi tekrar aynı Hamas’tan yeni barış teklifleri için yanıt ve müzakere bekliyorlar?! Yalancıların “yeni Dünya düzeni” işte böyle bir şey. Trump’ın ikinci başkanlık dönemi Panama ve Grönland diyerek başladı ama “yeni Ortadoğu düzeni” kurarken İsrail’le savaş suçu ortaklığına, soykırıma kadar dayandı. Orta Doğu’da, ABD düzenine tabi olmayan bir tane bile Arap devleti istemiyor hazretler. Yetiyor mu peki bu? Yetmiyor, ABD şimdi de Venezuela kıyılarından ayrılan tekneleri havadan vuruluyor, “uyuşturucu” kaçakçısı olduklarını söylüyor. Ne hakla, hangi delille belli değil? Belki de gariban balıkçılar öldürülüyor. Yarın açık denizde gemi, havada uçak da vurur mu bunlar? Neden olmasın? Uluslararası sularda Gazze’ye sadece ilaç ve çocuk maması taşıyan Sumud filosundaki gönüllülere reva gördükleri davranışlara baksanıza.!


Ne olacak sonuçta? Eski egemenliğini tekrar kurmaya çalışan ABD mi kazanacak? Yoksa onun Ortadoğu müttefiki İsrail mi? İkisi de kazanamayacak. Onlara bakıp arkasına sıralananlar da kazanamayacak. Bu bir dönemdir sadece gelir ve geçer. O otokratların gölgesi bile kalmaz ayakta yarın. Çünkü ABD ve yandaşları ne yaparlarsa yapsınlar, bu dünya onları sessizce izleyen ülkelerin yöneticileri ve başkanlarından ibaret değil. Başka ülkeler de var bu dünyada. Üstelik bir de her ülkede sokakları, meydanları dolduran, genel grev yapan, ihraç edilecek savaş malzemelerini gemilere yüklemeyi reddeden insanlar var değil mi? İşte son sözü, esas onlar söyleyecek. “Defolun artık ve bir daha da dünyanın geleceğini karartmaya kalkmayın” diyecekler. 21. yüzyılda son söz böyle olacak. İnsanlık, geleceğini sömürü ve savaş değil, barış ve dayanışma üzerine kuracak.

Muhabir: KUBİLAY S. ÖZTÜRK