İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ

AHMET SERT

 

Başlığa bakınca Charles Dickens’in Londra ve Paris’ten insan hikâyeleri anlattığı meşhur romanı “İki Şehrin Hikâyesi” gelmesin hemen aklınıza…

Mevzumuz daha yerel ve bize ait…

 

Yaklaşık on gündür şehir dışındaydım bazı işlerim yüzünden…

Edirne’de üniversite tahsili yapan kızımız dolayısıyla iki yıldır yılın birkaç gününü Edirne’de geçirmek rutinimiz haline geldi.

Haliyle; gördüğü, zaman geçirdiği yerlerle yaşadığı şehrin kıyasını yapıyor insan ister istemez…

Gerçi bizdeki bazı ”kraldan çok kralcıların, partipererestlerin” hoşuna gitmiyor böyle kıyaslamalar ama olsun; doğru bildiğimiz yoldan dönecek değiliz.

Edirne merkezi bizim yarımız kadar…

Yani Karesi ya da Altıeylül ilçelerimiz büyüklüğünde…

 

İyi olduğumuz taraflar da geride olduğumuz ve örnek almamız gereken konular da bir hayli fazla…

Öncelikle rahat ve eğlenceli insanların şehri Edirne…

Bizim şehrimiz daha resmi, asık suratlı, ciddi…

Hal böyle olunca bu durumun yansımasını kasvet, ciddiyet olarak görüyorsunuz her yerde, her alanda…

Edirne tam anlamıyla bir öğrenci şehri aynı zamanda…

Bunu söylerken öğrenciler için her şeyin çok yolunda, eksizsiz olmasını kastetmiyorum.

Edirne’de de bu konuda eksik olan, yapılması gereken çok iş var.

“Üniversitenin bir şehir için ne kadar önemli olduğunu, o şehre ne kadar değer kattığını ve şehirle bütünleştiğini görmek mümkün” demek istiyorum yukarıdaki cümlemle…

Birçok vesileyle kulaklarını çınlattığım gibi yine üniversiteyi şimdiki yerine kurma kararı alanların kulağını çınlatıyorum Edirne’de üniversitenin kurulduğu yeri görünce…

Bursa Yolu üzerindeki Toki Konutlarının bulunduğu yerde kurulan bir kampüs düşünün.

Üniversite şehrin ekonomisine, kültür-sanat hayatına can veriyor; dinamizm katıyor.

Bizim üniversitemizin artık “falan salona isim verdik, falan konuda açıklama yayınladık” türü işlerden gerçekten üniversiteyi şehirle bütünleştirmek gibi işlere kafa yorması beklenir.

Aslında yapılacak birkaç görüşmeyle, düzenlemeyle işe başlamak mümkün…

 

Kampüse  “mor midibüsler” sefer yapmaya devam edecekse araç dolana kadar bekleme usulüyle değil, kısa sefer saati aralığıyla hareket etmeleri bile kısa vadeli ve olumlu bir ilerleme sağlar.

Kampüsün içinde belediye desteğiyle bisiklet yolu yapılması, temin edilecek birkaç midibüsle sık aralıklarla ring seferleri düzenlenmesi, Tıp Fakültesi-Hastanesi civarına diğer üniversitelerde örnekleri olan bir AVM-Yaşam Merkezi yaptırılması gibi işler kampüsü daha yaşanılır hale getirecektir.

Malum Edirne payitaht şehirlerimizden…

Bu nedenle her yerde önünüze bir kervansaray, hamam, bedesten, cami çıkması olası…

Arka sokaklarda dolaşırken bizim yarımız büyüklüğündeki Edirne’de tarihi Ekmekçizade Kervansarayının muhteşem mimarisiyle bütünleşen Devlet Tiyatroları ilişiyor gözüme…

Otobüs duraklarında, duvarlarda, direklerdeki afişlerde “Edirne Açıkhava Konserleri”, “Caz Festivali” gibi etkinliklerin Ekim ayının ilk on gününe sıkıştırılmış olduğunu görünce içim cız ediyor.

Geçenlerde ”Haluk Levent’in” birkaç yıl aradan sonra şehrimizde konser vermesini “uzaya roket göndermişçesine” kutlayan insanımızı düşününce üzülüyor tabi insan…

Yerel medyamızda, sosyal medyada “özlemişiz, tadı damağımızda kaldı.” diye başlıklar attıran ve rutin olması gereken bu tür konserlerin kat be kat fazlasının Edirne’de on günde yapılıyor olması aradaki farkı gösteriyor zaten…

 

Edirne yaşayan bir kent…

Tabi bunu derken milyonluk anakentler gibi bir hayat gelmesin aklınıza…

Ancak bizimki gibi hafta sonu dükkânını hiç açmayan, hafta içi saat on, on birde dükkânını açıp akşam beş, altıda kapatan esnaflardan müteşekkil bir ticari hayat da düşünmeyin.

