Ressam Yaşa, film konusu yaşamı gerçek yaptı

OCG (Custom)

Hilmi DUYAR / POLİTİKA 

Nadide Hayat filmi Türk sinemasının güzel örneklerinden biridir. Demet Akbağ ve Yetkin Dikinciler’in başrolleri paylaştığı filmde Demet Akbağ’ın canlandırdığı Nadide Gürbüz, evlendikten sonra üniversite eğitimini yarıda bırakır. Kocası öldükten sonra çocukları için varını yoğunu ortaya koyarken kendisi için hiçbir şey yapmaz. Çocuklar kendi ayakları üzerinde durduğunda içindeki boşluğu doldurmak için çeşitli kurslara gider. Bir gün gazetede gördüğü öğrenci affı haberi Nadide’nin yaşamının dönüm noktası olur ve yarım bıraktığı okula geri döner. Bahar adlı dizi de son yılların en sevilen dizilerinden biridir. Bahar doktorluğu bırakıp yaşamını ailesine adar. Gelişen olaylar Bahar’ın biri doktor biri lise öğrencisi 2 çocuğundan sonra tekrar doktorluğa geri dönmesine neden olur. Böyle şeyler ancak filmlerde, dizilerde olur diye düşünülür. Fakat Balıkesir’de yaşamını sürdüren 1 çocuk annesi emekli iktisatçı Melike Yaşa, 50 yaşından sonra içinde ukde kalan sanata, Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni kazanarak döndü. Öyle bir dönüş yaptı ki, kendi çocuğu yaşındaki onlarca öğrenci arasından sıyrılıp okulu birincilikle bitirdi. Şimdi resim sanatını insanların hizmetine ve beğenisine sunmanın peşinde koşarken, filmlere konusu yaşamı, gerçek yaptı.

 

 

Melike Yaşa kimdir?

Aydın’ın Nazilli İlçesi Toygar Köyü’nde 1965 yılında doğdum. İlkokulu birleştirilmiş sınıflarda okudum. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimimi Nazilli’de aldım. Eskişehir İktisat Fakültesi mezunuyum.  Üniversite tahsilinden sonra özel sektörde çeşitli işyerlerinde çalıştım. Emekli olduktan sonra 4 yıl kafeterya işletmeciliği yaptım. Fakat kendimde hep bir eksiklik hissediyordum. Sanata olan düşkünlüğümü tatmin edememiştim. Hayata dair yapmak istediğim şeyler vardı. BALMEK’in resim kursuna gitmeye başladım. Kurs öğretmeni Yasemin Aslantaş resim eğitimi için üniversiteye gitmemi önerdi. Onun sözünden Hareketle tekrar üniversite sınavlarına girdim, başarılı oldum. Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü kazandım. Yetenek sınavına girdim başarılı oldum. Kaydımı yaptırdım, resim eğitimi aldım, 4 yılın sonunda bölümümü birincilikle bitirdim. Evliyim 1 kızım var

 

 

Resim aşkı ve sanata düşkünlüğünüz nereden kaynaklanıyor? Sanatı çok sevmenize rağmen niye iktisat fakültesini tercih ettiniz?

Nereden esinlendim, nereden aklıma geldi bilmiyorum ama sanata ilgim çocukluk yaşlarımda vardı.  Adının heykel ya da biblo olduğunu bilmeden ilkokul yıllarımda kilden heykeller yapmaya başladım. Bir gün, okuldan geldikten sonra, çok güzel çıplak kadın heykeli yaptım. Heyecanla, sevinçle anneme gösterme telaşıyla odaya girip, “Anne bak” dediğimde, annemin büyük tepki gösterdi. “Seni okula çıplak kadın heykeli yap diye mi gönderiyoruz” diyerek azarladı. İşte o zaman ben sanata küstüm. Köyde sanat nedir ki? Anne baba tarafından desteklenmiyorsun. Tepki alınca ister istemez bazı şeylerden uzak duruyorsun. Ortaokul ve yükseköğrenimim sırasında sanatla ilgilenmedim. Bu yüzden ben ilk üniversite tercihimi iktisattan yana yaptım.

 

 

Fakültede çocuğunuz yaşındaki öğrencilerle birlikte olmak sizde ne gibi duygular uyandırdı? Belli bir yaştan sonra okumanın zorluğu var mı?

