Yaşadığımız günleri anlamak için, yakın geçmişteki güç savaşlarına bakmak yetiyor. 2. Dünya Savaşı paylaşım için yapıldı ve sonrasında da iki kutuplu bir dünya modeli oluştu. Faşizm belasını ortaklaşa yok edenler, bu kez siyasi ve ekonomik gerekçeler peşinde iki kampa bölündü. Lider ülkeleri izleyen diğerleri, kendi istekleriyle veya çeşitli zorunluluklar sonucunda bu yeni duruma göre konumlandı. Bloklar arası denge silah gücünün caydırıcılığıyla sağlandı.

Bu tercih nedeniyle halkların refahı için değil de nükleer silahlanma için harcandı kaynaklar. Soğuk savaş dönemi sona erince de Sovyet bloku daha fazla dayanamayıp 1991’de çöktü. ABD bunu zafer olarak sunup, kendisini dünyanın yegane hakimi ilan etme fırsatını kaçırmadı. Ona göre şimdi artık tek kutuplu bir dünya ve “globalleşme” vardı. Fakat Sovyet bakiyesinin ana gövdesi, kısa bir bocalama döneminden sonra toparlanıp, bu kez kapitalist sistemin büyük gücü olma yönünde ilerledi.

Çin ise zaten kapitalist yola daha önceden yönelerek farklı bir model oluşturmuştu. Sonuçta ABD ve AB ile Rusya, Çin ve Hindistan gibi farklı merkez ülkelerin öne çıktığı, aynı ekonomik sistem içinde çok kutuplu yeni bir dünya düzeni oluştu. Hakimiyet yarışı da, bu yeni kulvarda hız kazandı.

***

21. yüzyıla girildiğinde artık ABD hegemonyasından söz edilemiyordu. Güç dengesi batıdan doğuya doğru kaymıştı. Silahlanmaya artık daha az harcayan doğu ülkeleri, doğal kaynaklarına ve çalışkan genç nüfuslarına dayanarak ABD ile arayı kapatmaya başladılar. Rusya yeniden büyük devlet politikasına geri döndü. Çin ise sakin güç olmayı tercih ederek sistemli bir alan büyütme politikasına girişti. 1945 sonrası kapitalist dünyanın liderliğini ele geçirip, teknolojisi, sanayisi, finansal hakimiyeti ve devasa askeri varlığıyla bunu pekiştiren ABD, 2000’li yıllarda öncülüğünü yitirdi. Ciddi bir ekonomik bunalıma neden oldu bütün dünyada.

ABD sanayi üretimi bile doğu ülkelerine gitmeyi tercih etti. AB ülkeleri de enerji ihtiyacını Rusya’dan karşılamayı seçtiler. Bu gelişmelere tepkisiz kalmadı ABD. Afganistan’a karıştı, Arap Baharı gibi kışkırtmaları ve önce yaratıp sonra yok ettiği İŞID gibi oyunları sahneye koydu ama yine de istediği sonuca ulaşamadı. Dünyaya tekrar hakim olabilmek için sonunda Trump gibi bir figürün temsil ettiği siyasi yapının yönetime gelmesine ve daha büyük oynamaya kapıyı araladı. Fakat ilk döneminde hem ABD’nin liberal demokrasinin temel kurumlarına diş geçiremedi, hem de AB’nin ekonomik tercihlerinin Rusya ve Çin’den yana artmasını önleyemedi.

Sonuçta beklentileri veremeden koltuğunu devretmek zorunda kaldı. Ancak cin bir kere şişeden çıkmıştı. Mevcut statükoyu sona erdirip, anti demokratik değişimlerle kuvvetler ayrılığını yok edip ABD’nde otoriter bir yönetim kurarak, kendileri için daha büyük kazançlara fırsat yaratılacağını sezen sermaye çevrelerinin desteğiyle, 2024 seçimlerinde Trump’a ikinci kez iktidar olma yolu açıldı. Bunun elbette bir anlamı var. ABD’yi tekrar büyük yapmaya dayanan o bencilce söylemin altında yatan neden, rakipleri yok edip dünya hakimiyetini tekrar ele geçirmek ve ülkelerden taşınacak zenginliklerle kendi halkının ayrıcalıklı bir refah sürdürmesini devam ettirmekti. Böylece tıpkı bir holding yönetir gibi, içeride sosyal devlet harcamalarına, dışarıda askeri masraflara kesinti uygulanacak ve ABD’nin bilançosu yine artı sonuç verecekti onlara göre.

***

Trump ikinci dönemine bu anlayışı açıkça ilan ederek aday oldu. Fakat ironik bir şekilde, aslında canına okumayı hedeflediği ABD yoksullarının aklını çelip, gözünü boyayarak ulaştı iktidara. Seçilir seçilmez de ilk kazığı onlara attı, pek çok kamu çalışanı işsiz kaldı, sosyal devlet harcamalarında devasa kesintiler yapıldı. Dışarıda ise o üst perdeden ilan ettiği Panama Kanalı’nı devralma, Kanada’yı yeni eyalet yapma, Grönland’ı satın alma projeleri ise kabul bile görmedi.

