HAYAT SANAT EDEBİYAT

 

 

TUNÇ EL KURT İZ

 

 

“Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse.”

diye başlayan Edip Cansever’in Düşlüyor Ölümünü Ruhi Bey şiirinden kesitler okur Ezel dizisinde Ramiz Dayı karakterini oynayan Tuncel Kurtiz.

Şiir ile devam eder:

“Ölüler ki bir gün gömülür
İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler
İnsan yaşıyorken özgürdür
İnsan
yaşıyorken
özgürdür.”

 

Dizi izleyicisi, bilinçli bir kesim hariç, şiiri Ramiz Dayı’nın sayar sahiplenir, Tuncel Kurtiz’i de Dayı diye sahiplenir. Çamlıbel Köyü’ndeki mezarına gittiğinizde ziyaretçilerin “dayı biz geldik…” diyen yazılarını görürsünüz dayı sevenlerin. Bir sanatçının böylesine sevilmesi güzel bir şey belki de ama bilmeden, tanımadan, emeğine ve eserlerine tanık olmadan onu sevdiğini ve saydığını iddia eden bir nesilin sevgisinin de saygısının da gelip geçici olacağına eminim. Tuncel Kurtiz’in sadece ülkemizde değil dünyada da sayılan ve emeği ile izler bırakmış bir sanatçımız olduğunu bilmeden ve onu gerçekten tanımadan yitip gidecek bir kuşağın yaşadığı topraklardayız. Elden geldiğince onu anlatmalı, emeğini ve eserlerini izlemeli, okumalı, tartışmalıyız.

Ünlü ney sanatçımız Kudsi Ergüner’in müzeklerine katkıda bulunduğu Peter Brook’un projesi ve Hint Destanı Mahabaratta’da rol aldığını, Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’nda unutulmaz oyunculuğu ile iz bıraktığını, Dormen, Kent, Berlin Schaubühne, Orta Oyuncular ve Ganer Tiyatrosu’nda çalıştığını, Yılmaz Güney’in sadece rol arkadaşı değil, yol arkadaşı ve dostu olduğunu, yerli ve yabancı birçok filmde rol aldığını öğrenmeli ve eserlerini izlemeliyiz. O, bu toprakların gerçek emektarı ve sesi bir ustaydı. Yeğenlerine nasihatlar veren dayı olmak ise onun için sadece ve belki de sanat değeri az bir roldü.

Tuncel Tayanç Kurtiz, 1 Şubat 1936 tarihinde Kocaeli’de dünyaya geldi. Babası Selanik doğumlu bir Türk bürokrat olan sanatçının annesi ise Boşnak’tı. Haydarpaşa Lisesi’nden mezun oldu. Üniversitede kısa bir süre hukuk fakültesinde, daha sonra ise filoloji, felsefe, psikoloji ve sanat tarihi bölümlerinde okudu ancak hiçbirinden mezun olmadı. İlk işi, İETT’de ışık kontrolörlüğü oldu.Oyunculuğa tiyatro ile başlayan Kurtiz, ilk olarak 1958 yılında, Haldun Dormen Tiyatrosu’nda sahne aldı. Yurt içi ve yurt dışında pek çok tiyatroda (ABD, Almanya, İsveç, Hollanda vs.) sahne alan başarılı oyuncu, Şeyh Bedrettin Destanı, Keşanlı Ali Destanı, Devr-i Süleyman gibi pek çok tiyatro oyununda rol aldı. 1964 yılında rol aldığı ve Orhan Günşiray’ın yönettiği Şeytan’ın Uşakları adlı sinema filmi ile beyazperdeye adım atan Kurtiz, sinemadan da bir daha kopmadı. Yılmaz Güney’in Sürü, Umut ve Duvar gibi unutulmaz filmlerinin de aralarında yer aldığı 100’e yakın filmde rol aldı. Tunç Okan filmlerinde de rol aldı. 1981 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Nurettin Sezer ile kaleme aldığı “Gül Hasan” filminin senaryosuyla En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı. Kurtiz, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Yılmaz Güney’in ölümünün ardından yurt dışında yaşamaya başladı. İsveç, ABD ve Almanya’da yabancı tiyatro ve sinema projelerinde yer alan sanatçı Türkiye’ye 90’larda tekrar döndü. 2003 yılında Alacakaranlık, 2006 yılında ise Hacı adlı dizilerde rol alan Kurtiz, özellikle 2007 yılında yayınlanan Asi ve 2009 yılında vizyona giren Ezel adlı dizilerle beraber popülaritesini büyük oranda arttırdı. Ezel adlı dizide canlandırdığı Ramiz Karaeski karakteri çok fazla sevildi. Adına fan kulüpleri kuruldu, sözleri tişörtlere basıldı. 1979 yılında çekilen sinema filmi Gül Hasan ile yönetmenliği denedi ve ayrıca Gül Hasan ve Bereketli Topraklar Üzerinde (1980) adlı filmlerin senaryosunu da yazdı. Ekim 2011’de 48. Altın Portakal Film Festivali’nde “Yaşam Boyu Onur Ödülü” verildi. Altın Portakal, Gümüş Ayı ve Altın Böcek ödüllerinin sahibi olan Tuncel Kurtiz, “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde ise Şeyhülislam Ebu Suud karakterini canlandırdı. 2010 yaz döneminde Edremit’in Çamlıbel kasabasında NTV için ‘Tuncel Kurtiz ve Dostları’ başlıklı bir program sundu, BBC’nin ‘Hayat’ adındaki belgeselini seslendirdi. Aynı yıl BBC’nin Hayat (Life) belgeselini seslendirdi. Tuncel Kurtiz, Menend Kurtiz ile evli idi. Aslı adında bir kızı ve Mirza adında bir oğlu vardı.