Okula girmek kolay oldu. Okumaya başladım ama İlk başlarda çok zorlandım. Çünkü çocukların hepsi güzel sanatlar, liselerinden ya da bazı okulların grafik bölümlerinden mezun olarak gelmişler. Ben sadece kendi değerlerimle okumaya çalışan, bir şekilde fakülteyi kazanmış bir karakter olarak orada oldum. Çocukların annelerinden bile büyüktüm. Öğrenciler, hatta bazı hocalarım benim kızımdan 1-2 yaş büyüktüler. Öyle bir ortamda eğitim aldım. Belirli bir yaştan sonra istediğiniz tek şey var; Bilmek ve öğrenmek. Ben öğrenmek için oradaydım. Öğretmenlere nasıl davranacağımı nasıl hitap edeceğimi bilemiyordum. Bir gün dedim ki, “Hocam kusura bakmayın. Ben oldukça büyük yaştayım fakat size karşı nasıl davranmam gerekiyor? Ne demem gerekiyor? Onu da bilmiyorum. Sanat Tarihi Hocası Mehmet Mengü, “Melike Hanım rahat olun. Yüksek lisans yaptığım zamanlarda 65 yaşında sınıf arkadaşım vardı. Siz gençsiniz, bu işi çok iyi yaparsınız” deyince rahatladım.  Okuldaki hocaların tutumları beni yüreklendirdi ve azimle çalışmaya başladım. Sanat tarihinin resimlerinin, heykellerinin içine girdikçe aşık oluyorsunuz. Kültüre, sanata aşık oluyorsunuz. Bilgiye, bilmeye aşık oluyorsunuz. İnsan bilgiyle dolunca, daha çok üretmek istiyor. Bunları yaparken, başaramama kaygısı da taşıyorsunuz. Üzerinizde olan gözler, “Bu kadının burada ne işi var” diyor gibi geliyor insana. Tabi ki bu düşünceler insanın üzerinde ağır bir yük oluyor.

 

 

Kızınız yaşındaki öğrenciler size nasıl davrandı?

İlk sınav sonuçlarını anlatarak konuya girmek istiyorum.  Sanat Tarihi dersi çok ağır oluyor. İsimler var. yerler var, tarih var, Lascaux Mağarası var. Ben bunları nasıl aklımda tutacağım? Ben bu sınavları nasıl vereceğim? Veremezsem çocuklara rezil olurum düşüncesi aklımdan çıkmıyor. İktisat Fakültesindeyken böyle bir kaygıyı duymamıştım.  Bu kaygılarla düzenli olarak çalışıyorum, çalıştıkça keyif alıyorum, daha da çalışmak istiyorum. İlk sınava girdiğimde, çok heyecanlıydım. Sınav sonrası çocuklara bir şey soruyorum, benimle ilgilenmiyorlar bile. “Sen belirli bir yaşa gelmiş kadınsın, ne işin var burada? Der gibi bir ifade ile yüzüme bakıp geçiyorlar. Bazı şeyleri dillendirmiyorlar ama vücut dillerinin ne söylediğini anlıyorsunuz. Belirli bir yaşamışlığım olduğu için bunu anlıyorum ve genç olduklarını, başlarında kavak yelleri estiğini düşünerek, bir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyorum. Çocuklar ders notlarını konuşuyor, ben nereden öğreneceğimi, sisteme girip nasıl bakılacağını bilmiyorum. Çünkü İnternetle o kadar çok iç içe girmiş biri değilim. Fakültenin internet sitesinde bir bölüm var numaranızı giriyorsunuz, ders saatlerinizi, aldığınız notları oradan takip ediyorsunuz. Herkes kimin kaç puan aldığını birbirine söyleyip tartışıyor. Söylenenlere bakıldığına göre en yüksek not 52, kimi 20 almış, kimi 30. Sakin sessiz bir kız vardı, siteye birlikte girip notları öğrenmek istiyorum. Hangi tuşa basacağım, nereyi tıklayacağım, yanlış yere girmekten çekindiğimi söyledim. Birlikte internete girdik notuma baktım 92 almışım. Kıza dedim ki, “Aldığım notu kimseye söyleme. Arkadaşlarının notları düşük onlar zanneder ki onların yanında böbürleniyorum. Buna gerek olmadığını söyledim. Kız hiç kimseye bir şey demedi. Soranlara, aldım işte bir şeyler beni idare eder, veya iyi diyordum. Sonunda zorunlu olarak 92 aldığımı söylemek zorunda kaldım. 92 notu benim için dönüşüm notudur. Çocuklar ondan sonra benim etrafımda dolanmaya başladılar. Yani Melike ablaları oldum.  Onları destekleyen, eksiklerini gösteren bir ablaya dönüştüm. Tüm öğrenciler, “Abla nasıl çalışıyorsun, nerelere çalışmam gerekiyor? Ablam notların var mı? Bana verir misin?” demeye başladı. Bu çocuklarla hala iletişimim devam ediyor. 92 aldığımı öğrendikleri günden sonra, okulun ilk başlarında onların baktıkları yaş olayı aramızdan kalktı. İnsanın başı sıkışınca gideceği bir kaynak bulur ya. Öyle bir ablaya dönüştüm. Saygı duyulan bir ablaya dönüştüm. Çocuklarla çok güzel bir arkadaşlığımız oldu çocuklarla. Fakat araya pandemi girdi.

