Mengenenin çeneleri

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

 

Söz konusu mengenenin bir tarafında “sabit çene” var. Onu bir tezgaha sıkıca bağlamışlar ve mümkünse hiç kıpırdatmak istemiyorlar. Sabit tarafta ücretler, maaşlar ve emekli aylıkları yer alıyor. Milim değiştirmekten ödleri kopuyor bu sabiti hem işverenlerin ve hem de ülkeyi yönetenlerin. Ancak homurtular göğe yükselip, itirazlar iyice artınca, uzun görüşmelerden sonra bir başka sabitte anlaşır gibi oluyorlar ama asla reel anlamda bir değişim yok ortada. Sabit çene yerinde kalıyor. 

Mengenenin diğer tarafında ise “hareketli çene” var. Tam bir serbestlik hali yaşanan o tarafta da fiyat artışları, zamlar ve pahalılık yer alıyor. Hareketli taraf bir türlü yerinde duramıyor. Büyük marketler güne etiket değiştirme mesaisiyle başlıyorlar artık. Pazarlar ise hala çok renkliler ama bir o kadar da pahalı. Velhasıl, bir türlü doymak bilmeyen enflasyon canavarı, mengenenin hareketli tarafını ele geçirmiş durumda. Üstelik canavar yalnız kalmasın diye, ülkeyi yöneten seçilmişler bir de vergi artışlarını getirip ekliyorlar oraya. Mal ve hizmet fiyatları, kiralar vb. artarken, vergiler de hiç geri kalmıyor. Bilindiği üzere, ülkemizde vergilendirme işlemi kaynağında yapılmaz da, dolaylı olanı tercih edilir. Devletin giderlerini karşılamak büyük ölçüde vatandaşın sırtına bindirilir. Ekmekten suya, çaydan şekere ödeyip durur halk da vergiyi, farkında bile olmadan.

 

İTHAL EKONOMİSTLER…

Ancak bu yeterli olmaz, ekonominin idaresi zordur. Bilindiği gibi, yerli “ekonomistler” yetmedi de, dışarıdan ithal olanlar getirildi bizde. Onlar da “bu işler böyle olmaz” deyip, kendilerinden önce yapılanların üzerini çiziverdiler. Hatta “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” diye görüşlerini açıkça söylediler görev devir tesliminde. Lakin bu ithaller de bir farklı rasyonaliteden dem vuruyor gibiler. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi rasyonalitesi yok bunlarda da mesela. Farklı bir çizgileri var. Hemen bir Orta Vadeli Program (OVP) da hazırladılar, enflasyon beklentileri iyice tavan yaptı. Hatta telefon açıp TÜİK’ten “doğru bilgi” istirhamında bulundukları bile gazeteci milletinin diline düştü de, sonradan yalanlandı.

 

“YANDIM ANAM!.. DAHA DA YANACAĞIM…”

Fakat iş bununla kalmıyor. OVP’da açıkça “vergi gelirlerinin 2022’de 2.4 trilyon TL’ye ulaştığı, bu sene 4.3 trilyon TL beklendiği” ifade edilip, “2024’te ise 7.4 trilyon TL vergi geliri hedeflendiği” söyleniyor. Yani vergiler çok artacak. Ülkemizde % 65 “dolaylı” vergiyi tüm tüketiciler, % 35 “doğrudan” vergiyi ise gerçek kişi ve işverenler ödüyor. Bu alanda adalet sağlayacak bir reform yapılmadan, doğrudan vergi artışı önermek ise açıkça “fatura size çıkacak ey vatandaşlar” demek oluyor. Hatta en yetkili ağızlar hala “bu sene sonu enflasyon % 64 civarında olacak ama 2024’ü % 33 enflasyonla bitireceğiz” diyor. Tabii, böyle bir hedef de vatandaşlar için asla pahalılıktan kurtuluş anlamına gelmiyor. Anlaşılan o ki, mengenenin hareketli tarafına yine vergiler ilave edilecek, yük yine vatandaşa binecek. Vaziyetleri zaten çok zor, daha da zorlaşacak, hele de ücretli, maaşlı veya emekli iseler. Vatandaşların bugüne dair bakışının özeti çok yalın, “yandım anam..!” diyorlar. Üstelik yarınlara dair “daha da yanacağım” diye ekliyorlar. Görünen köy kılavuz istemiyor.