 

 

 

OKUDUKÇA

 

Postmodern felsefenin hem sosyoloji alanında uyarlanmasını hem de genel kuramsal düzeyde sağlıklı bir şekilde değerlendirmesini ortaya koyan yapıtlarıyla tanınan Zygmunt Bauman,2017’de dünyamızdan ayrıldı. Bauman’ın eserleri, günümüze ve dünyamıza doğru ve eleştirel bakmamızın aynası oldu.

 

“İnsanlarımız izleme işini televizyon seyrederek ve internette gezinerek yaptığından, statü paranoyası güçleniyor. Reklamlar daha fazlasını istememiz için yem olarak kullanılıyor; açgözlülük hepimize altın tepside sunuluyor.”

“Piyasalar mutluluk düşünü, yaşamın büsbütün tatmin edilmesi görüşünden, bu yaşama ulaşmakta gerekli olduğuna inanılan zenginlik arayışına çevirerek, mutluluk arayışının asla bitemeyeceğini varsayar. Arayışın hedefleri inanılmaz bir hızla birbirinin yerini alır”

“Soru sorma sanatını unutan ya da bu sanatın kullanılmaz hale gelmesine izin veren hiçbir toplum, kendini kuşatan sorunlara cevap bulabileceğine güvenmemelidir.”

“Sunulan her şey, onu sunanın öyle ya da böyle bir özveride bulunmasını gerektirir ve mutluluğu artıran kısım da, bu özverinin bilincinde olunmasıdır.”

            “Sosyal ağlar çok kullanışlıdır, çok hoş hizmetler sunarlar ama tuzaktırlar. Sevgiyi, dostluğu, duyguları, iyi yapılan işleri unuturuz. Ne tüketirseniz, ne satın alırsanız, sadece etik vicdanınızı rahatlatan ahlaki sakinleştiricilerdir.”
“…herhangi bir makul şüphenin ötesinde, uyarılmış ağrıya tahammülsüzlüğümüzün tükenmez bir ticari kâr kaynağı olduğu kanıtlanmıştır. Bu nedenle, hoşgörüsüzlüğümüzün hafifletilmek yerine daha da kötüleşmesini bekleyebiliriz.”
“Dünyayı değiştiren krizler değil, bizim onlara verdiğimiz tepkidir.”
“Facebook çağında uluslar, ortak dile ve kültüre sahip sınır-ötesi birimlere dönüşmektedirler. Katı modernlik çağında, ulusun birkaç faktörden oluştuğunu, en başta ortak bir toprak parçası, dil ve kültürün yanı sıra modern işbölümü, toplumsal hareketlilik ve okur-yazarlıkla meydana geldiğini bilirdik. Bugünlerdeyse tablo oldukça farklı: Ulus, derin bir şekilde geri çekilmelere ve dönmelere gömülmüş yaşama mantıklarıyla, hareketli bireylerin yarattığı bir topluluk olarak belirmektedir. Mesele artık, kesin bir şekilde aynı yerde kalıp kalmayacağınıza veya yaşamınızın geri kalanı boyunca aynı politik aktörlere oy verip vermeyeceğinize karar vermek yerine, ülkenin sorunları ve bunların etrafında kopan tartışmalar söz konusu olduğunda çevrimiçi mi çevrimdışı mı olduğunuza dönüşmüştür.