Rusya ile Ukrayna’nın savaşını sonlandıramadı ama savaş maliyetini ödetmek için Zelenski’ye değerli mineraller anlaşmasını zorla imzalattı. İsrail’e sınırsız destek vererek, Gazze’den Filistinlileri boşaltıp orayı bir tatil cenneti yapma planına ise Netanyahu’yla birlikte sistematik bombalamalarla devam ediyor. AB ülkelerini, Rusya’ya karşı 1945’den bu yana kendilerinin koruduğunu ama artık buna devam etmeyeceğini söyleyerek askeri harcamaları arttırmaya zorladı. Mamul, yarı mamul mal aldığı ülkelerle mevcut ticaret rejiminin ABD’ye cari açık yarattığını iddia ederek, yeni bir denge sağlamak amacıyla gümrük tarifelerini hızla ve defalarca yükseltti. Doğudaki ülkelere ama esas olarak Çin’e karşı adeta bir ticaret savaşı başlattı.

***

Kendisini bir ekonomi uzmanı gibi görüyor Trump ama sınırlı sözcük dağarcığı ve diplomatik seviyeden habersiz tavrıyla gerçek kapasitesini de ortaya koyuyor. “Bazı ülkeler, tarife müzakeresi için bizi arıyor, kıçımı öpüyorlar. Bir anlaşma yapmak için can atıyorlar” diyebiliyor mesela. Oysa birkaç fakir ülke dışında, gümrük tarife artışına teslim olan yok bütün dünyada. Aksine Çin başta olmak üzere, “madem öyle, işte böyle” diyor epeyce ülke. AB bile “arttırmaya kalkarsan, biz de arttırırız” diyor. Sonuçta ABD’nde devletin vergi geliri bir parça arttı ama halkın satın aldığı tüm mallar da pahalılaştı. Kararnameleri ise sürekli yasalara aykırı bulunarak yüksek mahkemeden dönüyor Trump’ın.

Özetle bu sefer çok büyük değişimleri hayata geçireceğini söyleyerek hem kendi ülkesinde ve hem de dünyanın her noktasında bütün alanlara, adeta züccaciye mağazasına giren bir fil gibi daldı Trump ama kaçınılmaz şekilde ortalığı da kırıp döktü. Ülkeleri tehdit etti ve bombaladı, bazı liderleri kameralar önünde küçük düşürmeye çalıştı, bazı liderlerden pahalı hediyeler kabul etti; büyük anlaşmalar koparmak için adeta arsız bir işadamı gibi davranmaktan da çekinmedi. Kampanya destekçisi E. Musk’a yürütmede görev verdi, sosyal harcamaları ona kırptırdı ama ilk harcadığı kişi de o oldu. Merkez Bankası’yla çatışmaya girdi. Kadrosu da kendisinden deneyimsizdi zaten ve bakan değişikliği bile yaptı kısa sürede. Fakat daha beş yıl iktidarda ve dünyanın en büyük askeri, ekonomik, finansal gücünü yönetmeye devam edecek. O nedenle de her ülke Trump’ı dikkate alınmak zorunda. Putin’e yakınlaşıp Çin’e karşı avantajlı olmaya çalışmayı düşünebiliyor. Ortadoğu’da İran’ı iyice budadı İsrail’le birlikte ama sıcak çatışmaya girmeden müzakere ediyor. Suriye için de farklı bir yaklaşımı var, kendi askerini ateşten çekip, sahada maşaları kullanmak istiyor.

***

Şimdi bütün bunlara bakınca Trump’ın ve temsil ettiği güçlerin, coğrafyamızı da yakından ilgilendiren yeni bir oyun kurmaya çalıştığı görülüyor. Olabilir, keyif onların elbette. Fakat bu gayrete bakıp da susmuyor hiç kimse. Bu dünya ne imparatorlar, krallar, zorba diktatörler gördü ama adları bile hatırlanmıyor bugün. Kendini tek hakim ve vazgeçilemez sananlar da, bu toprakların altında bir yerlerde yatıyorlar sonuçta. Trump şimdi istediği kadar esip gürlesin, hükmü bir yere kadar. Onun bir oyun planı varsa başkalarının da var.

Trump’ın gücü NATO sınırlarını aşamıyor. Hatta kendi ülkesinde, o beğenmediği hukuk sistemine teslim olmak zorunda bile kalabilir yarın. Dünyada ise V. Putin ve Şi Cinping gibi onu gülümseyerek sakince dinleyen ama sonra bildiğini yapan liderler var. Zaten hem Rusya ve hem de Çin tarihleri boyunca geri çekilmeyi bilen ama sabırla hazırlanıp gününü bekleyen politikalarıyla dikkat çekiyor. O nedenle, Trump üst perdeden konuştukça sinmiyorlar. Ülkeler dikkate alıyorlar gücünü ama gerçek amacına ve kapasitesine de bakıyorlar.