 

TOPLAM SERVETİN YÜZDE 40’I NÜFUSUN YÜZDE 1’İNİN ELİNDE…

Bu krizden çıkış için, mengenenin her iki tarafı hakkında da karar veren seçilmişlerin hayata bakışları ve formülleri gayet açık aslında. Hem hareketli ve hem de sabit çenelerin arasına halkı iyice sıkıştırmayı tek çözüm olarak görüyorlar. Mesela, bir defaya mahsus bir servet vergisi alarak, o mengenenin hareketli tarafının yükünü azaltmayı düşünmüyorlar bile. Ülkemizde toplam servetin % 40’ının, nüfusun sadece % 1’inin elinde toplandığı açıkça ifade ediliyor ama krizden çıkışın bedelini ısrarla nüfusun tamamına yüklemeyi tercih ediyorlar. Gerçekten garip bir rasyonalite değil mi bu? “Tamam olan oldu, siz gittikçe fakirleştiniz, kazananlar ise daha çok kazandı. Fakat şimdi gelin bu faturayı hep birlikte ödeyelim” denilmesinde bir rasyonalite olabilir mi? Hiç kimsenin hoşuna gitmiyor bu durum. Ek MTV konusundaki tepkiler dahi bunun bir göstergesi zaten. Bütçedeki devasa açıkların bu gibi yöntemlerle kapanmasının mümkün olacağına hem kimse inanmıyor, hem de içine sindiremiyor.

 

YEREL SEÇİME GİDERKEN NE YAPACAKLAR?

Ekonomide durum böyle. Fakat zaman da hükmünü sürüyor, hızla geçiyor. Bakalım önümüzdeki günler neler getiriyor gündeme? Önce 29 Ekim var, Cumhuriyet ikinci yüzyılına girecek. Herkes için bir anlamı var elbette bunun. Ancak böylesine farklı kamplara ayrılmayı becermiş bir ülkede, yeni yüzyılın nasıl bir tarzı olacağı konusunda da görüşler farklı haliyle. Ne yazık ki artık “hep birlikte” demekten çok uzaktayız. Sonra muhtemelen kapsamlı bir af var 29 Ekim’de, zira cezaevleri ağzına kadar dolu. Sonra yılsonu geliyor. Ekonomik makyajlar, algı çalışmaları başlayacak, bazı zamlara da müdahale edilecek. “Aman enflasyonu daha fazla şişirmeyelim” çabaları olacak. İstatistikleri etkilemeyecek tarzda temel tüketime yönelik “fiyat ayarlamaları” yapılacak. Beklenen sıcak paralar gelirse, dövize baskı yapılacak. Her şartta piyasaya biraz kredi verilerek para hareketi sağlanacak. Bunların yanına, bir parça yeni vaatler de katılıp seçimlere gidilecek.

 

EKONOMİDE ASIL AĞIR TEDBİRLERİ SEÇİMDEN SONRA GÖRECEĞİZ

İktidar tarafı için, ekonomi kadar kritik öneme sahip bu seferki yerel seçimler. Zira Mayıs’taki parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, yerel seçimlerde de başarılı olurlarsa artık önlerinde hiçbir engel kalmadığına kanaat getirecekler. Çağrılar yapıp “en ideal Anayasa metnini bulmak için gelin konuşalım, tartışalım, müzakere edelim ama bu süreçten kaçmayalım” demeye bile gerek duymadan, artık ülkede hayatı tümüyle dönüştürme noktasına doğru ilerlemek isteyecekler. Söylemler bu konuda kararlı olduklarını gösteriyor. Ekonomide asıl sınırlamaları, ağır tedbirleri muhtemelen yerel seçimlerden sonra göreceğiz. Şimdikiler fragman gibi kalacak.

 

MUHALEFET YENİLGİYİ CAMİ AVLUSUNA BIRAKTI!

Muhalefet tarafı ise, demokratik olmayan bir seçimi kaybettiğini bile vurgulamaktan uzak kaldı. Zira tek alternatifli bir söylemle seçime başlayıp, ne istedilerse verilen bir finalle ama yine de kaybederek yaşadı bu süreci. Seçmene durum değerlendirmesi ve özür bile gereğince yapılmadı. Kaybetmenin sorumluluğu sahiplenilmeyip, adeta cami avlusuna bırakıldı yenilgi. Kendi içinde dağıldı, savruldu muhalefet ve şimdi daha ziyade parti içi iktidar savaşlarıyla meşgul olmayı tercih ediyor. O nedenle de iktidarla tekrar yarışma hevesinden bir hayli uzakta. Oy aldıkları seçmenlere hakim olan karamsarlığı bile dağıtamadılar henüz.

