2026’ya girerken, sadece ülkemizdeki ekonomik ve siyasi sorunlara odaklanarak, gelecekle ilgili bir saptama yapamayacağımız açıkça görülüyor. Tarihin öyle bir anından geçiyoruz ki, ülkemizle aynı anda dünyaya, bölgemize ve komşu ülkelerdeki gelişmelere de bakmaya mecburuz. Zamanın ruhu bunu gerektiriyor. Çünkü çok yönlü değerlendirmezsek bütün bu gelişmeleri, yaşanacak süreçleri anlamak ve geleceği kestirebilmek de mümkün olmayacak bizim için. Dünyada yeni bir sayfa açılmaya çalışılıyor malum. ABD’nin 2010’da “Arap Baharı” diyerek başlattığı ve kanlı iktidar değişiklikleri, savaş ve iç savaşlarla ilerleyen süreç, Trump ile bir başka boyuta sıçrayarak bir yeniden paylaşım mücadelesine dönüştü. Bu çerçevedeki yoğun gelişmeler, elbette bölgemizde de öne çıkıyor.


***

Önce kuzey komşularımızda devam eden gelişmelere bakalım isterseniz. Ağır bir savaş yok artık orada. Çünkü son bir yıldır, Ukrayna batıdan talep ettiği kadar silah, mühimmat desteği alamıyor. Hava gücü de olmadığı için Rusya’ya sadece can yakan dron saldırıları yapıyor ama misliyle de karşılık alıyor. Öyle ki, sayısı binleri geçen o dron akınlarında bazı “şaşıran dronlar” peş peşe ülkemizin topraklarına bile düşüyor. Tek faktör bu değil tabii. ABD de artık, Rusya ile anlaşarak bu savaşı durduracağını açıkça ilan etmiş bulunuyor. Zira oradaki ateş sürdükçe, asıl hedeflerinden uzaklaşmak zorunda kalacağını görüyor.

İran’ı dize getirmek ve bu amaçla Rusya’yı “kısmen tarafsız” kalmaya zorlamak varken, sürekli para emen Ukrayna savaşıyla oyalanmak istemiyor. Üstelik Avrupalı dostlarına da “askeri giderleri azaltacağım, artık kendi kendiniz koruyun” diyor. Ukrayna’ya savaş desteği vermeyi kesip bu yeni tarza uymalarını ısrarla istiyor. Yine de Ukrayna’daki yaraları sarmak, halkın bu kışı donmadan geçirmesini sağlamak da bir zorunluluk. AB bunun için 90 milyar Euro yardım kararı aldı ama bunu el koyduğu Rusya varlıklarından karşılamaya kalktı. Tabii başaramadı, zira Putin anında tepki gösterdi Avrupa’ya. Öz kaynaklarından karşılamak zorunda kaldılar o desteği.


***

Bütün bunlar yan yana gelince, bu savaşta şimdi Ukrayna geri çekiliyor, saldırı yapamıyor, Rusya da adım adım ilerliyor. Neredeyse kendi dayattığı sınırlara da geldi zaten. Bu yüzden dört yıldır süren savaşın sona ermesi, bugün daha olası ve gerçekçi görünmeye başladı. Artık kalıcı anlaşmanın büyük ölçüde Rusya’nın istekleri doğrultusunda gerçekleşeceği de anlaşılıyor. 28 Aralık’ta Zelenski ABD’ne Trump’la görüşecek. Aralarında fikir birliği sağlanan bir metin üzerinde, nihai görüşmeyi yapacakları açıklandı. Savaşın bitmesi, kan akmaması, can kaybı olmaması ebette çok güzel. Fakat Ukrayna’nın savaşta şimdiye kadar yitirdiklerinin üzerine, bir de aldığı yardımlar karşılığında batıya büyük bedeller ödemek zorunda kalacağı görülüyor. Türkiye ise her iki ülkeyle de diyalog içinde olması nedeniyle, savaştan sonra da, yeniden inşa döneminde de kendisine ihtiyaç duyulacak bir konumda.


***

Güneyimizde ise işler biraz daha karışık. Gazze’de bunca soykırım ve katliam sonrasında bir “ateşkes” var şu günlerde. Fakat bu her gün bombardıman ve çocuk ölümleriyle devam eden garip bir ateşkes! Bununla da yetinmiyor İsrail ve ABD’nin planına uygun olarak komşularına yönelik yayılma siyasetine devam ediyor. Golan Tepeleri başta olmak üzere Suriye, Lübnan, Irak, İran, Yemen ve hatta en son “Somaliland” örneğinde olduğu üzere Afrika Boynuzu’na kadar etkisini ve şiddetini arttırmaya çalışıyor. Trump’ın Ortadoğu Projesi (TOP) adım adım ve İsrail için ilerliyor. Nihayetinde bu ikilinin İran’la kapışması da kaçınılmaz görülüyor. Rusya zaten bu nedenle Ukrayna’dan bir miktar kazançlı çıkartılıp, karşılığında Ortadoğu’da bütün paylaşımın dışında bırakılmaya çalışılıyor.


