KUBİLAY S. ÖZTÜRK
Son yıllarda nereyi tutsa vatandaş elinde kalıyor, hangi yana baksa yeni bir sıkıntı görüyor. Hazine ve Maliye Bakanı hala ümitli açıklamalar yapmaya devam etse de, her gün biraz daha fakirleştiğinin farkında mesela vatandaş. Yüksek faize razı olup Mehmet Şimşek
19 Mart’taki İmamoğlu operasyonundan sonra Merkez Bankası rezervinin 60 milyar dolar erimesi gerçekten trajik bir durum. Alınan borçların faizi hala vatandaş sırtında ama ortada para kalmadı. Yönetene güven sarsılınca, dövize talebin artması da kaçınılmaz oluyor. Üstelik sürekli yükselen enflasyona karşı, çok uzun zamandır sadece döviz çıpası kullanılıyor. Sonuçta mecburen sıcak para arayışlarına devam ediliyor ve faizler de giderek artış gösteriyor.
VATANDAŞ EKONOMİ POLİTİKALARINA GÜVENMİYOR
Pahalılık mesela en büyük derdi oldu vatandaşın. TÜİK enflasyon sonuçları bile Nisan’da % 3 çıktı ve ilk dört aylık enflasyon % 13.36’ya ulaştı. ENAG ise bunu % 21.43 olarak hesaplıyor. Hal böyle olunca, yılsonu enflasyonunun % 20-25 olmasını da artık hiç kimse beklemiyor. Fakat Ocak’ta sözüm ona güncellenen memur, emekli ve asgari ücretlilerin geliri de eriyiverdi. Kim ne satın alıp tüketebilecek bu durumda? Hangi üretici tarlada veya tezgahta nasıl üretim yapabilecek? Sanayici bile ağlıyor artık. Uygulanan ekonomi politikasına güven duyan kalmadı neredeyse.
SAĞLIK SİSTEMİ: ÖZEL HASTANELERE MÜŞTERİ SAĞLAYAN YAPI
Sağlık alanında da ciddi sıkıntılar var. Aile Hekimliği Sistemi doktorları ve çalışanları çok bunalmış durumdalar. Vatandaş ise hastanelerden randevu almakta zorlanıyor. Pek çok branşın hekim randevuları sürekli dolu. Yedeğe yazılanlar ise çağrılırlarsa eğer, yarış yapar gibi koşup yetişmeleri isteniyor. Yaşlılar, bağışıklık sistemi zayıf olanlar ve özellikle de kanser hastaları çok çile çekiyor hastanelerde.
Tahlil, tetkik, çekim gibi işlemler için randevular da çok ileri tarihlere veriliyor. Vatandaş bu nedenle büyük kentlerdeki hastanelerine yöneliyor. Sonuçta mevcut sağlık sistemi bu yükü kaldıramıyor, tesisler ve personel de yetmiyor. Kamusal sağlık hizmetleri sorunlarla dolu bu işleyişiyle, özel hastanelere yeni müşteriler sağlayan bir yapıya dönüyor.
YAŞLI BAKIMI BÜYÜK SORUN!
Doğum oranları da düşüyor. Bunun temel nedeni ekonomik kriz ve gelecek kaygısı elbette. Doğumların azalmasıyla nüfus da azalmıyor ama gözle görülür bir şekilde yaşlı sayısında artış oluyor. Artık yaşlı nüfusu çoğalıyor ülkemizin. Bu durum sosyal güvenlik sisteminin çalışan/emekli dengesini bozuyor. Ayrıca yaşlı nüfusa bakımevi ve huzurevi ihtiyacı da artıyor. Devlet ne yazık ki o konuda da yatırım yapmak istemiyor, aksine bazı kurumların var olan tesisleri bile kapanıyor. Sonuçta yaşlı bakımı konusu da hızla özel şirketlere kaydırılıyor.