 

BU SEÇİMDE İKTİDAR LEHİNE SONUÇLANIRSA…

Oysa tarihsel süreç, ülkenin yerel yönetimlerini de iktidara bırakmamayı, hatta mümkün olursa ekonomik krize sebep olan ve ülkeyi yönetemeyenlerin erken bir seçime zorlanmasını gerektiriyor. Çünkü ekonominin haline, mevcut seçilmiş ve atanmış kadroların tercihlerine bakınca, bu seçim de iktidar lehine sonuçlanırsa durumun nasıl olabileceği hakkında epeyce ipucu veriyor. İktidar bu seçimlerden sonra, bir yandan zam ve pahalılıkla, diğer yandan ücretlerin sabitlenmesi ve artan vergilerle halkın tamamen bunaltılmasında hiçbir engel görmeyecek. Çok vergi, az maaşla bütçe açığını düşürmeye çalışıp, “yandım” diyenleri de iyice arttırmaktan çekinmeyecek.

O nedenle, vatandaşların yerel seçimleri bırakmaması gerekiyor. Ülke siyasetinde yeni bir denge kurmak, bu sefer doğrudan vatandaşa düşüyor. Seçmenler bu kez sadece yerelde kendilerini beş sene kimin yöneteceğine karar vermeyecek. Aynı zamanda, sistemde ve ekonomide kendisine yapılması muhtemel tüm dayatmalara karşı da bir savunma hattı oluşturmayı üstlenecek. Zor mu? Evet zor ama mümkün de.

 

 

Vatandaşlar bugüne olduğu kadar yarına da, öncelikle ekonominin penceresinden bakıyorlar. Çünkü geçinmek artık çok zor ve yakın zamanda tünelin ucunda bir ışık da görünmüyor. Halk adeta bir mengeneye sıkışmış durumda olduğunu ve daha da sıkılarak canından bezdirileceğini gayet iyi anlıyor.

 

 

Söz konusu mengenenin bir tarafında “sabit çene” var. Onu bir tezgaha sıkıca bağlamışlar ve mümkünse hiç kıpırdatmak istemiyorlar. Sabit tarafta ücretler, maaşlar ve emekli aylıkları yer alıyor. Milim değiştirmekten ödleri kopuyor bu sabiti hem işverenlerin ve hem de ülkeyi yönetenlerin. Ancak homurtular göğe yükselip, itirazlar iyice artınca, uzun görüşmelerden sonra bir başka sabitte anlaşır gibi oluyorlar ama asla reel anlamda bir değişim yok ortada. Sabit çene yerinde kalıyor. 

Mengenenin diğer tarafında ise “hareketli çene” var. Tam bir serbestlik hali yaşanan o tarafta da fiyat artışları, zamlar ve pahalılık yer alıyor. Hareketli taraf bir türlü yerinde duramıyor. Büyük marketler güne etiket değiştirme mesaisiyle başlıyorlar artık. Pazarlar ise hala çok renkliler ama bir o kadar da pahalı. Velhasıl, bir türlü doymak bilmeyen enflasyon canavarı, mengenenin hareketli tarafını ele geçirmiş durumda. Üstelik canavar yalnız kalmasın diye, ülkeyi yöneten seçilmişler bir de vergi artışlarını getirip ekliyorlar oraya. Mal ve hizmet fiyatları, kiralar vb. artarken, vergiler de hiç geri kalmıyor. Bilindiği üzere, ülkemizde vergilendirme işlemi kaynağında yapılmaz da, dolaylı olanı tercih edilir. Devletin giderlerini karşılamak büyük ölçüde vatandaşın sırtına bindirilir. Ekmekten suya, çaydan şekere ödeyip durur halk da vergiyi, farkında bile olmadan.