Ya çevrimiçisinizdir ya da değilsinizdir. Bu, akışkan modern toplumun gündelik halk oylamasıdır.”

            “İnsanlar arasındaki iletişimin standart biçimi, iPhone mesajlarında ünsüz harflere indirgenmiş sözcüklerle, bu indirgemeye izin verilmediğinde ve bu kısaltmalar ortadan kaldırıldığında sağ kalamayacak kelimelerdir. Çok tekrarlanan ama aynı eko gibi yankısı çok kısa süren en popüler yazışmalarda 140’tan fazla karakter olmasına izin verilmemektedir. İnsanın ilgi süresi (bugün piyasanın en kıt kaynağıdır); yazılması, gönderilmesi ve alınması mümkün mesajların boyutlarına ve uzunluğuna indirilmiştir Telaşlı yaşamın ve anın tiranlığının ilk kurbanı dildir. Taşıdığı farz edilen anlamları kaybetmiş, yoksullaşmış, kabalaşmış ve sıkışmış bir dildir. Anlamlı sözcüklerin ve taşıdıkları manaları gezgin şövalyeleri olan “aydınlar” ise sivil zayiatlarıdır.”

“Facebook gibi yeni sosyal ağlar, tüketimin kayıtsızca sürdüğü, sosyal faaliyetlerin rutinleştiği ve ahlaken uyuşmuş bir çağda insanın ilgi çekme umuduyla mahremiyetinden belli parçalarla gösteriş yapmasına hizmet etmektedir. Mahremiyetinizi hevesli bir şekilde gözler önüne sermek (buna işiniz, başarınız ve ailenizle ilgili hikâyeler, yüzlerce veya binlerce sanal “arkadaşınızla” paylaşılan şahsi resimler ve aile fotoğrafları eşlik eder), kamusal alanın ikamesi olur ve aynı zamanda yeni (akışkan) bir kamusal alan yaratır. İnsanların olgunlaşmamış edebi yaratımlar için ilham, onay, ilgi, yeni konular ve karakter prototiplerini aradığı yer bu alandır. Aynı zamanda hayranlardan ve arkadaşlardan oluşan yarı küresel bir seyirci kitlesinin de şekillendiği arenaya dönüşmektedir.”

“Kötülük savaşla veya totaliter ideolojiler ile sınırlı değildir.Bugün kendisini daha çok başkalarının acılarına tepki göstermemekte,ötekileri anlamaya reddetmekte,duyarsızlıkta ve gözlerin sessiz,ahlaki bakışlardan çevrilmesinde ortaya çıkarmaktadır.”

            “Telaşlı yaşamın ve anın tiranlığının ilk kurbani dildir. Taşıdığı varsayılan anlamları kaybetmiş, yoksullaşmış, kabalaşmış ve sıkışmış bir dildir. Anlamlı sözcüklerin gezgin şövalyeleri olan aydınlar ise sivil zayiatlarıdır.”

 

 

 

SİZ DE YAZIN

Yazdıklarınızı avukatht@gmail.com adresine bekliyoruz.