***

Mesela Trump konuştukça benim aklıma hep ABD’nin yenildiği Vietnam savaşı geliyor. Fransızların onlarca yıl yenemediği o küçük ülkeye 1950’nin sonlarında kabus gibi çöküp, birkaç ayda galip geleceğini düşünmüşlerdi. Yeni bir bağımlı ülke sahibi olacaklardı ama muazzam bir direniş ve yıpratma savaşıyla karşılandı ABD. Devasa savaş makinası da sonunda, karınca misali çalışkan, ufak tefek, disiplinli bir halkın karşısında pes etmek zorunda kaldı. Helikopterlerden sarkarak zor kaçtılar Vietnam’dan.

O yüzden 1965’ten kalan bir fotoğraf geliyor gözlerimin önüne sürekli. Ufacık bir kadın savaşçı, iki katı büyüklükte bir ABD askerini esir almış, ellerin bağlayıp süngüsüyle önüne katmış götürüyor o fotoğrafta. Ders niteliğinde ama nedense aradan geçen 60 yılda, ABD’ni yönetenlerin hiç biri bunu hatırlamak bile istemedi. Çünkü kendilerini kovan Vietnam’ı, sonradan fason imalatçı yaptılar. Şimdi de gümrük tarife artışlarıyla hizaya getirmek istiyor Trump onları. Oysa yakın geçmişini, bağımsızlık azmini unutmayan ve artık dünya ticaretini de öğrenmiş olan Vietnam, pes bile etmiyor yine.

***

Trump’ın yeni dönemini fırsat gibi gören ülkeler de var elbette. Kartların yeniden karıldığı ve yeni bir paylaşım imkanı olacağını düşünüyorlar. Başkalarının felaketi onların kazancı olacak akıları sıra. O nedenle dünü unutup bugünün nimetlerine el uzatıyorlar. Tamam da mesela Obama döneminde açık destek verilen FETÖ belası nasıl unutulur acaba ülkemizde?

Yine dünün HTŞ lideri teröristinin bugün Suriye devlet başkanı ve muteber adam olması, ABD’nin affına uğraması ve peşlerine takılıp kalıcı olmaya uğraşması nasıl görmezden gelinir? Netanyahu’nun kendi ülkesinde dışlanıp nefret edilen bir figür olmasına rağmen, ısrarla Gazze’yi bombalayıp kan dökmeye devam etmesi nasıl anlaşılabilir olur?

Türkiye’de de Trump dönemini şans olarak görenlerin ufku da değişiverdi aslında. Kürtlere bakış açısı bir anda değişen liderler bile var. “Eşit yurttaşlık” gelmiş akıllarına nihayet ama ne karşılığında olduğunu halka anlatamıyorlar. Fırsat güneşi dağın ardından doğmaya başlanınca, türev politikalar da sökün eder. Hele de Ortadoğu denilen bu coğrafyada. Kimi ömür boyu başta kalmaya, kimi tarihe başka türlü geçmeye, kimi sistemi değiştirmeye niyetlenir böyle zamanlarda. Bu amaçla hukuku rafa kaldırmakta, siyasi rakibi içeri tıkıp mümkünse bir daha çıkartmamakta bile sakınca görülmez. Geleceği kendine göre belirleme hayali her türlü değere üstün gelir. “Zaten tüm dünyada demokrasinin rafa kalktığı, otokrat liderler sayesinde sorunların üstesinden gelme eğiliminin arttığı ve bizde de böyle olması gerektiği” dillendirilmeye başlanır.

“Çobanın arkasında toplan, seni kurtlardan korumasını dile ve ne istiyorsa ver ona” deniyor günümüzde. Kurtuluşu bu formülde gören milyonlar var. İşte o insanların her birine, yukarda andığım şu fotoğrafa hiç olmazsa bir kere bakmalarını tavsiye ederim. Vietnam o kadar sevmiş ki, bağımsızlığa giden yolu anımsatan o anıyı posta pulu bile yapmış. Dünyanın zalime ve kendini muktedir görene kalmadığını hatırlatmış.

Elbette insan türü de bir zaman gelip, sürü olmadığını ve ortak sorunların çoban sayesinde aşılamayacağını görecek. Çözümün sadece ortak ve dayanışmacı çabalar sayesinde geleceğini de anlayacak. Herkes düşünmeli bunun üzerinde ve nasıl adım atacağını da sonra belirlemeli. Trump bir hedef çizdi diye, hemen ona uygun yollara girmeye kalkmanın, başkasının peşine takılmanın anlamı yok. Trump elbette dikkate alınmalı ama onun icazetiyle de yol yürünmeyeceği unutulmamalı. Çünkü keser de sap da yarın dönecek mutlaka.

Muhabir: KUBİLAY S. ÖZTÜRK