MERHABA YARENLER… MERHABA FELAKET ARKADAŞLARIM!

 

Son Cümleler

 

(…) Genç bir kızken ben de bir Dağ çiçeğiydim orada evet saçıma Endülüslü kızların taktığı gibi takınca ya da kırmızı mı taksam evet ve nasıl öpmüştü beni Mağribi surunun altında ben de dedim ki bu da olur bir başkası daha iyi olacak değil ya sonra gözlerimle tekrar sormasını istedim evet sonra ister misin diye sordu evet ne olur evet de dağ çiçeğim dedi önce sarıldım ona evet ve onu kendime çektim göğüslerime dokunsun diye safi parfüm evet kalbi deliler gibi çarpıyordu evet dedim evet isterim Evet.

James Joyce, Ulysses

 

“Sakın kimseye bir şey anlatmayın, herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.”

Çavdar Tarlasında Çocuklar – Salinger

 

“Aslında bütün hayatımız boyunca mutlu olabilirdik.”

Ezilenler – Dostoyevski

 

“Yolda durmuş merakla, şefkatle onları seyredenler var. Ben böyle bakamam onlara. Ben yoldan geçen biri değilim.”

Doğu’nun Limanları – Amin Maaoluf

 

“Bugüne dek yaptığım iyi, en iyi şey bu. Yakında kavuşacağım huzurun bugüne dek yaşadıklarımın en iyisi olacağını biliyorum.”

İki Şehrin Hikâyesi – Charles Dickens

 

“Ki bu da seninle benim paylaşabileceğimiz tek ölümsüzlük olabilir, Lolita’m benim.”

Lolita – Vladimir Nabokov

 

“Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkûm edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olmazdı.”

Yüzyıllık Yalnızlık – Gabriel García Márquez

 

“Sonra her şey yok oldu birden. Ve denizin alabildiğine geniş kefeni, başladı dalgalanmaya beş bin yıl önce dalgalandığı gibi.”

Moby Dick – Herman Melville

 

“Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzdan bir insana, bir insandan bir domuza, gene bir domuzdan tekrar bir insana baktılar. Fakat hangisinin domuz, hangisinin insan olduğunu bilmek imkânı kalmamıştı.”

Hayvan Çiftliği – George Orwell

 

“Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.”

Aylak Adam – Yusuf Atılgan

 

“Yara izi on dokuz yıldır Harry’e acı vermemişti. Her şey yolundaydı.”

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları – J.K.Rowling

 

“Çocuğun sol gözü mavi, sağ gözü yeşildi. Asil güldü. Asil öldü.”

Azil – Hakan Günday

 

“Sonunda kendine karşı zafere ulaşmıştı. Büyük Birader’i çok seviyordu.”

1984 – George Orwell

 

“Çünkü her taraf karanlıktı. Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?”

Puslu Kıtalar Atlası – İhsan Oktay Anar

 

Son satıra gelmeden önce, o odadan bir daha çıkamayacağını anlamış bulunuyordu. Çünkü elyazmalarında Aureliano Babilonia’nın şifreleri çözdüğü anda aynalar (ya da seraplar) kentinin rüzgârla savrulup yok olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonuna dek bir daha yinelenmeyeceği yazıyordu. Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkûm edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olmazdı.

Gabriel García Márquez, Yüzyıllık Yalnızlık (1967)

 

Durgun gökyüzü altında mezarların etrafında şöyle bir gezindim. Fundalarla çançiçekleri aracında uçuşan pervanelere baktım. Çimenler arasında soluk alan usul rüzgârı dinledim, “insan nasıl olur da bu güzel yerde uyuyanların uykularında rahat bulmadıklarını düşünür?” diye şaşırdım.

Emily Brontë, Uğultulu Tepeler (1847)

 

 

 

Tatar Ramazan

Tatar Ramazan’ın yazarı Kerim Korcan; “Ben üniversite kürsülerinde vatandaşların hak ve hukuk eşitliği için ağlayan ama içeride insanların anasını ağlatan adaleti, tekmil ters uygulamalarıyla mahpushanede cürmü meşut ettim, suçüstü yakaladım. Madem ki adalet mülkün temelidir, ben de toplum sorunlarına, başlangıç olarak oradan yaklaşmayı uygun buldum. Başkaları ne düşünür bilmem. İyi bir giriş yaptığım inancındayım ve devam etmek isterim. Tatar Ramazan’ın benim ilk eserim Linç’ten evvel kaleme alındığını açıklayabilirim. Dil konusunda tartışmaya girmek istemem. Hem birazda bineceğim dalı kesmek gibi olur bu. Dilde arınmaya gitmeye çalışıyorum ve bu gayreti sürdürenlerle esasta mutabıkım. Ancak zorlamaya kaçmaktan da sakınırım” diyerek kendi yazarlığını anlatır. Dokuz hikâyeden oluşan kitabın sekiz hikâyesi, hapishane yaşamından kesitler içerir; cezaevi müdürü, gardiyan gibi görevlilerin davranışlarının yol açtığı olayları anlatır. İlk kez, 1976’da İstanbul Şehir Tiyatrosu‘nda tiyatroya uyarlanmıştır. 1990’larda da iki seri halinde başrolünü Kadir İnanır‘ın oynadığı filmlerle sinemaya uyarlandı.