***

Fakat bu gelişmelerin önünde bir de Türkiye faktörü var elbette. Bunun ayrılmaz uzantısı ise Suriye. O nedenle içerideki “Terörsüz Türkiye” sürecinin akıbeti çok önemli. Silah bırakan ve kendisini feshettiğini açıklayan PKK kadar, komşudaki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) için ulusal entegrasyon sürecinin ne olacağı da çok önemli. Bunlar birbirine yakından bağlı ve keskin ince bir çizgi üzerinde yol alınıyor. Nitekim düne kadar M. Abdi bütünleşme işinin olumlu sonuçlara ilerlediğini ifade ederken, dün aniden A. Şara görüşmelerin kesildiğini açıklayıverdi.

Bunun üzerine Humus’ta Alevilerin gittiği bir camiye bombalı saldırı düzenlendi, 10 kişi hayatını kaybetti. Gerçi bunu iktidardaki Heyet Tahrir-eş Şam’dan (HTŞ) Şubat’ta ayrılan bir örgüt üstlendi ama SDG ile Şam yönetimine bağlı milisler de Halep’te çatışmalara başladılar hemen. O bölgenin bir kısmı SDG’nin elinde ve çatışmalar Tişrin Barajı’na doğru ilerlerse Suriye Ordusu ile Kürt güçlerinin ağır silahlarla yoğun bir savaşa girişmeleri de kaçınılmaz görünüyor.

Özetle Suriye bir anda pimi çekilmiş bir bombaya dönüştü tekrar ve oradaki dengeyi İsrail lehine çevirebilmek, ancak ulus devlet yerine, federe bir yapıyı kabul etmekle mümkün olacak gibi görünüyor. A. Şara ve Türkiye ise buna pek razı değiller bilindiği üzere. ABD’nin bölge valisi konumundaki T. Barack’ın açıklamaları ise durumu zamana yayarak çözmek yönünde. Bu nedenle de IŞİD tekrar “güncellendi” muhtemelen ve dünyanın çeşitli yerlerinde sivillere yönelik saldırılarını arttırdı. Dolayısıyla, SDG’nin Suriye’deki IŞİD unsurları ve ailelerini sınırlı bir bölgede kontrol halinde tutmasının ne kadar önemli olduğu tezi de, tekrar dile getirilmeye başlandı.


***

Anlaşılan o ki, Ortadoğu’da “barış” Suriye düğümünün çözülmesine, bunun sağlanması da SDG ile Şam’ın anlaşmasına yakından bağlı. Rusya bölgede devre dışı kaldığına göre, bu çok bilinmeyenli denklemi ABD’nin, daha doğrusu Trump’ın çözmesi bekleniyor. ABD’nin İsrail tavrı ise başından beri belli ve Netanyahu da 29 Aralık’ta Trump’ı ziyaret edecek. Ancak bu çerçevede Trump’ın Türkiye’yi de ikna edecek bir çözümü nasıl bulacağı gerçekten merak konusu. Üstelik bu denklemin, ABD tarafından İsrail lehine olacak şekilde ve doğudaki komşumuz İran’la savaşılarak çözüme kavuşturulmak isteneceği de ortada. Yıllardan beri, bu ittifakının öncelikli amacı İran’ı bölüp etkisiz hale getirmek zaten.

Gelelim batıdaki komşumuz Yunanistan’ın durumuna. Onlar da İsrail ve Güney Kıbrıs’la savunma işbirliği yapmak ve şu andaki askeri hava üstünlüğünü kalıcı hale getirmek istiyor. Akdeniz ve Ege’deki hakimiyet sahalarında meydana gelen gelişmeleri, Azerbaycan’ın da İsrail ve Ermenistan’la birlikte ABD planı içinde yer almayı tercih etmesi gibi diğer faktörleri de ayrıca dikkate almak lazım sanırım.


***

Toparlarsak, ülkemiz içinde yer aldığı bölgede böyle bir kurt kapanının tam da ortasında giriyor 2026’ya. Üstelik iktidar, Trump’ın seçilmesinden çok daha önce tercihini ABD ve NATO’dan yana yaptığını da ilan etmişti. AB’nin zaten adı bile anılmıyor bu koşullarda, onlar zoraki ABD yandaşı olmak durumundalar şimdi. Yani ülkemiz açısından kritik bir durum oluştu. Çok taraflı olmayan, Rusya ve Çin faktörlerini hiç dikkate almayan, İran’a karşı dostane yaklaşımlar içermeyen bir tercihin içindeyiz şu anda.