 

 

Sınıf arkadaşlarınızla ilginç bir anınız oldu mu?

Pandemi insanlardan çok şey aldı götürdü. Biz sınıfta birbirimizi yeni yeni tanımaya başlamışken, okullar tatil edildi. İnsanlar evlerine kapandı, dersler internet üzerinden verildi. Biz birbirimizi tanımadan mezun olduk. Okula gitmeden sınıfları geçtik. Üniversitenin resim sergisi vardı. Kim olduğumu, hangi dönem mezun olduğumu sordular.  Şahmeranı yapıyorum 2021 mezunuyum dediğimde, “Ben de öğrenciydim. Yaşça büyük bir bayan var, Şahmeran çalışıyordu. Siz mi çalıştınız?” diye sordular. Birbirimizin tuvallerini görmeden mezun olduk.

 

 

Tekrar okuyacağım dediğinizde nasıl bir tepkiyle karşılaştınız? Madem okuyacağım dediniz yüksek lisans yapmayı düşündünüz mü?

Güzel Sanatlar Fakültesi’ne başladığımda annem de dahil tüm yakınlarım, “Bu saatten sonra sen niye okuyorsun? Niye okula gidiyorsun? Senden de, okuduğundan da hayır gelmez” dediler. “Bu gidişle sen eşini bile boşarsın” gibi cümleler kurdular. Okumanın, eğitim almanın hiçbir zaman yaşı olmadığını hem insanı, hem ruhu gençleştirdiğini söyledim. Bilgi ile sosyal hayatın içinde var oluyorsunuz, var oldukça üretmek istiyorsunuz, ürettikçe ufkunuz açılıyor. Ben dersleri çok iyi çalıştım. Çalışmanın semeresini okuldan birincilikle mezun olarak gördüm. Birincilikle ya da iyi bir derece ile mezun olanların hangi fakülte ya da üniversite olursa olsun yüksek lisans yapma şansı oluyor. Ben bunu çok düşündüm. Şu an yüksek lisansla bitirmiş bir Melike, hatta akademik unvan almış bir Melike olabilirdim. Benim bir kızım var, başka çocuğum yok. Kızım ben üniversiteye başlamadan önce evlendi. Tek evladım olduğu için bir torun olsun istedim. İçimde hep çocuk özlemi var. Sonra Üniversiteye başladım. Kızım dedi ki. “Anne sen hele bir mezun ol çocuğumuz da olur” demişti. Ben mezun olduktan hemen sonra bebekleri olacaktı. Okulu birincilikle bitirdiğim için hocalarım okulda kalmamı istiyor. Kızıma çalıştığı için senin yanında olacağım diye söz verip torunuma ben bakacağım demiştim. Çünkü ben çalışan bir anne olarak çocuğumu büyütmekte zorlanmıştım. Bir tercih yapmam gerektiğini düşündüm. Aile ya da bir yaştan sonra eğitim. Tercihimi kızımdan yana kullandım. Kızımın yanında yer alırken hem eserlerimi üretmeye devam ettim, hem torunumla ilgilendim. Hatta bu tercih bana yeni bir projenin önünü açtı. Bir sonraki sergim çocuk üzerine olacak.