Talat Paşa Caddesi isminde, bizim Milli Kuvvetler Caddesi benzeri bir caddeyi ve ona açılan sokakları yayalaştırıp, sokak sağlıklaştırması yapmışlar Edirne’de…

Yıllardır Milli Kuvvetler Caddesine önerdiğimiz gibi bu bölgelerde bulunan işyerlerine lojistik araçları belli saatlerde hizmet veriyor; indirme-bindirme yapabiliyor.

Edirne’deki camileri, diğer tarihi eserleri görmeye gelen yerli ve yabancı turistleri bu cadde ve sokaklarda akşam geç saatlere kadar dolaşırken görmek mümkün…

Müzelerle, tarihi-turistik eserlerle dolu şehir…

 

Velhasıl; üniversitenin şehirle gerçekten bütünleşmesi, belli sayıda çekilen turistin etkisiyle oluşmuş sosyal-kültürel hayat, canlılık aslında çok da büyük olmayan şehrin algısını olumlu yönde etkiliyor.

Aslında rahmetli Edip Uğur’un ilk seçildiğinde tercihi de “Çamlık ve Avlu” gibi iki alanı şehre kazandırarak şehrimizin çok eksik olduğu sosyal-kültürel etkinlik eksikliğini gidermeye çalışmak olmuştu.

Rahmetli Edip Uğur’un Çamlık ve Avlu tercihlerinin kendi içinde bir mantığı vardı. İstenilen sonuç belki tam olarak elde edilemedi; çok eleştirildi.

Neredeyse altı-yedi yıl olmasına rağmen hala bu iki alanın da tam anlamıyla bittiğini, şehirle bütünleştiğini söylemek güç…

Çamlıkta tuvalet, lokanta, kafe gibi temel ihtiyaçların giderileceği birimleri yapmak gerekiyor bir an önce…

Tabi ki bir de ulaşım konusunu çözmek gerekiyor.

Avluda da bir an önce ikinci etabı bitirerek bu iki bölgeyi “teleferikle” birbirine bağlamak şart…

Avlunun etrafındaki mezbelelik alanlarda yapılacak kentsel dönüşümü söylemeye bile gerek yok sanırım…

Yine Akıncılar Mahallesi çöküntü alanı ve hemen yanında akıp giden Çay Deresinde yapılacak ıslah da olmazsa olmazlardan…

Demem o ki “çarşı bölgemizde” Milli Kuvvetler Caddesi merkezli bir yayalaştırma, sağlıklaştırma yapmadan, Akıncılara, Çay Deresine el atmadan bizim şehrimizde kim, ne yaparsa yapsın; “şehirde yapılan, değişen hiçbir şey yok” algısını değiştirmesi mümkün değil…

Zaten iki merkez ilçenin, özellikle Altıeylül Belediyesinin bu eksikliği gördüğünü ve kültür-sanat konularında hızlı adımlar attığına şahit oluyoruz son zamanlarda…

Mesele, hala büyükşehrin bu eksiklikleri görmezden gelerek, topa girmemesi ve merkezde büyük fiziki, sosyal-kültürel işlere yönelmemesi…

 

Tabi Edirne’de herşey güllük gülistanlık değil…

İnanması zor ama Balıkesir’deki düzen, tertipten Edirne’de eser yok…

Tarihi Edirne diyebileceğimiz, tarihi eserlerin bulunduğu yayalaştırılmış bölgeden arka sokaklara çıkınca şok oluyorsunuz.

Yeni yapılaşan, yeni yapıların bulunduğu birkaç mahalle dışında ne doğru dürüst yol, ne kaldırım var şehirde…

Her yer çukur, ot, pislik içinde…

Belediyecilik sıfır yani…

 

Tesadüfen karşılaşıp, birkaç dakika sohbet ettiğimiz “Edirne Tarih, Kültür, Turizm Derneği” başkanına göre Edirne ülkede en geri kalmış şehir…

Bir şehirde turist olarak bulunmakla, o şehirde yaşamak arasındaki farkı hissetmek mümkün bu sözlerden…

Dolayısıyla bu geziden benim çıkardığım çok şey oldu.

Şehrim ve hemşehrilerim adına bazı konularda sevindim; bazı konularda üzüldüm.

 

Gerçekten çok güzel, plakası gibi on numara bir şehrimiz var.

At başı gitmesi gereken işler var şehrimizde…

Ancak hem kültür-sanat konusunda hem de fiziki işler, altyapı-üstyapı konularını birbirinden ayırmak mümkün değil…

Hepsini bir sıraya koyarak değil; iki konuda da en öncelikli olanları belirleyip eşzamanlı olarak yapmak gerekiyor.

Şehirde yer alan bütün resmi kurumlar, sivil toplum kuruluşları, belediye ortak bir akıl ve planla yol almalı…

Klasik yerel politikacı didişmeleri, davranışlarıyla bu şehrin kaybedecek zamanı yok…

“O ne der, bu ne der” düşünceleriyle, siyasi ikbal kaygılarıyla kaybedecek zamanımız da yok…

Bizim şehrin hikâyesi çok…

Yeter ki inanalım, iyi planlama yaparak, “ortak akılla kararlar alarak” hızlı adımlar atalım.

Exit mobile version