ÖLÜLER ALTIN KULLANMAZ!

ÇANAKKALE’nin içme suyu havzası Kirazlı Atikhisar bölgesindeki altın madenciliğinin izlerini gördünüz paylaşılan fotoğraflarda.

Koskoca ormanlık alan, tepeden bakınca yavru Sahra Çölü gibi görünüyor.

Kazdağları’nda buna benzer çok manzara oluştu.

Her yeni maden ruhsatı, Kazdağları’ndan beslenen canlı varlığın yavaş yavaş tükenmesi anlamına geliyor.

Bugün Edremit – Çanakkale asfaltında ilerlerken tüm heybetiyle karşınıza dikilen yeşil görünümlü sıradağlar, gelecekte kel tepelere dönüşecek.

Eteklerinde yaşayanlar oraları terk edecek.

Çünkü, yaşamanın bir anlamı kalmayacak.

Bölgedeki yerleşmelikler, sayıları gitgide artan maden sahalarıyla birlikte, üzerleri sapsarı tozla kaplı, nefes almanın imkansızlaştığı madenci kasabaları olacak.

Zeytinden eser kalmayacak.

Canlı türleri, endemik bitkiler falan yok olacak.

Kazdağı faunası yok olacak.

Altın derdine her yeri delik deşik edilen Kazdağları’ndan geriye, Holywood sinemasının ‘kıyamet sonrası’ kuşağını andıran manzaralarına benzer görüntüler kalacak.

Her şeye rağmen oralarda yaşamaktan vazgeçmeyenler, temiz su kaynakları ararken heder olup gidecek. Çünkü su da kirlenecek.

Toprak ana, onu sevene verir ürününü.. Yok ettiğin topraktan ne beklersin artık?

 

***

BÖYLE korkunç bir manzara olsun istemeyiz elbet. Ne ki, bu gidişle karşılaşacağımız manzara budur.

O yüzden.. Henüz oralar yok oluş aşamasına gelmemişken.. Yani, “yok olmasın, yaşasın” diye çırpınan insanların sesine kulak vermek gerek.

Yerli veya yabancı yüzlerce maden şirketinin adeta istila ettiği bölgenin insanları, haklı bir dava ortaya koyuyor.

Direniyorlar.

Haklı gerekçelerle bölgenin maden şirketlerince istila ve işgal edilmesine karşı çıkıyorlar.

Biliyorlar ki, dağın üstündeki cevher, altındakinden daha değerli.

Bu gidişle haftasonu maaile piknik yaptığınız Pınarbaşılar, Sütüvenler, Ayazmalar, Şahindereleri falan kalmayacak.

O milyonları akıttığınız yazlık evler ileride beş para etmeyecek. Ne su içebileceksiniz gönül rahatlığıyla.. Ne denize girebileceksiniz. Her yer kirlenecek.

İstedikleri kadar önlem alsınlar, çevreye uygunluk raporları alsınlar, siyanür havuzlarını çok sağlam yapsınlar.. Sonuç değişmeyecek. İşi biten maden sahasının üstünü yeşillendirmekle de iş bitmiyor. Atıklar toprağın altında kalıyor sonuçta. Yüzlerce yılda oluşan ormanlık alanları yeniden yaratmak uzun soluklu iş.

Hep söyleriz, “madenciliğe karşı değiliz…”

Cevher varsa çıksın, seksen bir milyon insanın yararına kullanılsın. O cevherden herkes payına düşeni alsın.

Bu böyle olmuyor tabi. Şirket gelip cevheri çıkarıyor, çöpünü cürufunu sana bırakıyor.

Yoksulluk, yine sana düşüyor.

Kazdağları gibi ‘dünya mirası’ kabul edilen bölgelerde yapılmasın bu işler.

 

***

HEM turizm diyeceksin, hem bölgeyi yüzlerce maden şirketinin inisiyatifine terk edeceksin.

Ağzını açan, “Körfez turizmi” diye lafa başlayıp uzun uzun bölgenin turizm potansiyelini falan anlatıyor ya.

Ama dikkat edin, tek biri bile “bu madenler Körfez’i yok edecek” diyemiyor!

‘Maden’ sözcüğü ağızlarından çıkmıyor.

Her isteyene verilen ÇED’leri, ruhsatları hiç dillendirmiyorlar.

Bizdeki madenciliğin, her ne kadar kontrollüymüş gibi görünse de, sömürge ülkelerindeki madencilik anlayışından çok farklı olmadığını zaten anlatamazlar, sıkar.

 

***

ŞİMDİ bir öneride bulunayım.

Büyükşehir Belediye Başkanı Yücel Yılmaz meselâ.. Geçenlerde merkezdeki Büyükşehir yatırımlarını gösterdi Büyükşehir Meclis Üyelerine.

