KÖRFEZ’DE MİSİN ABİ?

Ş. TARIK SÜRMELİOĞLU

 

NE zaman bir eş, dost, arkadaş, akraba falan arasa..

“Ne var ne yok” faslından sonra..

“Körfez’de misin” diye sorar!

Körfez’de olmam gerekiyormuş hissine kapılırım.

Bazen kızarım: “Niye herkes bu soruyu soruyor?”

Öyle zannediyorlar da ondan.

Üç beş sene kiralık bir evimiz vardı; gittik geldik ya.

Hani yaz sezonunda cümle Balıkesirli’nin yaptığı gibi.

Kimileyin uzun kalmışlığım oldu; on  – on beş gün dönmedim Balıkesir’e.

Kışın bile beni orada zannedenler var!

Yazlık evin sahibi bile yedi yirmi dört orada yaşadığımı düşünüyordu. Defalarca anlattım, “ben merkezde oturuyorum, hafta sonları gidip geliyorum”; anlamadı.

Geçen sene Nisan’da boşalttık orayı. Körfez’de gidip kalacak yerimiz yok yani.

Merkezdeyiz.

Hem zaten öyle sıkılmışız ki oralardan, gitmek aklıma bile gelmiyor.

Hele de bugünlerde.

 

***

BALIKESİR yazlıkçıdır. Okullar kapanır kapanmaz soluğu Körfez’de alır bizim hemşolar.

Anneler, çocuklar, büyükanneler, büyükbabalar, halalar, teyzeler, eltiler, ahretlikler falan.

Cümbür cemaat.

Sezon bitene kadar oradadırlar.

Evin reisi cumadan kaçar, pazar gece döner.

Şimdilerde ortalıkta pek görmediğimiz duayen Avukat abimiz Cenkhan Sandıkçıoğlu bu durumu ‘ineklik’ olarak yorumlar. Kendisi de yazlıkçıdır bu arada.

Sabah erkenden damdan dışarı salarsın inekleri, çayır çimende otlanır. Çoban lazım değildir.

Akşam döneceği yeri bilir; memeleri sütle doldurunca yaşadığı dama geri döner.

Yazlıkçıların durumunu buna benzetir Sandıkçıoğlu. Biraz kaba ama, Balıkesir’in yazlıkçı taifesine cuk oturuyor.

 

***

HELE DE bugünlerde dedik ya.

Çekilir mi oralar?

Önceki yılların bayramlarından biliriz.

Normalde, herkesin herkesi selamladığı, yani herkesin az çok tanışık olduğu bir Körfez.

Yüzde sekseni Balıkesirli çünkü. Kış döneminde Millikuvvetler’de, Anafartalar’da selamlaşırlar; yazın Altınoluk sahilinde!

Bayram girdi mi araya, İstanbullular abanır sahile. Dağ taş otuz dört!

Plajda havlu serecek yer yoktur.

Şemsiye ve şezlong cehennemidir ortalık.

İyot kokusunun yerini deniz kremlerinin kokusu alır; sahil bronzlaşmak için sere serpe uzanan tatilcilerle doludur. “Anneeee, babaaaa” diye bağıran çocuk korosu kulakların ebesini…

Şezlong kavgaları yaşanır.

Tatilcilerle yazlıkçıların bitmeyen kavgasıdır bu.

Yazlıkçı, oraların sahibi zanneder kendini.. Şezlongu, şemsiyesi sahile zincirler; “burası benim” der.

Tatilci atarlanır haklı olarak.

Nüfus sekiz on katına çıkar.

Bu durumda aklınıza şu soru takılır:

“Hepsi aynı anda sıçıp sifonu çekse…”

Arıtmalar dayanmaz.

..ki dayanmıyor zaten, bayram tatilcilerinin akınıyla birlikte ortalığı lağım kokuları kaplıyor.

Öyle kırk bin kişilik, seksen bin kişilik ek arıtmalar falan hava civa yani.

 

***

BİZİM buralar, orta halli yerli turistlerin tercihi olur hep. Zenginler Güney’e iner.

Az harcayan yerli turistin bıraktığıyla mutlanır işletmeci milleti.

Ama zenginine yoksuluna bakmaz, acımadan üçe beşe katlar fiyatı.

Eh, sezon kısadır.. İki buçuk üç aylık sezonda ne kazandıysan kazandın, kışın onu yiyeceksin çünkü.

Dandik plastik şezlonga otel parası verirsin.. İçtiğin küçük pet şişe su bakkalda elli kuruş, kafede beş lira. Allah’tan lüks beach cluplar falan pek yok da, iki lahmacuna sekiz yüz lira hesap haberleri olmuyor bizim buralarda.

Ama yine de pahalıdır.

Onca kalabalık; karnını doyuracak, eğlenecek, içecek, yatacak, kalkacak, denize girecek, arabasını park edecek.. Sezonu iyi değerlendirmek lazım.

Hem zaten bizim buralardaki ‘kazıkçılık’ sayılmaz..

Sezon öyle gerektiriyor!