 

 

4 Sergi açmışsınız, tamamı Şahmeran konulu. 5’inci serginiz de Şahmeran. Peki neden Şahmeran?

Sanat tarihini incelerken, batı toplumundaki sanatla, kendi kültürünüzü elde etmeye başlıyorsunuz. Batı Kültüründe, mitolojik ve dini konular resmedilerek cahil halkın bilinçlendirilmesi için kullanıldı. Dini konulardaki tüm detaylar resmedilince ve sanat tarihini bu resimler üzerinden işleyince Hıristiyanlığı, Museviliği, yaratılışı, mitolojiyi çok iyi öğreniyorsun. Bizim kültürümüzdeki resim ise rölyefler, hat ve minyatür resimlerle sınırlıydı. Batı sanatçılarının soyut kavramları somutlaştırarak ortaya koyduğu eserler, beni, kendi kültürümde neleri dönüştürebileceğim konusunda oldukça düşündürdü. 1300- 1400’lü yıllardan beri üretilen batı resmindeki zengin mitolojik ve ikonografik algıyı, doğu toplumunun mitolojik kahramanı olan Şahmeran için üretmeyi ve toplumun her kesimine ulaştırmayı amaçlayıp,  Şahmeran serisini hayata geçirdim. Çünkü benim sınıf arkadaşlarım 18-25 yaşları arasında olan çocuklardı. Minyatürdeki Şahmeranı ucube diye nitelediler. Aralarında gülüşüp sanatımızı, batı sanatı ile karşılaştırdılar. Ben onlara ucube olmadığını anlatmaya çalıştım. Dolayısıyla Şahmeran’a o duygularla başladım. Şahmeran Sergilerimde, Şahmeran ile Cemşit’in öyküsünü anlattım. Bazı yazılarda Cemşit, Cemsab olarak anılıyor ben Cemşit olarak söylüyorum. Cemşit’in bal dolu kuyuya girmesi,  Şahmeranla karşılaşması ve sonraki süreçleri resimlerimle aktarmaya çalıştım. Kadını her zaman sahip çıkan, koruyan bir etken olarak işledim. Şahmeran sezgisel olarak çok güçlü, yeniden doğan, koruyan, kollayan şifacılığı kuvvetli bir kadın karakteri oluşturuyor. Ataerkil bir yapımız var ve bu nedenle kadın kamusal alandan kovularak ötekileştiriliyor. Şahmeran’ın güçlü yapısında kadınların belleklerinde yer ederek kendi iç güçlerini ortaya çıkarmalarını istedim.

 

 

Şahmeran’ın öyküsü nedir? Medusa da yılan saçlı bir kadın fakat bakanı taşa çeviren bir canavar. Tıp biliminin ve eczacılığın sembolü de yılan aralarında bağıntı buluyor musunuz?

Toprak altında yaşayan yarı insan, yarı yılan olan varlıkların başındaki yöneticilerine Şahmeran denir. Şahmeranın öyküsü ilginçtir. Şahmeran Halkıyla birlikte kimsenin bilmediği toprak altındaki bir ülkede yaşamaktadır. Cemşit ve arkadaşları dağlarda dolaşırken bir mağara görürler. Mağarada içi bal dolu kuyu vardır. Cemşit Kuyuya girer arkadaşlarına, alabildiği kadar bal toplayıp verir, Fakat arkadaşları baldan kendilerine daha fazla bal almak için Cemşit’i kuyuda bırakırlar. Cemşit bir süre sonra kuyuda bir ışık görür ve ışık gelen delikten içeri girer. Burası Meranların ülkesidir. Cemşit bir süre sonra Şahmeran’ın güvenini kazanır. Uzun yıllar burada kalan Cemşit, ailesini özler durumu Şahmerana bildirir ve kimseye söylemeyeceğine söz vererek memleketine gider. Bu arada ülkenin padişahı hastadır. İyileşmesi için Şahmeran eti yemesi gerekmektedir. Vezir Cemşit’in Şahmeranın yerini bildiğini öğrenir ve onu zorla konuşturur. Şahmeran kısa zamanda yakalanarak padişahın yanına getirilir. Şahmeran Cemşit ile konuşup, “Başımı kaynat suyunu padişaha içir iyileşsin. Gövdemi kaynat suyunu vezire ver, kötü vezir ölsün. Kuyruğumu kaynat suyunu sen iç lokman hekim ol” der. Cemşit Şahmeran’ın dediklerini yapar ve padişah sağlığına kavuşur, vezir ölür, Cemşit Lokman Hekim olur. Ben 22 resimle bu öyküyü tuvale döktüm. Mitolojide görüyoruz ki bazı efsaneler birbirinden esinlenmiştir. Medusa’nın sol tarafı şifa, sağ tarafı zehirdir. O efsane de çok ilginçtir. Medusa 3 Gorgon kardeşin tek ölümlü olanıdır. O kadar güzeldir ki dünyada onun gibi güzel yoktur. Medusa Zeka Tanrıçası Athena’nın tapınağında yaşamaktadır. Athena Medusa’yı görür fakat kendisinin daha güzel olduğunu düşünür. Bir gün, Athena’nın kocası Deniz ve Fırtına Tanrısı Poseidon da Medusa’yı görünce aşık olur. Gizlice Athena’nın tapınağına girerek Medusa ile birlikte olur. Olanları öğrenen Athena çok öfkelenir ve Medusa ve kardeşlerini ifrite çevirir. Athena bununla da kalmaz, Medusa’nın yüzüne bakanlar taş olur. Medusa’nın ipek gibi saçlarının her bir teli yılana dönüşür. Buna rağmen Medusa’nın bir tarafı zehirli, bir tarafı şifalıdır. Mitolojik kaynaklara bakıldığında, Tıp biliminin sembolü Asklepios’un yılanın sarıldığı asasıdır. Eczacılığın sembolünde de kadehe sarılı bir yılan bulunmaktadır. Şahmeran resimlerinde, ben Şahmeranın hem şifacı, hem ruhun şifacısı olduğunu betimlemeye çalıştım.