 

“Bizim bu yörede çocuk anasından memeyi bıraktığı an beline pıçağı takar! Pıçağı beline koyduğumda elimi kana bulamamaya yemin etmiştim. Sözümde duramadım…”

 

 Merhaba yarenler! Merhaba felaket arkadaşlarım!

 

“Anlaşıldı, bu hapishaneyi yola getirmenin zamanı geldi! Belli ki bizim buraya namımız gelmemiş, görelim bakalım dayı!”

 

“Taş kesil ulan!”

 

“Çamaşırhaneyle çay ocağı Çakır ile İsmail’in ve tüm yoksullarındır. Ben de yanlarındayım. Sıkıysa gık deyin! Gene iftira atın da göreyim, kaç kuruşluk erkeksiniz?”

 

“Bundan sonra bu kapı birine açılırsa herkese açılacak, açılmayacaksa kimseye açılmayacak, anladın mı gardiyan!”

 

“Koridorları sevdim. Ceza istediği kadar uzun olsun, yeter ki koridorlar kısa olmasın. İnsan bir kere yürümeye durdu muydu her şeyleri unutur. Nedendir bu? Çünkü volta cezanın törpüsüdür”

 

“Kumar fukaranın bir dilim ekmeğini elinden almaktır. Kumar şeytan değirmenidir, göz nurunun savurmasıdır. Ekmeği terden beklerim. Çalışmak da yiğidin harmanıdır. Bi laf daha edeyim de tamam olsun. Eğer haklıysam idare adamından da korkmam, beladan da kaçmam.”

 

“İnsan bunca zulüm, bunca haksızlık görür de rahat yatabilir mi? O zaman ben de ortaya fırlarım ve adama dur derim. Devlet adil olduğu sürece güçlüdür.”

 

“Siz beni resimlerde gördüğünüz mahkumlarla karıştırıyorsunuz galiba Müdür Bey! Benim adım Tatar Ramazan! Ben bu oyunu bozarım!”

 “Her at bir çubukla kovulmaz. Her yiğidin de bir yoğurt yiyişi vardır. Bana karışana ben hayli hayli karışırım!”

 

“Bir ekmeği beraber bölüşerek yemektir hüner”

 

“Senden esaslı bir bıçak istiyorum Kirmastılı. Hasmıma sallayınca dönmeyen cinsten olmalı. Çünkü ben adama iki kere bıçak sallamam”

 

 “Nasıl da insan oluverdiniz bıçak meydana çıkınca? Çavuş haraç alır, kumar oynatır, zavallı bir ihtiyarı tokatlar, siz meydanda yoksunuz. Öyle ya, çavuş buradayken size ne lüzum var? O dirayetli adam olmasa bu cahil milleti kim idare edecek?”

 

“Biraz da sizin için arkadaşlar bu yapılanlar. Biz Çavuş’un kirli işlerine göz yummuş olsaydık, ne lüzum vardı kan dökmeye. Gül gibi geçinir giderdik. O zaman sizin sırtınızdaki yumruk katmerli olurdu!”

 

“Burada vurulacak bir adam vardı, onu da ben vurdum!”

 

 

 

Urfalı Şair Nâbî

 

1641 senesinde Urfa’da doğan Yusuf Nâbî yokluk ve sefalet içinde yaşayarak büyür. 24 yaşındayken İstanbul’a gelerek burada eğitimine devam eder, şiirleri ile tanınmaya başlar. Müsahip Mustafa Paşa’nın yanında çalışır. Paşanın ölümünden sonra gittiği Halep’te 25 yıl kalan Nâbî eserlerinin bir kısmını burada kaleme alır.

Nâbî Osmanlı’nın duraklama devrinde yaşadığı için idare ve toplumdaki bozukluklara şahit olur. Çevresinde gözlemlediği olumsuzluklar onu didaktik (öğretici) şiir yazmaya sevk eder, eserlerinde devleti yönetenleri, toplumu ve sosyal hayatı eleştirir. Edebiyatın iyi ve kötü taraflarıyla hayatın içinde olmasını, övgüye yer verildiği kadar gerektiğinde eleştiriye de yer verilmesini savunan Nâbî, toplumun o günlerdeki halini şu beyitlerinde çok güzel açıklar:

 

Vermezdi kimse kimseye ekmek minnet olmasa
Hiçbir iş görülmez idi rüşvet olmasa

 

Yok karşılıksız muamele ehl-i zamanede
Kimse ibadet etmez idi cennet olmasa.