Akçay’da, Altınoluk’ta umduğunu bulamadın, “bir de Ayvalık tarafına bakalım” dedin meselâ..

Orası Ayvalık, özellikli yer.. Lağım kokar her tarafı falan ama, sonuçta Ayvalık yani. Edremit tarafındaki fiyat anında ikiye üçe katlanır. O karmaşanın, kalabalığın içinde Cunda’da bir restoranda oturacak masa bulabildiysen, ödeyeceğin hesaba itiraz etmeyeceksin. Şanslısın çünkü!

‘Müşteri velinimet’ olmaz bu sezonda; mekanlar velinimettir müşteri için.

İşletmeci milleti de bunun böyle olduğunu burnuna soka soka anlatır zaten.

 

***

TRAFİĞİ anlatalım mı?

Bayram tatilinde Altınoluk’tan Akçay’a neden gidilir?

Hani öyle ahım şahım bir numarası yok, anayolun üst tarafı benzinlik, AVM, mobilyacı, inşaatçı falan.

Alt tarafı beton. Bir tek kordonu var, zaten bugünlerde yürüyemezsin. Sahilde boş bir bank bulup oturmanın hayalini bile kurmayacaksın; geçtik kafeleri, barları, restoranları.

Ama bu millet çoluk çocuk arabaya atlar, Altınoluk’tan Akçay’a gazlar.

Trafik kilittir. Yeşil dalga falan derler, hep yeşilde gidersin masalı.. Bir yeşil bir kırmızı, bir yeşil bir kırmızı.. Trafik ilerlemez. On dakikalık yolu iki saatte alırsın; arabada mutlaka klimadan rahatsız olan biri vardır, o sıcakta, trafikte, cayır cayır yanar, vıcık vıcık terlersin, klimayı çalıştıramazsın.

Hele bir de iki araç birbirine dokunduysa, sürttüyse falan, yandın.. Şeridin biri tıkanır, diğer şeride geçmek için arkadaki yüzlerce aracın geçmesini beklersin. Biri de insafa gelip “buyur geç” demez yani.. Herkes egoist, herkes bencil!

İşte haberlerde dinlediniz; Akçay tarafında trafik tamamen durmuş. İçeriye araç girişi yasaklanmış.

Park edecek yer yok, Akçay’a giremiyorsun, gerisin geri dön. O trafik keşmekeşini bir daha yaşa.

Tatile bakar mısınız?!

 

***

MADEM sahil tarafında yaşam alanı kalmamış, tepelere çıkalım derseniz..

Bir iki iyi mekan dışında, bir şeyler yiyip içecek, keyifli bir gece geçirecek yer bulamazsınız.

İyi mekanlar doludur zaten.. Salaş olanlar da dolmuştur.

Markete gidin, bisküvi, çikulata, içecek miçecek  falan doldurun çantaya; çaktırmadan gidin otel odanızda yiyin için diyeceğim ama.. Böyle anlarda market tedarikçileri mal yetiştiremez, raflar boşalır, aradığını bulamazsın, ağlarsın.

“Tatile geldik, rakı balık yapmadan dönmeyiz” diyorsanız.. Çiftlik çipurasına talim edersiniz, tadı tuzu olmayan balığa dünyanın parasını ödersiniz.. Rakıya biçilen restoran fiyatı zaten dudak uçuklatır; gece boyunca ödeyeceğiniz kallavi faturayı düşünmekten eğlenmeye fırsat bulamazsınız.

 

***

ULEN böyle tatil mi olur, eziyet bu, işkence.. Mazoşist misiniz yoksa?

Sıfır eğlence, sıfır dinlence, çok harcama.

Evet evet, harcarsınız bol keseden belki ama, eğlence yoktur işin içinde. Çünkü bizim Körfez’de eğlence kültürü yoktur. Herhangi bir barda bağıra bağıra şarkı söyleyen adamları kadınları dinlemek, her akor basanın gitarist kabul edildiği o ortamda enstrümanlara eziyet eden adamları izlemek eğlence midir? Ya da otuz sene öncesinden kalma lunapark oyuncaklarına binmek falan.

Başka da bir eğlence ortamı olmaz zaten.. Kuyrukta beklemeye razıysan, külaha koydurduğun iki top dondurmayı yalar, parmak arası terliklerini sürte sürte dolanırsın. Haşlanmış mısır da var…

Acayip eğlenirsin yani!..

 

***

DAHA nesini anlatayım.. Böyle tatil olmaz, böyle dinlenmek olmaz.

Burnun, omuzların, baldırların falan kızarmıştır güneşten.. Onunla avunursun.

Hani dönüşte kızarık halini görenler konuşur hemen: “Oooo, tatile gitmişsin…”

İşte  ne bileyim, havan olur, ten rengi hafif kahverengiye falan döndüyse bir de.. Tatilin dibine vurmuş gibi görünürsün. Yeter zaten.

 

***

SON kertede hatırlatmış olayım..

Beni arayıp soran arkadaşlar “Körfez’de misin Abi” diye sormasınlar.

Değilim. Merkezdeyim. Evimdeyim. İşyerindeyim.

Beklerim.

 

Exit mobile version