 

 

TİYATRAL ÖYKÜ’NMELER   / Özer ÖZGÜN

YARIM KALANLAR KATALOĞU

 

Sucuğu tavada pişirip öyle koydu tost makinesindeki ekmeğin içine. İnce kesilmiş kaşar peyniri ve yarım ekmeğin tüm iç alanına özensizce sürülmüş domates salçasının arasına yatırdı, uzunlamasına kestiği pişmiş sucuk dilimlerini. Soğuk bir kış gecesinde  sobası yanmayan bir odada battaniyenin içindeki sıcaklığı hissetti, eriyerek sucuğa sarılan ince kaşar peynirini görünce…  Ağzının suyu eline, elinden de yanağına değince uyandı. Veganlığının birinci ayı dolmasına rağmen üçüncü defadır kaşarlı, sucuklu rüya görmesi hayra alamet değildi. Kalktı, elini yüzünü yıkadı saat on bir oluyordu neredeyse. Fellini ve Çavbella isimli kedilerinin mama kutusuna yaş mama koyup, sularını tazeledi. Ve üstüne mavi bir tişört giyip, koltuğunun altına da oyun teksini sıkıştırıp hızlıca evden çıktı. Dün gece yarısına kadar okuyabildiği teksi açtı ama bir sayfa okudu okumadı arkadan bir yolcunun “ şundan bir kişi uzatır mısın? “ dürtmesiyle hevesi yarım kaldı. Minibüs sıkışan trafikte adım adım ilerlerken bir ara gözü yanında oturan kızın kucağındaki Oğuz ATAY’ın Oyunlarla Yaşayanlar kitabına takıldı, yıllar önce Eskişehir’de izlemişti bu oyunu. Basamaklarından koşarak çıktığı apartmanın ikinci katındaki dairenin ziline tam basacakken kapı açıldı. Lucretia gülümseyerek ona bakıyordu. 

Geldiğini gördüm camdan.

Bende telepati yaptın sandım. Hazır mısın?

Tabii, tabii …. Lucretia içeri bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde, bir an için ko-

ridorda ki aynada arkası dönük çırılçıplak bir erkek bedeni gördü  … Gördüğünü belli etmedi ona. Belli ki gece ezberini başka bir metin üzerinde yapmış Lucretia. 

 

Tarla Kuşuydu Jülyet oyununu sahneleyeceklerdi. Yönetmen rolleri daha bir içelleştirmeleri için birbirlerine gerçek isimleri ile değilde roldeki isimleri ile hitap etmelerini, cep telefonlarına birbirlerini roldeki isimleriyle kayıt etmelerini istemişti. Prova yapacakları salona kadar oyundan konuşarak yürüdüler. İçi içine sığmadığı her halinden belli olan Lucretia, kültür merkezinin kapısında baklayı ağzından düşürdü “Metin’le barıştık. Beni hala seviyormuş. Bu ilişkimiz yarım kalacak diye öylesine korkuyordum ki. ” Ona sıkıca sarılırken gözünün önüne aynadaki arkası dönük Metin geldi. Ama ona bir şey söylemedi.

 

Diğer oyuncular gelmemişti henüz. Yönetmen Efraim bey belli etmese de öfkeliydi. Titiz bir adamdı. Titiz, anne tarafından kel ve yarım kalan saçını arkada topuz yapan ellili yaşlarında gözlüklü bir yönetmendi. R harfini V olarak söyleyen, zayıf, uzun boyluydu ve biraz da kamburu vardı. “Pvovalav nevedeyse başlayacak oyunculav ovtada yok. Bu nasıl disiplinsiz biv gvup? Böyle gvupla oyun moyun çıkmaz efenim, çıkmaz.” diye serzenişte bulundu egzamalı ellerini tatlı tatlı kaşırken.     

                                                  * * *

Dört saat kadar süren provadan çıkarken salonda Efraim beyin sesi çınlıyordu; “Gelecek pvovaya lutfen hevkes kendi volünün otopsisini yapıp gelsin. Oynayacağınız kavakteve lutfen şu sovulavı sovalım; bu adam veya kadının gelecek kaygısı vav mıdıv? Zaaflavı nelevdiv? Kovkulavı vav mı? Gecivdiği biv kaza yada hastalık vav mı? Hangi yemeği sevev? Küçükken babasıyla ilişkilevi nasıldı? Buna benzev sovulav sovun ve cevaplavını yazın, getivin haftaya” Lucretia ile minibüs durağında ayrıldık. O yürüyerek Metin ile buluşacağı alışveriş merkezine gitti. Ben eve gitmek için yirmi iki numaralı minibüsü bekledim. Efraim bey yanımdan geçerken gülümseyerek “ İyi akşamlar Bay Şekspiv “ dedi. 