Zaman zaman ilçe belediye başkanlarını, milletvekillerini falan alıp sağa sola dolaştırmaya götürüyor.

Gezi, inceleme, ziyaret faslında.

Haydi al hepsini ardına, binin pick-uplara, dört çarpı dörtlere..

Hanlar’dan başlayıp Çanakkale tarafına uzanan bir Kazdağı turu yapın.

“Ayy, bu çiçek ne güzel, aman yarabbim yeşilin her tonu var” modunda değil tabi.

Kazdağları’nı sarıp sarmalayan maden sahalarını dolaştırsın bir de.

Bölgede bugün itibariyle yaşanan çevre sorunlarını yerinde tesbit etsinler.

Gelecekte neler olabileceğini tasavvur etsinler.

Mücavir alana dahil değil belki ama, Çanakkale tarafına da zaman ayırsınlar meselâ.

Asıl çevre felaketleri o tarafta yaşanıyor zira.

 

***

YAPAR MI böyle bir güzellik?

Sanmam.

Hem zaten göz boyamak daha kolay. Al Büyükşehir taifesini, götür Ayvalık’a.. Üç beş tarihi mekan ziyareti, sahil kenarında çay muhabbeti, akşamına balık malık.. Senden güzeli yok.

Şu sıra Edincik’teki meranın derdine düştü zaten.

7 bin dönüme yakın arazi.. Edincikli’nin merası.

Büyükşehir’e verilmeyince, Bandırma’ya da yar etmemişler, Hazine’ye bırakmışlar araziyi.

Şimdi o canım araziyi Büyükşehir’in mülkiyetine geçirmenin telaşı içindeler.

İleride sanayi, ticaret, konut alanları falan olacak; üç beş koyunun otladığı bomboş arazi bir anda fena halde kıymetlenecek.

Bizim Başkan arazinin peşinde şimdi. Körfez insanının “Ölüler altın kuillanmaz” feryadını duyacağını sanmıyorum o yüzden.

 

 

 

******************

 

ADİL ÇELİK’ten el cevap: Kafama göre takılmıyorum!

 

 

AK PARTİ Milletvekili Adil Çelik’in kafasına göre takıldığını yazdık dün.

Aradı, “kafama göre takılmıyorum” dedi.

Ortalıkta görünmeme nedeni, öteki vekillere gıcığından, hasetinden, fesadından, anlaşmazlığından falan değilmiş.

“Günlerdir belfıtığından muzdaribim, evde yatıyorum” dedi Adil Bey.

Yoksa, geçen haftaki Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi ziyaretinde olmayı çok istiyormuş.

Hâttâ Ofisin başkanı Arda Bey’i arayıp Balıkesir heyetinin ziyareti için randevuyu da kendisi almış; “Diğer arkadaşların bundan haberi var, istersen ara sor” dedi.

Diğer dört milletvekiliyle aralarında bir sorun yokmuş. Hani, Büyükşehir’i yöneten arkadaşlarla arası iyi değil falan deniyormuş ya; o da yalanmış. Sakat haliyle kalkıp Büyükşehir’e gitmiş geçen gün. Tapu Kadastro’nun yeni binasının tefrişat işleriyle ilgili bir mevzuyu görüşmüş.

“Ama sadece bu mevzu değil ki, sizi çoğu kere diğerleriyle yan yana göremiyoruz, fotoğraflara falan bakınca dört arkadaş hep bir arada, siz yoksunuz; yani genel itibarla bakınca kafanıza göre takılıyormuşsunuz gibi bir hava oluşuyor” dedik biz de.

Habere üzülmüş.. Başkalarından beklermiş, bizden beklemezmiş böyle bir şeyi…

“Demek ki birileri yazdırıyor” türü bir laf etti.. Hani alışkınlar ya birilerinin birilerine sürekli bir şeyler yazdırmasına.. Bu yayını da öyle kabul etmiş.

Zaten bu birilerinin birilerine bir şeyler yazdırması,  ekstra bir durum değil; normal sayılıyor artık. Etiğini metiğini kimse sorgulamıyor. Öylesine kanıksandı ki durum, herkesin bu potanın içinde olduğu düşünülüyor.

Teessüflerimizi ilettik Adil Bey’e..

Ne dese beğenirsiniz: “Bana bir özür borçlusun…”

Gözlemlerimizi, duyumlarımızı, tespitlerimizi aktardık; verdiğimiz geçici rahatsızlık için özür dileriz…”

Ne ki, kendi partisi içindeki arkadaşların önünden arkasından ileri geri konuştuğu, benzer yorumları yaptığı bir ortamda, “hepsi bana birer özür borçlu” dese Adil Bey..

Özür dileme kuyruğunun sonu gelmez yani; bir hafta falan sürer özürlerin kabul töreni.

Sağlık, sıhhat dilerim Adil Bey için.

 

 

Exit mobile version