Neredeyse ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ne tam uyumla davranıldığı sürece de, Trump’ın dayatmalarına karşı bir koruyucu kalkanımız bile kalmayacak. Bugün artık Ortadoğu’da oyalanmak istemiyor ABD, nihai hedefi ise Çin. Oyun planını da, bu hedefine varacağı yoldaki taşları temizleme doğrultusunda kuruyor. Bu durumda İsrail ile Türkiye’nin de çatışmayıp, yanında olmasını isteyeceği çok açık değil mi? Peki bu nasıl olacak? Türkiye vaktiyle, Irak’ta bir Kürt özerkliğini Nakşibendi olmaları nedeniyle kabul etmişti. Şimdi, Suriye’de nasıl bir Kürt özerkliğine olur diyecek acaba? Kıbrıs’tan askerini çekmeye, belki İran’a karşı savaşmaya da razı olacak mı ABD’nin istediği gibi? Bunları yapmadan İsrail-ABD ittifakıyla dost olması mümkün olabilir mi?


***

Manzara bu, evet Türkiye dış politikada stratejik bir konumda. AKP de bunun son derece farkında zaten. Bu nedenle aradan sıyrılarak ilerleyip, daha sonra da ekonomik konuları hallederek bir sonuca varmak istiyor. Bunun için de Terörsüz Türkiye, Anayasa değişikliği süreciyle ilgilendiği kadar, muhalefeti baskılayarak yol almaya devam edeceği görülüyor. Belki bu baskılar daha da artabilir gelen günlerde. İktidar bütün bunları yaparsa, belki gönlünden geçen sistem değişimini tamamlayacağını da düşünüyor olabilir.

Yani demokrasi ve hukukun ülkemizdeki cari durumu, Yeni Türkiye’nin yeni normali olacak artık. Peki ekonomi? Mehmet Şimşek yeni yılı aşabilmek için, yine krizin çözümünü ücretli ve emeklinin üzerine yıkma stratejisini devam ettirdi. Muhtemelen 2026 sonunda, kendisine göre yeni bir finansal denge de kurmuş olacak bunca fakirliğin üstüne. Merkez Bankası’nda ise rezervler en üst noktaya varmış bulunuyor. Bu durumda 2027’de piyasaya para pompalamak, emekli ve asgari ücretliye, memura ve işçiye bir refah parantezi açmak istendiği de ortada. Çünkü şu andaki anketler CHP ile AKP arasında biraz fark gösteriyor ama bu sıralanan adımlar atılırsa kararsız seçmeni etkileyip, bir tercih değişimi yaratmanın da son derece mümkün olduğunu düşünüyor iktidar.

Buna bir de ana muhalefetin adayının daha 3 ay sonra yargı karşısına çıkartılacağını ve bu sürecin yılarca devam edeceğini, diğer adaylar için de hukukun devreye sokulabileceğini, YSK’da yönetim değişikliğini de eklersek, ana muhalefeti çok zor günler bekliyor açıkçası. Dışarıdaki süreçten yararlanarak yeni fırsatlar yaratmak, ekonomide bir bahar esinti sağlamak ve çeşitli algı politikalarıyla bir 5 sene daha seçmen tercihini almak yönünde bir iktidar projesi var. Muhalefet ise dünyada şu anda pek de kimsenin dikkate almadığı hak, hukuk, adalet ve toplumsal dayanışma kavramları üzerinden ama tarım ve ekonomiyi de önemseyen bir proje koyuyor seçmenin önüne. Bakalım galip gelen hangisi olacak?


***

Dünyada dengeler sarsılıp da bir “yeni düzen” kurulmadan, bölgede ve ülkemizde de gelecek kurma yönündeki tercihlerin belirlenmesi elbette çok zor. Bunu kavramak ve bu istikrarsızlık içinde doğru bir yön bulmak ise yaşamsal bir değer taşıyor. O nedenle, çok sabırlı, uyanık ve mücadeleci olmaktan başka şansı var mı Türkiye’nin? Masa kuran, dağıtır da. Anayasa işi garanti olmazsa, ittifaklar da sonlanır, ortaklıklar da biter. Önemli olan, geçmiş tecrübelerden ders çıkartıp, geleceğe “biz” diye bakabilmektir. Zorlanır belki Türkiye ama bunları da atlatır.

Muhabir: KUBİLAY S. ÖZTÜRK