SUÇ VE SUÇLU SAYISINDA ARTIŞ
Güvenlik güçleri de dertli ülkemizde. Zira yaşanan siyasi ve ekonomik krizler hem suç oranlarını arttırıyor, hem de toplumsal ahlakı çökertiyor. Polis, jandarma ve bekçiler artan suçlara ve suçluları yakalamaya yetişemiyor. Bu kesimdeki kamu personelinin bir başka sıkıntısı da, yakaladıkları suçluların kısa bir süre sonra salıverildiğini görmek. Zira cezaevleri çok dolu ülkemizde, kapasite yeterli değil. Üstelik bizdeki bu suç ve suçlu artışı yetmezmiş gibi, geçtiğimiz yıllarda her döviz getiren yabancıya yurttaşlık verme politikası yüzünden, ülkeye giren çok sayıdaki uluslararası suçluyu da şimdi defetmek için büyük çaba gösterildiğini eklemek gerek. Yasa dışı bahis ve kumar da ülkemiz için önemli bir sorun olmuş durumda. Daha da ilginci, ülkemizde FETÖ operasyonları yapılıyor hala. Bir bitemedi bunlar. Oysa genç teğmenler, Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde kılıçlı subay andı yaptılar diye disipline sevk edilip, kısa sürede ihraç edildiler bile. Hatta o günlerde konu tartışılırken, kendisi de emekli bir subay olan ve diğer emekli arkadaşlarına bir protesto yapmayı sadece teklif eden CHP Genel Başkan Yardımcısı’na, 3 yıl hapis talebiyle dava açılabiliyor. “Protesto hakkını kullanmayı teklif etme” diye bir suç olabilir mi? Göreceğiz bakalım.
ADALET CEPHESİNDE DURUM VAHİM
Vatandaşlar her kademe mahkemelerin durumundan da memnun değiller. Sanırım hakim ve savcıları da sıkıntılıdır o mahkemelerin. Zira davalı ve davacı sayısı çok fazla, mahkemelerin sonuçlanması da uzun zaman alıyor. Geç gelen adalet ise, adil olmaktan uzaklaşıyor. Üstelik kararlar tartışılır hale geliyor, bazen de anlaşılamıyor. Mesela 2020’de Muğla’da öldürülen bir üniversite öğrencisi kadın için verilen cezayı az bulan ve arttırılmasını isteyen ailesinin talebi Yargıtay’da incelenip somut verilere rağmen reddedildi.
Oysa Adli Tıp Raporu o kadının bıçaklandıktan sonra daha can vermeden yakıldığını ve betona gömüldüğünü açıkça belgeliyordu. Buna rağmen katili için “canavarca his yoktur, sanık haksız tahrikten faydalanmalıdır” sonucuna varıldı. Böyle kararlar kamu vicdanını ziyadesiyle yaralıyor. Heyet değişiklikleri, hangi sonuçlara yol açıyor diye düşünüyor vatandaşlar. “Narin davasında” bile, hala cinayet sebebini ve katili öğrenememiş olmak, toplumda hukuka olan inancı zayıflatıyor.
22 YIL ÖNCESİ İÇİN İŞLEM YAPILAMIYOR AMA 31 YIL ÖNCESİ İÇİN YAPILABİLİYOR!
Üniversiteler zaten epeyce dertliler ama şimdi artık eski yatay geçiş konuları bile deşiliyor. Mesela 2002’de Kara Harp Okulu komutanı olan Hulusi Akar’ın, ABD’nde biyoloji okuyan kızı yurda dönünce bir Tıp Fakültesine kabul edilip 2009’da doktor olarak çıkmış ve halen de mesleğini yapıyor. Bir yurttaş bu durumu hatırlayıp, tam da Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edildiği 18 Mart günü durumu CİMER’e soruyor. Verilen yanıtta “22 yıl öncesi için işlem yapılamayacağı” belirtiliyor. Fakat CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ilan etmeye hazırlandığı E. İmamoğlu’nun, alan değişikliği bile yapmadığı halde yatay geçişi uygun görülmüyor ve 31 yıl önce hak kazandığı diploması iptal edilebiliyor? Hatta üniversitenin veri tabanından siliniyor. Hulusi Akar ise milletvekili halen ve durumu izlemekle yetiniyor, böyle konularla ilgili bir kanun teklifi bile önermiyor.