 

 

Yılan tıbbın, eczacılığın, şifanın sembolü olsa da bazı insanlara soğuk geliyor. Şahmeran resimlerinin tepki alacağını hiç düşündünüz mü?

Ben emekli olduktan sonra sanat eğitimi aldım. Okulu bitireyim, diploma alayım, bu diploma ile iş bulup karnımı doyurayım düşüncesi bende hiç olmadı. Böyle kaygılar olmayınca insan daha yaratıcı oluyor. Yaratıcı olunca eser üretiyorsunuz, eser üretince projelerinizi hayata geçiriyorsunuz. Projem hayata geçtikten sonra ben kaygı duydum.  Şahmeran’ı oluşturmuşsunuz, sizin için mükemmel, muhteşem. Ama insanların karşısına çıkacaksınız. İnsanların karşısına çıktığınızda tepkinin ne olacağını bilmiyorsunuz. Yine kaygılısınız, yine çekingensiniz. Ama buna rağmen çok cesur davranıyorsunuz. Hamleler yapıyorsunuz. Önemli olan içinizde kaygı varken bile hamleler yapabilmek. Ve ben ilk sergimi Ayvalık’ta açtığımda çok olumlu tepkiler aldım. Hiç kimse bu güne kadar olumsuz tepki vermedi. Doğru yolda ilerlediğimi o anda fark ettim.  Bundan sonra da olumlu tepkilerin dışında her hangi bir eleştiri alacağımı sanmıyorum.

 

 

Torununuza bakarken ikinci projem çocuklar üzerine olacak dediniz. Yeni serginizin konusunu anlatmanızda sakınca var mı?

Çocuklarla ilgili bir sergi hazırlığı içindeyim. 22 yapıtım hazır. Dur durak yok. Her gün elime fırçayı alır tuvalime bir şeyler yaparım. Bazen saatler bitmez, gece ve gündüz çalışırım bazen 1-2 saat olur. Biz bu çocukları dünyaya getiriyoruz ama dünyaya gelen çocuklara gerçek anlamda huzur, güven, refah, yeterince sağlık sağlayabiliyor muyuz? Onların gereksinimlerini verebiliyor muyuz? Bazı çocuklar çöplerden kağıt, plastik topluyor. Ülkemizde depremler oldu, depremde kaybolan çocuklar var. Nerede bu çocuklar?  Onlarca, yüzlerce çocuk yok oldu. İlle benim ülkemde olacak değil; Afrika’daki çocuklar susuz ve aç. Gazze’de, Filistin’de çocukların dramını bütün dünya görüyor. Biz bu çocuklara ne yapabiliyoruz? Evrenin merkezi dediğimiz çocukları resmediyorum. Çocuk sadece uzanmış ve bir çiçek koparacak. Çocuğun kaygısı sadece bu olmalı, karnını doyurmak değil. Oyuncak arabasını ya da uçağını alıp oynamakla ilgili bir sorunu olmalı. Çocuk sevdiği hayvanlarla haşır neşir olmalı ya da uçan balonunu ile koşmalı. Şahmeran’da en büyük idealim sokak sergisi yapabilmekti. Çünkü galerilerde eserlerini kısıtlı insanlar görebiliyor. Bu konuda destek için Kültür Bakanlığı’nın kapısını çaldım, ne yazık ki böyle destek alamadım. Daha önceki belediye yöneticilerinin kapısını çaldım, hiç ilgilenmediler. İllerde, ilçelerde, köylerde, nerede olursa olsun Şahmeran’ın kadın gücünü sergilemek istedim. Amacım buydu, ne yazık ki gerçekleşmedi. Umarım bu isteğim çocuklarla ilgili projemde gerçekleşir.