 

İTHAL EKONOMİSTLER…

Ancak bu yeterli olmaz, ekonominin idaresi zordur. Bilindiği gibi, yerli “ekonomistler” yetmedi de, dışarıdan ithal olanlar getirildi bizde. Onlar da “bu işler böyle olmaz” deyip, kendilerinden önce yapılanların üzerini çiziverdiler. Hatta “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” diye görüşlerini açıkça söylediler görev devir tesliminde. Lakin bu ithaller de bir farklı rasyonaliteden dem vuruyor gibiler. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi rasyonalitesi yok bunlarda da mesela. Farklı bir çizgileri var. Hemen bir Orta Vadeli Program (OVP) da hazırladılar, enflasyon beklentileri iyice tavan yaptı. Hatta telefon açıp TÜİK’ten “doğru bilgi” istirhamında bulundukları bile gazeteci milletinin diline düştü de, sonradan yalanlandı.

 

“YANDIM ANAM!.. DAHA DA YANACAĞIM…”

Fakat iş bununla kalmıyor. OVP’da açıkça “vergi gelirlerinin 2022’de 2.4 trilyon TL’ye ulaştığı, bu sene 4.3 trilyon TL beklendiği” ifade edilip, “2024’te ise 7.4 trilyon TL vergi geliri hedeflendiği” söyleniyor. Yani vergiler çok artacak. Ülkemizde % 65 “dolaylı” vergiyi tüm tüketiciler, % 35 “doğrudan” vergiyi ise gerçek kişi ve işverenler ödüyor. Bu alanda adalet sağlayacak bir reform yapılmadan, doğrudan vergi artışı önermek ise açıkça “fatura size çıkacak ey vatandaşlar” demek oluyor. Hatta en yetkili ağızlar hala “bu sene sonu enflasyon % 64 civarında olacak ama 2024’ü % 33 enflasyonla bitireceğiz” diyor. Tabii, böyle bir hedef de vatandaşlar için asla pahalılıktan kurtuluş anlamına gelmiyor. Anlaşılan o ki, mengenenin hareketli tarafına yine vergiler ilave edilecek, yük yine vatandaşa binecek. Vaziyetleri zaten çok zor, daha da zorlaşacak, hele de ücretli, maaşlı veya emekli iseler. Vatandaşların bugüne dair bakışının özeti çok yalın, “yandım anam..!” diyorlar. Üstelik yarınlara dair “daha da yanacağım” diye ekliyorlar. Görünen köy kılavuz istemiyor.

 

TOPLAM SERVETİN YÜZDE 40’I NÜFUSUN YÜZDE 1’İNİN ELİNDE…

Bu krizden çıkış için, mengenenin her iki tarafı hakkında da karar veren seçilmişlerin hayata bakışları ve formülleri gayet açık aslında. Hem hareketli ve hem de sabit çenelerin arasına halkı iyice sıkıştırmayı tek çözüm olarak görüyorlar. Mesela, bir defaya mahsus bir servet vergisi alarak, o mengenenin hareketli tarafının yükünü azaltmayı düşünmüyorlar bile. Ülkemizde toplam servetin % 40’ının, nüfusun sadece % 1’inin elinde toplandığı açıkça ifade ediliyor ama krizden çıkışın bedelini ısrarla nüfusun tamamına yüklemeyi tercih ediyorlar. Gerçekten garip bir rasyonalite değil mi bu? “Tamam olan oldu, siz gittikçe fakirleştiniz, kazananlar ise daha çok kazandı. Fakat şimdi gelin bu faturayı hep birlikte ödeyelim” denilmesinde bir rasyonalite olabilir mi? Hiç kimsenin hoşuna gitmiyor bu durum. Ek MTV konusundaki tepkiler dahi bunun bir göstergesi zaten. Bütçedeki devasa açıkların bu gibi yöntemlerle kapanmasının mümkün olacağına hem kimse inanmıyor, hem de içine sindiremiyor.

 

YEREL SEÇİME GİDERKEN NE YAPACAKLAR?