 

Minibüste önümdeki koltukta oturan adam yanındakine, kaldırımda kendi halinde yürüyen Efraim Bey’i gösterip;

– Babasından kalan dört tane daireyi yedi borsada bu Efraim. Kahrından öldü adamcağız. Karısı da dayanamadı boşadı bu dingili.”  

– Otizmli bir oğlu vardı değil mi bunun? O n’oldu?

– Anası onu da bırakıp gitti buna n’olacaktı ki?

– Ne hayatlar var be….. Senin küçük gelin ne oldu, döndü mü oğluna?

 

* * *

            Trafiğe daha fazla katlanamayıp iki durak önce indim minibüsten. Yürürken aklımda oyunda canlandıracağım William Shakespeare rolü vardı. Şekspir üzerine araştırmalar yapmam gerekiyor. Efraim beyin de istediği otopsi raporu için ilginç ve fark yaratacak bir şeyler bulmam gerekli. Akşam üzeri çıkan taze ekmek kokusu bütün sokağı sarmıştı. Taş fırına girdim. Kasanın yanındaki radyodan hüzünlü bir klarnet sesi geliyordu, inceden. “Aralıklı oruç denilen beslenme sistemine geçtikten sonra günün en az on altı saatini aç geçiriyorum. Alkollü ve gazlı  olanlar hariç bütün içecekler serbest ama yemek yemek yasak. Günde bir tam öğün, bir de yarım öğün yiyorum. Yarım dediğim öğün beşer adet badem, fındık, ceviz ve Antep fıstığı yani” dedi önümdeki kadın yanındaki arkadaşına. Bir dönem bende uygulamıştım az önce ekmek sırasındaki kadının dediği, otofaji sistemini ama veganlığa geçince bıraktım. Dayanılacak gibi değildi.

 

            Fırından çıkıp eve gelirken bu aralar sıkça denk geldiğimiz mavi şortlu ve bisikletli genç kız geçti, gitti yine yanımdan. Yüzünü hiç görmedim. Onu açık mavi şortu , sırtı ve bisikletiyle tanıyorum. Sokağın ortasına asılmış büyük Beşiktaş bayrağı ; “ Sabah neydi o öyle koşa koşa gittin? Ama şimdi sokağa tekrar hoşgeldin” der gibiydi. Herkese olur mu bilmem ama bende hemen her seferinde ilk elime gelen anahtar yanlış anahtar olur. Doğrusunu bulup içeri girdim, Fellini ve Çavbella hem kuru hem yaş mamayı silip süpürüp, kum kovasının neredeyse yarısını da yere saçmışlar. Utanmadan bir de ayaklarıma sürtünüp duruyorlar. Etrafı toparladım. Çiçekleri suladım. Yalnızlığımı kutsadım her akşam olduğu gibi aç karnına bir bira ile….

 

Mutfağa girdim. Tehlike anında aç yazan kutuyu açtım. Yarım kangal sucuğu çıkardım. Çeşmenin altına tutup sevgiyle ve suyla sıvazladım. Bir bıçak darbesiyle boydan boya kestim zarını. Sonrada  bir çırpıda komple çıkarılabilen kadın elbiseleri gibi, çekip aldım zarı sucuğun bedeninden. İnce uzun dilimler kestim, klasik yuvarlak dilimlerin yerine. Tek tek kokladım her bir dilimi tavaya koymadan önce. Altı kısık ocakta cızırdarlarken, yarım ekmeğin tüm iç alanına özensizce sürülmüş domates salçasının arasına yatırdım ince dilim kaşar peynirlerini. Kapı zili çaldı. Açmaya önlenirken tavanın sapına kolumu çarptım. Sucuklar yere saçılırken can havli ile gözlerimi açtım. Salonda aç karnına içtiğim biranın etkisi ile uyuya kalmışım. Karanlık salonda yarım kalan bir bira, yarım kalan bir rüya, açık kalan bir kanalda hüzünlü bir Yunan şarkısı…. Özer ÖZGÜN, 19 Nisan 2022 / EDİRNE

 

 

 

MERAKLISI İÇİN ERCAN KESAL NOTLARI

 

Kimimiz, Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki muhtar, kimimiz Yozgat Blues filmindeki yalnız müzisyen, kimimiz de Hükümet Kadın’daki belediye başkanı olarak tanıyoruz onu. Ercan Kesal, doktorluk mesleğini yaparken hayattan ve sanattan yana üretimleri ile topraklarımızda var olan bir değer. Cin Aynası kitabında gazete ve dergilerdeki yazılarını bir araya getiren Ercan Kesal, okura kendi penceresinden gördüğü Anadolu’yu ve bizleri anlatıyor.