 

Nâbî’ye göre şiir, karşılaşılan sorunların ve günlük hayatın içinde olmalı; hayattan, insandan ve insanî konulardan uzak kalmamalı. Bu yüzden o, şiirlerinde hayatla ilgili, çözümler üretmeye çalışan, aksaklıklar karşısında yer yer nasihatte bulunan bir şairdir. Eserlerinin herkes tarafından anlaşılması ve hayatla iç içe olmasını istediği için eserlerinde kullandığı dil dönemine göre yalın ve süssüzdür.

Toplumcu bir şair olan Nâbî, devrin sanatçılarının aksine, güzellikten çok iyi ve doğrunun peşindedir. Şiirlerinde o devrin modası olan rindâne, âşıkâne duygular, şarap ve sevgili heyecanları değil, düşünce esastır. Bu yüzden şiirleri lirik değil didaktiktir. Nâbîi’nin bu yönüyle kendinden sonra gelen şairler üzerinde önemli etkisi olmuş, böylece edebiyatımızda “Nâbî Ekolü” diyebileceğimiz bir edebiyat çığırı meydana gelmiştir.

“Bende yok sabr u sükûn, sende vefadan zerre;
İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kere.”

(Bende sabır ve sakinlik kalmamıştır, sende de vefanın zerresi bile yoktur. Bu iki yokluktan ne çıkar bir düşünelim.) diyen Nâbî kastettiği iki yokluğu, yani sabır ve vefayı Farsçada yok anlamına gelen “Nâ ve bî” eklerini birleştirerek kendine mahlas (takma isim) olarak seçmiştir.

Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz
Biz neşatın da gamın da rüzgârın görmüşüz

(Biz bu dünya bahçesinin hem sonbaharını hem de ilkbaharını görmüşüz. Sevincin de üzüntünün de yaşandığı zamanları görmüşüz.) Nâbî’nin asırlar önce yazdığı ama her devri, hatta günümüzü bile anlatan “görmüşüz” redifli bu gazelini dikkatle okuduğumuzda mevki hırsıyla sarhoş olanlara çeşitli benzetmelerle öğütler verdiğini görürüz. Osmanlının duraklama döneminde yaşanan sıkıntılardan nasibini alan NâbÎ’nin de bu dönemde hem evinin elinden alındığı hem de maaşının kesildiği bilinmektedir. Şairin “Görmüşüz” redifli bu gazelini bu dönemde yazdığı tahmin edilir.

Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde
Biz hezarân mest-i mağrurun humarın görmüşüz

(Talih meyhanesinde çok da gururlanma çünkü biz sahip oldukları mevkiler yüzünden zafer sarhoşu olanların binlercesinin daha sonra sersemlemiş, zavallı hallerini görmüşüz.)

Top-ı ah-ı inkisara pâydâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengin hisarın görmüşüz

(Biz yüksek mevki ve ikbal ülkesinin taştan yapılmış, nice sağlam kalelerini görmüşüz ki o kaleler, aldıkları beddua toplarıyla yıkılıp yerle bir olmuşlardır.)

Bir huruşiyle eder bin hane-i ikbali pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisarın görmüşüz

(Biz dertlileri, zulüm görenlerin sel gibi akan öfke gözyaşlarıyla ettikleri beddualarının, binlerce talih evini yerle bir ettiğini görmüşüz.)

Bir hadeng-i can-güdâz-ı âhtır sermayesi
Biz bu meydanın nice çâbuk-süvarın görmüşüz

(Biz bu yüksek mevkiler meydanında koşturan nice usta binici görmüşüz ki onlar bir can alıcı “ah” okuyla yerlere serilmişlerdir.)

Kase-i der yûzeye tebdil olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbîya çok bâde-hârın görmüşüz.

(O elinde gururla kaldırıp içtiğin arzu ve isteklerinin kadehi var ya, o kadeh bir gün gelir, dilenci çanağına döner; çünkü biz bu meclisin iktidar hırsıyla kendinden geçmiş pek çok sarhoşlarını görmüşüz.) diyen şair, yüksek mevkilere gelen kişilerin gururlanmamaları gerektiğini, gururlu davrananların yanlış yollara saparak kötü durumlara düşebileceklerini, her yükselmenin bir de inişi bulunduğunu anlatır. Kibirli davrananlar, sahip oldukları gücü kötüye kullananlar, haksızlık ettikleri kişilerin “ah ve beddualarıyla” günün birinde her şeylerini yitirebilirler, o nedenle güç ve iktidar sahipleri her şeyden önce adil ve alçak gönüllü olmalıdır.

Exit mobile version