Ekonomide durum böyle. Fakat zaman da hükmünü sürüyor, hızla geçiyor. Bakalım önümüzdeki günler neler getiriyor gündeme? Önce 29 Ekim var, Cumhuriyet ikinci yüzyılına girecek. Herkes için bir anlamı var elbette bunun. Ancak böylesine farklı kamplara ayrılmayı becermiş bir ülkede, yeni yüzyılın nasıl bir tarzı olacağı konusunda da görüşler farklı haliyle. Ne yazık ki artık “hep birlikte” demekten çok uzaktayız. Sonra muhtemelen kapsamlı bir af var 29 Ekim’de, zira cezaevleri ağzına kadar dolu. Sonra yılsonu geliyor. Ekonomik makyajlar, algı çalışmaları başlayacak, bazı zamlara da müdahale edilecek. “Aman enflasyonu daha fazla şişirmeyelim” çabaları olacak. İstatistikleri etkilemeyecek tarzda temel tüketime yönelik “fiyat ayarlamaları” yapılacak. Beklenen sıcak paralar gelirse, dövize baskı yapılacak. Her şartta piyasaya biraz kredi verilerek para hareketi sağlanacak. Bunların yanına, bir parça yeni vaatler de katılıp seçimlere gidilecek.

 

EKONOMİDE ASIL AĞIR TEDBİRLERİ SEÇİMDEN SONRA GÖRECEĞİZ

İktidar tarafı için, ekonomi kadar kritik öneme sahip bu seferki yerel seçimler. Zira Mayıs’taki parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, yerel seçimlerde de başarılı olurlarsa artık önlerinde hiçbir engel kalmadığına kanaat getirecekler. Çağrılar yapıp “en ideal Anayasa metnini bulmak için gelin konuşalım, tartışalım, müzakere edelim ama bu süreçten kaçmayalım” demeye bile gerek duymadan, artık ülkede hayatı tümüyle dönüştürme noktasına doğru ilerlemek isteyecekler. Söylemler bu konuda kararlı olduklarını gösteriyor. Ekonomide asıl sınırlamaları, ağır tedbirleri muhtemelen yerel seçimlerden sonra göreceğiz. Şimdikiler fragman gibi kalacak.

 

MUHALEFET YENİLGİYİ CAMİ AVLUSUNA BIRAKTI!

Muhalefet tarafı ise, demokratik olmayan bir seçimi kaybettiğini bile vurgulamaktan uzak kaldı. Zira tek alternatifli bir söylemle seçime başlayıp, ne istedilerse verilen bir finalle ama yine de kaybederek yaşadı bu süreci. Seçmene durum değerlendirmesi ve özür bile gereğince yapılmadı. Kaybetmenin sorumluluğu sahiplenilmeyip, adeta cami avlusuna bırakıldı yenilgi. Kendi içinde dağıldı, savruldu muhalefet ve şimdi daha ziyade parti içi iktidar savaşlarıyla meşgul olmayı tercih ediyor. O nedenle de iktidarla tekrar yarışma hevesinden bir hayli uzakta. Oy aldıkları seçmenlere hakim olan karamsarlığı bile dağıtamadılar henüz.

 

BU SEÇİMDE İKTİDAR LEHİNE SONUÇLANIRSA…

Oysa tarihsel süreç, ülkenin yerel yönetimlerini de iktidara bırakmamayı, hatta mümkün olursa ekonomik krize sebep olan ve ülkeyi yönetemeyenlerin erken bir seçime zorlanmasını gerektiriyor. Çünkü ekonominin haline, mevcut seçilmiş ve atanmış kadroların tercihlerine bakınca, bu seçim de iktidar lehine sonuçlanırsa durumun nasıl olabileceği hakkında epeyce ipucu veriyor. İktidar bu seçimlerden sonra, bir yandan zam ve pahalılıkla, diğer yandan ücretlerin sabitlenmesi ve artan vergilerle halkın tamamen bunaltılmasında hiçbir engel görmeyecek. Çok vergi, az maaşla bütçe açığını düşürmeye çalışıp, “yandım” diyenleri de iyice arttırmaktan çekinmeyecek.

O nedenle, vatandaşların yerel seçimleri bırakmaması gerekiyor. Ülke siyasetinde yeni bir denge kurmak, bu sefer doğrudan vatandaşa düşüyor. Seçmenler bu kez sadece yerelde kendilerini beş sene kimin yöneteceğine karar vermeyecek. Aynı zamanda, sistemde ve ekonomide kendisine yapılması muhtemel tüm dayatmalara karşı da bir savunma hattı oluşturmayı üstlenecek. Zor mu? Evet zor ama mümkün de.

 

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
harika
Harika
0
_ok_do_ru
Çok Doğru
0
kat_l_yorum
Katılıyorum
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
_zg_n
Üzgün
Mengenenin çeneleri
Giriş Yap

Balıkesir Haberleri ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!