Yazarın “Cin Aynası ne demek?” sorusuna yanıtı ise şu olmuş:

“Nurullah Ataç sinema için öz Türkçede “Cin Aynası” adını önermiş, ama tutmamış. Ben de güzel kitap adı olur diye düşündüm. Benim babam gazozcuydu. Gazozumuzun adı da “Peri Gazozu”ydu. Nevşehir, Avanosluyuz biz. Bu yüzden sloganımız da “Peri bacaları diyarında Peri Gazozu içilir”di. Radikal’deki yazılarımı “Peri Gazozu” kitabımda toplamıştım. Radikal’de yazarken bir yandan Birgün’ün Pazar ekine de yazıyordum. Ama bunlar daha çok sinema ve edebiyat üzerine yazılardı. İlerde bir kitapta toplarsam adını “Cin Aynası” koyarım diye karar vermiştim zaten. Sonunda seçtiğimiz yazılar ve yayımlanmamış iki uzun öyküyle birlikte “Cin Aynası” ortaya çıktı.

 

“Kimsenin birbirine acımadığı, herkesin kolayca birinden nefret ettiği, birinin ötekine yardım etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve ümitsiz bir dünyada yaşıyoruz. Yalnızlıktan korktuğumuz ama sürekli yalnız kalmaya çalıştığımız, yalnızlığımızın yetmediği ve bitmediği bir çağdayız.”

 “Ne yazık ki toplum olarak artık kötülüğü öğretiyoruz, asıl sorun burada. Öğrenilmesine gayret ettiğimiz şey kötülük; acıma, aldırma, bas geç, ez geç…”    

“Sosyalist, kendi aç kalsa da önündeki yumurtayı arkadaşının önüne doğru iten adamdır. “

“Sonuna kadar tüketip, bitirmek yerine, ihtiyacımız kadarını alıp, geriye kalanını bizden sonrakilere bırakabileceğimiz bir hayat… Gerçekten, çok mu zor?

“Ne kadar da küçükmüş meğer. Sığamadık yeryüzü sofrasına. Kibir denizinde boğulmuşuz da haberimiz yok. Değirmenimiz susmuş, unumuz bitmiş. Fırınlarımız da kararmış, kalplerimiz gibi.”

“İnsan olmak” kendi mutlu olduğun şeyleri yanındakilere de iletmektir. İnsan kendinde olmasını istediği herhangi bir şeyi başkası için de aynı şiddette isteyebiliyorsa “insanım” diyebiliyor.

 

 

Filmografisi:

Nasipse Adayız ,2020

Ben O Değilim : Tayfun Pirselimoğlu – 2013

Hükümet Kadın 2 : Sermiyan Midyat – 2013

Ben de Özledim : Onur Ünlü – 2013

Sen Aydınlatırsın Geceyi : Onur Ünlü – 2013

Yozgat Blues : Mahmut Fazıl Coşkun – 2013

Hükümet Kadın : Sermiyan Midyat – 2012

Küf : Ali Aydın – 2012

Bir Zamanlar Anadolu’da : Nuri Bilge Ceylan – 2011

Albatrosun Yolculuğu : Cengis Temuçin Asiltürk – 2010

Vavien : Yağmur Taylan\Durul Taylan – 2009

Üç Maymun : Nuri Bilge Ceylan : 2008

Uzak : Nuri Bilge Ceylan – 2002

Eserleri:

Peri Gazozu, İstanbul: İletişim 2013

Evvel Zaman, İstanbul: İthaki 2014

Nasipse Adayız, İstanbul: İletişim 2015

Cin Aynası, İstanbul: İletişim 2016

Exit mobile version