 

 

En büyük hayaliniz nedir?

En büyük hayalim, sanatımla ilgili gençlere sunum yapabilmek. Gençlere korkmamaları gerektiğini öğretmek, kaygıyı bir kenara itmeleri gerektiğini anlatmak, parayla ilgili kaygıları, korkuları, gelecekle ilgili kaygıları, korkularını bir kenara bırakmaları gerektiğini öğretmek istiyorum. Çabalamayı bildikten sonra bütün kaynakların, bütün kapıların onların önünü açılacağını sunumlarla gösterebilmektir. İstendiğinde, nelerin başarılacağını sunumlarla göstermek için fakültelere, liselere gidebilirim. Hiçbir şey için, hiçbir zaman geç kalınmadığını, bunun bedelinin çok çalışmak ve alın teri olduğunu gösterebilmeyi istiyorum. Hiç kimse bugüne kadar bunu bana sormadı. Hayat yolculuğumdaki deneyimlerimi anlatmak istiyorum. Neden 50 yaşına kadar sanatla ilgilenmek için bekledim. Bunun cevabı şu oluyor. Ekonomik durumlar, çoluk çocuk, sosyal çevre, gibi durumların arkasında hep gizlenmişiz. Hiçbir gencin, hiçbir düşünce sahibinin benim gibi bu düşüncelerin arkasında gizlenmesini istemem. Bulundukları noktada adım atması gerektiğini düşünüyorum.

 

 

Ben gençlere ve bazı insanlara rol model oldum diyebilir misiniz?

İnsanların hayranlıkla dile getirdiği ve bana söyledikleri şu. Gençler de dahil olmak üzere yeğenlerim, kuzenlerim ve yakın çevremde beni tanıyan insanlar diyorlar ki; biz çok sıkıştığımızda ya da hiçbir işe yaramadığımızı düşündüğümüzde, aklımıza sen geliyorsun, silkeleniyoruz. Kesinlikle böyle olduğuna inanıyorum. Hem gençler açısından, hem yetişkinler açısından. Sosyal medyada bir eserimi ya da durumumu paylaşıyorum; Durum derken ben fotoğraf çekmeyi de çok seviyorum. Fotoğraf çektiğimde kendimi koymayı pek sevmiyorum. Beden olarak bir önemim yok, yaptıklarım önemli.  Çevremdeki insanlar için gerçekten rol model olduğuma inanıyorum.

 

 

Fotoğrafçılık yönünüzü bilmiyorduk. Ne zaman fırsat buldunuz da fotoğraf çekmeye başladınız?

Kızım İzmir’de Ege Üniversitesi’nde okurken ziyaretine gidiyordum. Evinin yakınında fotoğrafçılık kursu vardı, hemen dahil oldum. 1 sene fotoğrafçılık kursuna gittim. Resimdeki kadrajları ve çalışmalarımı fotoğrafçılık eğitimim çok etkilemiştir. Çünkü siz kompozisyonu fotoğraf çekerken tam yerine oturtuyorsunuz. Resim yaparken de aynı yolu izliyorsunuz. Fotoğraf çekmeye başladıkça resmin öyküsünü de içine almaya başlıyorsunuz. Yani yalınlaştırıyorsunuz. Ne ifade etmek istiyorsanız resimde de yalınlaştırıyorsunuz ya da neye vurgu yapmak istiyorsanız onun üzerine gidiyorsunuz.  Bakışınızdaki derinlik, algınızdaki derinlik, hikayenizdeki derinlik, fotoğrafınıza yansıyor. Fotoğrafçılık benim için en az resim sanatı kadar etkili ve kıymetlidir. Her gittiğim yerde kesinlikle fotoğraf çekmeden asla geçmem. Her gördüğüm olayda, günlük yaşantımın tam merkezinde fotoğrafçılık duruyor.

 

 

Sanat için ne düşündüğünüzü 2-3 tümceyle nasıl anlatırsınız?

Sanatın insanları birleştirici bir özelliği vardır. Dinsel öğenin kesinlikle sanattan ayrılarak insanların düşünce yapılarının harmanlandığı, en güzel ruhun yoğrulduğu ve birbirine gülümseyebildiği, düşüncesini ifade edebildiğim bir pınardır sanat. Sanatı son derece değerli ve kıymetli görüyorum.

Exit mobile version