KİM BİLİR DAHA NELER GÖRECEĞİZ!
Artan işsizlik, gelecek kaygısı, laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşılması falan deyip de iyice uzatmayacağım. İçerideki reel durumu görmek için bunlar yeterli sanırım. Fakat bütün sıraladıklarıma rağmen “artık görülmedik hiçbir şey kalmadı” da diyemiyor hiç kimse değil mi? Aksine “kim bilir daha neler olacak?” diyor. Cumhurbaşkanlığı adaylık rekabetinde, diploma iptaliyle başlayıp tutuklama dalgalarıyla devam edilmesi halini kamu vicdanı kabul etmiyor. Hala turpun büyüğü de ortaya çıkartılamadığı ve kanıt diye yazılanlar halkı ikna edemediği halde, bu tür siyasete hala vites yükselterek devam ediliyor. Eşlere dahi dil uzatılıyor, orantısız bir şiddetle gençler gözaltına alınıyor, hatta tutuklu genç sayısı sürekli artıyor. Sonunda iktidar “telef” ifadesini siyaset diline sokup “el yükseltince”, bir meczup veya kullanışlı bir aparat da çıkıyor ortaya ve Ö. Özel’e saldırabiliyor. Önceden eylemini planladığı çok belli o kişinin. Peki birileri korku mu salmak istiyor, “sana bile dokunuruz” mu diyor, orası tam belli değil. Gerilimin daha fazla artmasına ülkenin, ekonominin ve vatandaşın tahammülü olmadığı ise ortada. Zaten tam anlamıyla bir yönetememe sorunu yaşıyor ülke.
ERKEN SEÇİM
Bütün bunları yok sayarak 2028’e kadar yönetimde kalabilir mi iktidar? Aradaki sürede ekonomiyi düzeltip, ortalığa para saçarak tüm bu sorunları yok etmek de mümkün değil. Bu durumda yapılması gereken, iktidarı yenilemek, yani seçime gitmek olmalıdır. Fakat bu gerçeği yok sayıp, şu ya da bu ülkenin veya liderinin desteğiyle, otoriter bir yönetim modelini dayatmaya kalkmak, seçimleri sadece göstermelik seviyeye indirmek temelsiz bir yaklaşım. Mevcut kurum ve kuruluşların tek kişiye bağlanmasıyla yetinmeyip, seçimlere ve adaylara müdahale edilerek halkın iradesine karışılabilir mi?
Son aylarda bu yönde atılan adımlar, her şeyin göze alındığı izlenimi verse bile içeride bunu destekleyen yok. Aksine vatandaş istemiyor bunu. Zira ülkemizde seçimle iktidarı değiştirme geleneği var. Sandığı önemseyen, seçim hakkının önemli olduğuna inanan bir vatandaş kitlesi var. Bu görmezden gelinemez. İçeride vatandaş destek vermiyorken, sadece dış desteklere ve uluslararası duruma güvenerek sistemi daha otoriter bir noktaya çekmeye kimsenin gücü yetmez. O nedenle böyle bir heves, büyük dertler açar ülkemizin başına. AKP seçmen desteğinin zayıfladığı her dönemi, yeni ortaklar bularak veya muhalefeti bölerek seçimleri çevirdi. Fakat şimdi DEM partinin seçmenini, mesela HÜDAPAR seçmeniyle de karıştırmamak lazım.
Ülkeyi bunca sorunlu bir hale getirdikten sonra, iktidarın o sandıktan bir daha çıkmayı beklemesi yanlış hesaptır. Sadece “uluslararası yeni imkanlar” söylemi yeterli olamaz artık seçim kazanmaya. Denenmişi denemek istemiyor vatandaş. Onları yok sayıp, dış desteğe umut bağlamak çaresizlik belirtisidir sadece.